Ankara’da temmuz ayı. Bunaltıcı sıcakların iyiden iyiye kendini hissettirdiği kavurucu bir cuma akşamını dışarıda arkadaşları ile, fazla alternatifi olmayan mekanlardan birinde içerek harcamak yerine (bunun Ramazan ayına denk gelmiş olması da etken tabii) sinemaya giderek değerlendirmeye karar vermişti dürüm yiyen. Zaten bir mekanda yemeğe ve içmeye vereceği paranın bütçesini oldukça etkileyecek olması, ay sonuna kadar bu gerçek ile yaşayıp her gün pişman olacak olması doğru orantılıydı. O yüzden daha ucuz bir aktivite olan sinemaya gitmeyi tercih etmesi kaçınılmaz oldu. Kişi sayısına bölündüğü zaman harcanan miktar daha tatminkar bir sonuç verecekti. “- Üstelik klima da vardır!” diye sevindi içten içe. Kararını verdi, sinemaya gidecekti…
Dürüm yiyen; 20’li yaşlarının sonunda, ortalama sayılabilecek boylarda, saçlarının üst kısmı seyrelmiş, ancak topluma oranla farklı denilebilecek bir şekilde; ilkokul sıralarında “sarı pipi” lakabı takılabilecek kadar açık renk saç ve sakallara sahipti. Neyse ki artık ne ilkokuldaydı ne de yaşı bu tip lakaplara müsaade ediyordu. Üstelik hipster modasına uygun olarak uzattığı uzun sakalları da bu durumu destekler nitelikteydi. Artık tam bir olgun insan görünümüne sahipti. İçkili ortamlarda belli bir saatten sonra arkadaşları ile yaptığı siyasi tartışmalar esnasında cevvalce savunduğu fikirlerinin ciddiye alındığı, içten içe de “- bu götler de he he diyip beni mi eyliyor acaba?” diye şüpheye düştüğü zamanlarındaydı. Yalnız bu çıkışları ile kızlı ortamlarda kendini göstermesi çok da zor olmuyordu. Bu tip konuşmalarla üzerine bilgili, sofistike bir hava takınmasını sağlamakla birlikte, bazı kızların da ilgisini çekiyordu.
Sinemaya gitme fikri her ne kadar bütçesine katkı sağlayacak olsa da kritik bir noktadaydı, karar vermesi gerekiyordu. Öncelikle seçeceği film önemliydi. Hipster olma yolunda emin adımlarla ilerlenen, gece olsa dahi ray-ban gözlüklerin çıkarılmadığı, sakal boylarının yarıştırıldığı ortamlarda üzerine tartışabileceği, bilgisini, çıkarımlarını sergileyebileceği bir film olmalıydı bu. Ayrıca, bütün bu duruma şahitlik edecek bir kişi gerekiyordu. Böylelikle film esnasında ve arasında yanındaki ile tartışabilir, film hakkındaki fikirlerini yine cevvalce savunup ortamın kontrolünü ele alabilirdi. Tam da bu anda şansı yaver gitmiş olacak ki, sinema salonlarında bir kaç hafta evvel vizyona girmiş, Cannes film festivalinde Altın Palmiye ödülüne layık görülmüş “Kış Uykusu” filmi tam da aradığı kan olacaktı. Bir de yanına bu film ile etkileyebileceği bir kız bulursa, bu olayı bir “ilk çıkma” olarak değerlendirebilir, belki de yeni aşklara yelken açabilirdi. Daha önceden etkilemeyi başardığı ya da kendi kendine öyle düşündüğü Müdahil Hanım’da karar kıldı. Bu sıcak temmuz akşamında sinemaya gitmek, üstelik bunu etkileyebileceği bir insan ile yapmak mükemmel bir seçim olmuştu. Markette kasanın yanında duran raflardan rastgele alıp, bir iki arkadaşı tarafından ” – aaa… ne güzel kokuyorsun” diye iltifat almasını sağlayan deodorant seçiminden bu yana yaptığı en iyi seçim olabilirdi bu. Sevincini bastırdıktan sonra hemen telefona sarıldı…
