Göğe Bakma Durağı’nda toplanmıştı insanlar. Kalabalık, dünyanın yuvarlak oluşunu reddeden matruşkanist bir düşünce adamının gördüğü deniz ya da eni sonu belli olmayan bir ovayı andırıyordu. “Ulan acaba ne bekliyorlar?” diye bir ses mırıldandı alnımın derinliğine gizlice yerleşmiş lobtan. Sonra ilerleyince aldım cevabımı.
Bir umut doldu yüreğime.
Bu kaçıncı umuttu?..
Hava soğuktu
“yalnız insanlar sıcaktır…” dedi birileri içerden. “yalnız” sözcüğünü durağın iki sokak gerisindeki şiirhanede, duvara tek çiviyle asılmaya mahkum edilmiş bir tabloda görmüştüm…
İlerledim…ilerledim…İliştim bir köşeye ve beklemeye koyuldum oradaki herkes gibi… yolcuların her birinin dilinde kendisini anlatan uzunca bir şiir vardı “son otobüsü de mi kaçırdım lanet olsun!” haykırışını andıran korku ve hüzün doluydu gözleri. Her an gelebilecek olan otobüsün müjdesini vermek isteyen çocuklar ordusuydu bu. Tüm yolcular, çeneleri yukarıda boyunları uzamışçasına, göz uçlarıyla ileri bakınıyorlardı. Gelmek bilmeyen “beklenen” bir türlü gelmiyordu işte. Dudaklarda geçmişi şeritleyen uzunca şiirler birleşip durağın üzerine kara bir bulut gibi çöküyor ve bulut durmadan genişliyordu.
Kimilerine bereketini serpiyordu tabi.
Hüznün mevsimiydi.
Yürek acısının…
Melankolinin…
Durakta havanın durumu şiirle karışık yağmurdu. .
Durağın havasını soludukça şiir doldu yüreğim.
Daha çok solumaya başladım. Daha… Ve daha…
Yeni doğmuş bir bebeğin soluduğu ilk havaydı sanki bu: Yakıcı!
Daha sonraları ciğerimin bir köşesinde hep böyle kalacaktı. Ölene dek benimle olacaktı.
Bu durak her zaman benimle yaşayacak.
Ve her zaman bir bekleyiş içinde olacağım anlaşılan.
Dur-durak bilmez bir bekleyiş…
Birden şu şiiri mırıldanmaya başladım;
“aşkın ilk günleri“
Yaz kış durmadan üşüyen ellerim, dizlerimi yarılayan yeşil “devrimci” parkama sığındı. ardından da, bir isim yazıp yıllarca cebimde sakladığım kağıda. Sımsıkı sıktım. Oradan alıp sol göğsümdeki tek düğümlü cebime, lisede bir ayrılışta bir mektup karşılığında bana uzatılan fotoğrafın yanına koydum.
Ve bastırdım…
Bir gönül isyanını…
merhametine kavuşsun diye…
Avucumu beş açarak…
Bastırdım!
merhamet miydi merhem olan?
Sol’umun “içindeki” ile teması mı?
İsim ve fotoğrafın buluşup bütünleşmesi mi?
Neydi o an gönlün dermanı?
(…)
durağın tek mevsimi vardı; kış..
“Dört mevsimi kış olanlar coğrafyası” da deniliyordu kimilerince.
Kışlananlar’da vardı elbet yolcular arasında…
Bende beklemeye başladım.
3 milyon yılı aşkın bir süredir bekliyorum ve itiraf etmek gerekirse, evet orada öğrendim aşkı…
Durak doldu taştı hala bekliyoruz.
Belki de aynı duraktayız biz seninle.
Aynı şehrin, aynı otobüsün yolcuları; yolumuz birbirimize.
Güzergahımız aynı şehirler farklı belki…
Düşünmek istemediğim fakat tüm duygularımla oyladığımda hep en yüksek gelen bir ihtimal daha;
Biz farklı otobüslerin farklı şehirlerin yolcusuyuz.
Hiç benzemeyen, biri kan diğeri gül kokan farklı iki şehrin yolcusu. Geride kalanlar bir yaşanmışlıktı uçup gitti. Çok güzel düşler yazılıp yarıda bırakılan sıradan bir aşktı yaşanılanlar…
Bu ihtimali realist kişiliğimde dolanırken anımsıyorum. Duraktan koşa koşa ayrılmamı, elimi hızlıca tek düğümlük cebime götürüp önce kağıdı daha sonra da fotoğrafı yırtmanın kirli düşünceleriyle bulandırıyorum dört lobu. Neyse ki kendimle baş başa kaldığım hafif bir fonda o çirkin realist kişilikten kurtuluyorum. “Olası bir karşılamada okuyabileceğim tüm şiirlerimi sıralıyorum”…
Durak şiir kokuyor üzerindeki bulutlar dans ederken.
Vazgeçen bir genç, şiir mırıldanışını kesip arkasını dönüyor ve uzaklaşıyor. Biraz ilerde, sağ cebinden çıkardığı hediyelik bir sarı çakmakla önce sigarasını daha sonra da mektuplarını ve şiirlerini yakıyor.
Derin düşünceler sarıyor bedenini…
Ateş sarınca mürekkebi uzaklaşıp kayboluyor gözden…
Geriye ibreti kalıyor alemî durağa…
Ki hepimiz biliyoruz ki şiir değildir yanan.
Mürekkep veya mektupta değildir.
Yanmış olan sigaradan evvel ki gençtir
Bir gönüldür
Bir umudun artık “büyük ihtimallerle” kendini boğazlamasıdır
Yanmış olan, dilinde şiirlere tüy kalmayan şairdir!
Bende umutlar tükenmedi hala.
İhtimaller üzerinde yaşıyorum bir cambaz gibi.
Ve bu yüzden ısrarlı bir bekleyiş içindeyim.
21. Yüzyılda 21. yaşımdayım. ‘her yüzyıl, bir yıl yaşamış’lığın kokusu ve buruşmuşluğu var üzerimde…
Her gidenin yeri doluyor burada da.
Durak hala Göğe Bakma Durağı.
Fakat yorgun “kendince”…
-Böylesi anlamsızlıklar evladır sevgili cennet bahçem.
Durak | Wisif Nurî
2017