Günler su gibi akıp gidiyor. Doruk ve arkadaşları İmroz’a geleli 2 ayı geçti. Yeni Mahalleye taşınalı da dünya daha hızlı dönmeye başladı.
Öğrencilik hayatının sona erdiğini yeni yeni fark ettiler. Mariya’nın evinde geçen her gece, bir başka güne yeni bir kapı aralıyordu.
Hayaller derinleşmiş, rüyalar daha çok renklenmişti. Komşularla olan ilişkiler, her geçen gün daha sıcak ve daha insaniydi
Hem Panayot’un dostluğu hem Kosta’nın Kahvesinde geçen zaman diliminde; Rumca, merhaba (Ya sas -su-), günaydın (Kalimera), (Kalispera) Tünaydın, (Kalo vradi) iyi akşamlar ve (Kalinihta) iyi geceler, (Kalos orisate -orises-) hoş geldin, (Kalos sas vrikame) hoş bulduk; gibi beşeri ilişki sözcüklerini öğrendi ve ara sıra kullanmaya başladılar.
Yeni şey öğrenmek her zaman güzel? Onun içindir ki filozof Desgerdes, bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir demiş.
Bazen öğrendikleri Rumca selamlaşma ve iyi dilek sözcüklerini, kendi aralarında gırgır şamata bile olsun diye kullanarak unutmamaya çalışıyorlardı.
Hele pınarın başına, su almaya gittiklerinde,;çeşme başındaki madam ve matmazele kalispera madam ya da matmazel demek ayrı bir keyifti.
Rum kız ve kadınları, selamlaşmayı doğal karşılıyor, çok içten, gülümseyerek selama, selamla karşılık veriyorlardı.
Hatta daha ileri gidip, kendi şiveleriyle Türkçe, nasilsiniz mahellemizi sevdiniz mi diye hatır soranlar; bir ihtiyacınız olursa; çekinmeyin bize söyleyin diyenler çoğalmıştı.
Başını kara çarşafa saklayıp, siyah gözlük takan, peçenin altından yüreğini sökecek, gözlerini delecek gibi bakan yoktu. Hani “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” atasözümüz var ya sanki bu atasözü onlar için söylenmişti. Ve onlar o söze yürekten bağlıydı.
Zaman su gibi akıp giderken, soğuk havanın etkisiyle buğulanan pencere camlarına yazılan, platonik aşk hikâyelerinin tohumları, filizlenmeye ve ufak ufak çitermeye başladı.
Kimi zaman sokakta kimi zaman pınar başında gözler takılıyordu birbirine, konuşuyordu dilsiz dudaksız,
uzun uzun sessizce…