Müdahil Hanım da 20’li yaşlarının ortasına gelmiş, fazla kilolarını vermek için her pazartesi diyete başlayıp, pazartesi akşamı bu kararını yıkan, egemenliğini ilan etmiş göbeğini şile bezi kıyafetlerle kapatmaya çalışarak aynı zamanda faklı göründüğüne inanmak isteyen, hafta içinde yayınlanan televizyon dizilerin saatini ezbere bilen standart bir insandı. Dürüm yiyen kadar olmasa da muhabbetler esnasında ilginç olmak üzere öğrenilmiş yapma-mistik bir hayatı vardı. Tarot, kahve falı, her gece üzerine çöktüğünü iddia ettiği karabasanlar (ki bu karabasanların yatmadan az evvel yuttuğu yarım ekmek arası kavurma ile ilgili olduğunu zerre düşünmüyordu) gibi bir çok enteresan özelliğe sahipti. Ya da öyle olmasını istiyordu. Akıllı telefonundan bağlandığı sosyal dünyasında, denk geldiği tartışmalara bilgisi olsun olmasın, konuşulan her konuya dalma arzusu ile yanıp tutuşuyordu. Bu dizginlenemez bir arzuydu. Aynı tutkuyu televizyon dizileri esnasında da yaşıyor, dizi karakterleri hakkında akıl almaz çıkarımlar yaparak, birlikte diziyi izlediği anne ve babasına diziyi zehir ediyordu. Televizyondaki, sinemadaki adam/kadın sanki kendisi ile konuşuyormuş gibi oturduğu yerden cevaplar vermekten inanılmaz keyif alıyordu. Tam da bu sırada elinden düşürmediği akıllı telefonundan gelen ses ile sol üst köşede bulunan yuvarlak konuşma balonu içersindeki ufak telefon ikonunu görmesi heyecanlanmasına yetti de arttı bile. Yazan dürüm yiyendi. Sinemaya gitmeyi teklif ediyordu. Üstelik filmi bile seçmişti. Ne kadar da ince, düşünceli bir davranıştı bu. Geçen hafta sonu birlikte oturdukları mekanda yaptığı konuşmalar ile dikkatini cezbetmiş olan cevval, şimdi de onu sinemaya davet ediyordu. Bundan daha iyi ne olabilirdi ki? Teklife önce biraz cilve yaparak uzak durduysa da aslında gitmek için can atıyordu. Hatta hazırlanmaya başlamıştı bile. Ancak bunu karşısındakine belli etmek istemiyor, sanki zorla gidiyormuş gibi bir hava vermek için özel bir çaba gösteriyordu. ” – Bir saate hazır olurum.” demesinden sonra hazırlanması 20 dakika sürdü. Heyecanını bastırmak için zamana ihtiyacı vardı ve kalan süresini bunun için değerlendirecekti elbet.
Dürüm yiyen, sinema salonunun önünde meraklı gözlerle yolun iki tarafını hızlı hızlı kesiyordu. Filmin başlamasına 10 dakika kalmıştı ve neredeyse 45 dakikadır bekliyordu. Planladığına göre Müdahil Hanım yaklaşık olarak 1 saat önce gelmesi gerekiyordu ancak işler tabi ki planladığı gibi gitmemişti. Sağa sola bakmaya devam ederken son 20 dakikadır gözüne kestirdiği, sokağın karşısındaki dürümcüyü son bir kez süzdü. Zamanlamayı iyi yaparsa, koşarak dürümcüye ulaşıp dürümünü paket olarak alabilir, sırtından hiç çıkarmadığı çantası ile dürümü sinema salonuna sokmayı başarabilirdi. Bu kez işler tam da planladığı gibi olmuş, 5 dakika içerisinde çift lavaş dürümü çantasında sinemanın önündeki yerini almıştı ki, Müdahil Hanım çıkageldi.
” – Kusura bakma biraz geciktim.” diye girdi konuşmaya. N’aber? Çok beklettim mi?
Bu gibi durumlarda bir erkeğin yapması gerektiği gibi; “- Yok canım, ben de az önce geldim zaten. Bir kaç arkadaş ile oturuyorduk. Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine konuşmaya dalmışız, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Saati fark edince buraya geldim.” diye yalan söyledi. Aslında aklında salona girmeden evvel alacağı icetea ile sırtında sıcaklığını hissettiği dürüm vardı. ” – Hadi film başlamak üzere, girelim istersen.” diyerek Müdahil Hanım’ı gişeye doğru yönlendirdi.
Bu gece Dürüm Yiyen’in gecesiydi. Başka mekanlarda içmeyerek parasının bir kısmını, üstüne de ucuz dürüm ile akşam yemeğini kurtarmıştı. Ama şimdi, bir şovalyenin sevdiği kızı kurtarmak için ölümü pahasına ejderha ile savaştığı gibi önüne çıkan engel ile savaşmak zorundaydı. Düşüncelerinin içerisindeki sesliği yırtarak kulaklarında uğuldayan soruyu bu kez, biraz daha dikkatle dinledi…
Gişedeki kız ” – Beyefendi? Tam bilet mi, öğrenci mi?” diye yineledi sorusunu. Aynı soruyu yüzlerce kez sormuş olmanın sıkıntısı yüzünden okunabiliyordu. ” – Eee… Öğrenci. Öğrenci, iki tane…Değil mi?” yüzünde tedirgin bir ifade ile Müdahil Hanım’a bakıyordu. Beklediği onayı aldıktan sonra ödeme yapmak üzere parasını tekrar çıkarırken bir kez daha aynı tedirginlikle baktı Müdahil’e. Hiç oralı değildi. İşte şimdi işler karışıyor diye düşündü içten içe. Tam iki bilet parasını gişenin kesik camından içeri uzatmıştı ki, gecesini bir kez daha aydınlatan o konuşmayı duydu; ” – Beyefendi bugün bir bilet alana ikincisi bedava. Şu yeterli…” En son ne zaman bu kadar mutlu olmuştu ki? Ekonomimi düzelteyim derken içine düştüğü bu amansız çukurdan çekip çıkarılmıştı adeta. Koçanlarını aldıktan sonra salona doğru yöneldiler. Mutluluğu hala içinin kıpır kıpır olmasına sebep oluyordu. Salonun kapısına vardıklarında, orada bulunan büfeye sinema adeti gereği mısır patlağı ve içecek almak üzere yöneldiler. Müdahil, ” – Biletleri sen aldın, bunları da ben alayım o zaman.” diye neşesine neşe kattı. Hayatının en mutlu günü bu olmalıydı. Yok canım olur mu öyle şey? diye yarım ağız centilmenlik gösterisi yaptıysa da Müdahil buna izin vermedi. Hem kendisini yancı olarak göstermek istemeyişi ve aynı zamanda Dürüm Yiyen’in sesindeki o tuhaf tedirginlik ile bu jesti yapmaya mecbur hisetmişti. ” – Bir de icetea alayım ben o zaman. Ehehehe…” diye ekledi Dürüm Yiyen…
Salonun kapıları açıldı, biletlerini kestirdikten sonra koltuk sıralarını bulup yerlerine oturmuşlardı ki; hemen yan koltuklarında beliren bir karaltının sesini duydu;
” – Hocam, sanıyorum orası bizim yerimiz.”
Kafasını kaldırıp baktı, bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Aynı bileti kesmiş olamazlar otobüs mü canım burası diye düşünerek, ” – Allah allah, nasıl olur yahu? 9 numara bizimki.” diye cevapladı. ” – Bizimki de 7-8-9 numara. Bakın…” diye kararlı bir şekilde ısrarını sürdürdü karaltı. Arkasında da beraber geldiği bir çift vardı ve haliyle sayı olarak iki adam ediyorlardı. Tartışmaya kalksa mevzu büyüyüp sinema salonunda şaşalı bir sopa yemesine sebep olabilir, bu yetmez gibi üstüne de Müdahil Hanım’a rezil olabilirdi. Tam bu düşünceler ile boğuşurken Müdahil Hanım durumu çözmek üzere müdahil oldu ve; ” – Tmm nys cnm, bz şırıyı kıyılım BARİ!” diye belli belirsiz yükselen imalı bir cümle ile bir koltuk yana oturdu. Kriz çözülmüştü. Artık rahatça oturup dürümünü yiyebilir, filmini seyredebilirdi. Üzerine de hazırda aldıkları mısır patlağını yediğini düşündü, yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi ve gözleri parladı. Aynı anda salonun ışıkları kapandı…
Film sakin bir havada başlamıştı, görüntüler soğuk, sessiz bir ortamı gösterse de onun içerisinde fırtınalar kopuyor, şimşekler çakıyordu. Derhal işe koyuldu, Müdahil Hanım’ın anlamsız bakışları eşliğinde çantasına uzanıp dürümünü çıkardı, Kağıdını telaşla yırtarak açtı. Poşetini de olası lekelerden kaçınabilmek için önüne serdi ve soğuk çayı eşliğinde dürümünü olanca heyecanıyla yemeye başladı. Bir ara kendisini o kadar kaptırmıştı ki, izlediği filmi unutup dürümün içinde ne var acaba diye düşünürken buldu kendisini. Tam bu sırada karanlığın da etkisi olsa gerek, yanında oturan “karaltının” kendisine baktığı hissine kapıldı. Neye bakıyordu ki bu adam? Hem yerinden etmiş, üstüne bir de karanlıkta kendisini mi kesiyordu? Dönüp kısa bir bakış attı, karaltı suratında memnuniyetsiz bir ifadeyle filmi seyrediyordu. Yanıldığını düşündü, yemeğine devam etti.
Filmin ilerleyen dakikalarında, iki karakter birbirleri ile bir tartışma içerisinde karşılıklı enfes tiradlar atıyorlar, sanki konuşmuyor da cümlelerini kitaplara yazmış yastık kavgası yapar gibi bu kitaplarla birbirlerini bilgi ile, fikir ile dövüyorlardı. Dürüm yiyen de çok heyecanlanmış; her tirad sonunda bir soluk alıyor, kağıdını sıyırıp yırttığı dürümünden bir sonraki lokmayı hunharca ısırıp çiğniyor, üzerine de soğuk çayını içerek sanki filmi izlemiyor, bu savaşı içerisine hapsediyordu. Tam bu sırada fazla heyecanlanmış olacak ki, ısırdığı yerden ufak bir kağıt parçasını da dürüm ile birlikte mideye indirdiğini fark etmedi bile. Soğuk çayını eline aldı, tam içmek üzere kaldırmıştı ki kutunun ağırlığı onu yine tedirgin etti. Dürümün sonuna yetişemeyecek kadar az kalmıştı, kaderini kabul edip son yudumunu da aldıktan sonra dürümün geri kalanını kuru kuru yemek zorunda kaldı.
Tüm bunlar olurken, Müdahil Hanım’ın içinde tutamadığı ateş bir kez daha ortaya çıktı. Tiradlar esnasında karakterleri can kulağı ile dinliyor, onlara cevaplar veriyor, kendisini karakterler ile karşılaştırıp üstüne bir de galip geliyordu. Yalnız anlam veremediği tek şey; yanında oturan, engin fikirleriyle onu etkilemiş, sinemaya davet edip biletini almış bu centilmenin hunharca dürüm yiyişiydi. Çok fazla üstünde durmadı, coşkuyla ve yüksek sesle filmdeki karakterleriyle olan savaşına geri döndü.
Dürüm Yiyen tam mısırını yemeye başlamıştı ki; ışıklar yandı. Soğuk çayın verdiği etki ile çalışmaya başlayan boşaltım sistemini dizginlemek üzere tuvalete gitmesi için tam zamanıydı. Salondan üst kata çıkarken Müdahil Hanım’a film hakkındaki görüşlerini dile getirmekten çekinmedi. Ne kadar sofistike olduğunu, filmin felsefesini, insana kattığı değeri vurgularken tuvaletin kapısına geldi ve izin isteyerek içeri girdi. Kabine doğru yöneldiği sırada pisuar başında konuşan iki adamın sesine kulak kabarttı.
Bir tanesi; ” – He lan he. En entel sensin. Filozofsun, muhteşemsin he ya. Allahın Öküzü! ” diye sinirli sinirli yanındakine doğru imalı bir şekilde çemkiriyordu. Diğeri cevap verdi: ” – Dürüm yiyen dingil o muydu lan?” Kabinin kapısını kapattığı sırada duyduğu bu son cümle doğru olabilir miydi? Bir anda ilk konuşanın yanında oturan “karaltı” diğerinin de birlikte geldiği adam olduğunu anladı. Kendisinden bahsediyorlardı. Üstelik az önce Müdahil Hanım’a söylediklerini de duymuş olacaklardı ki, kendisiyle dalga geçiyor, üstüne bir de hakaret ediyorlardı. İnsanların ne kadar kaba, ne kadar terbiyesiz olabildiklerine inanamadı. Adamlarda kendisinin geldiğini fark etmiş olacaklar ki, konuşmayı kestiler ve hemen sonra tuvaleti terk ettiler. Şaşkınlığını atlatamadan tuvaletten çıkıp Müdahil Hanım’ın yanına doğru yönelmişti ki az önce kendisi hakkında küfürler savuran “karaltının” merdivenlerden çıktığını gördü. Karaltı yine memnuniyetsiz, kaba bir ifade ile merdivenlerden üzerine doğru geliyordu. Seninle aynı seviyeye inemem diye düşünüp, geldiği yere doğru döndü. Biraz oyalandıktan sonra karaltının gittiğini fark edip, salon katına geri inip büfenin önündeki yerini aldı. Mısırın üzerine şöyle güzel bir çikolata hiç de fena olmazdı…
Salona girip yerine oturdu, Müdahil Hanım ile film üzerine felsefi bir tartışma yaptığı sırada, karaltı tek başına gelip yanına oturdu. Ne ahlaksız bir adam bu! diye düşündü ancak istifini bozmadı. Kısa bir bakışın ardından konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Tam bu sırada ikinci kısım başlamıştı. İşte şimdi mısırları yemenin vakti gelmişti. Karelerin hareket etmesi ile birlikte Dürüm Yiyen’in de elleri hızlı hızlı hareket etmeye başladı. Mısır da şahane! diye Müdahil Hanım’a gizli bir teşekkür ima etti. Mutluydu.
Ne acıdır ki mısırın sonuna geldiği sırada bu mutluluğu bir kabusa dönüştü. Her mısır yiyenin başına geldiği gibi, mısır kabuklarından biri dişinin arasına kaçmış, onu ölesiye rahatsız etmeye başlamıştı. Ama hayır! Bu gün onun günüydü ve hiç kimse ya da hiç bir şey onun moralini bozamazdı. O mısır kabuğu ile savaşacak ve bu savaşı kesinlikle kazanacaktı. Mısır kabuğu azı dişilerinin arasına kaçmıştı. Şartlar mısır kabuğunun yanında olsa da Dürüm Yiyen bu dezavantajla dahi olsa galip gelecekti. İşaret parmağının ve dilinin de yardımı ile bir süre uğraştıktan sonra arada dişinin arasında kalan etleri çıkarmaya çalıştığı zamanlardaki gibi “civıırcckk” diye çekerek nihayetinde kabuğu yerinden çıkardı. Parmağının ucunda duran turuncu-sarı kabuk filmin ışıkları ile aydınlanıyor, Dürüm Yiyen’e hayatı sorgulatıyordu. Uzunca kabuğa bakarken, insanların ufak şeylerden nasıl bu kadar çok etkilendiğini ve ne kadar da dert ettiklerini düşündü. Görmüş geçirmiş bir tavırla tebessüm ederek kabuğu ağzına attı, çiğnedi ve yuttu. Zafer onundu. Şimdi de sıra bu zaferinin ödülünü almaya gelmişti sıra. Tabi ki bu fıstıklı çikolatadan başka bir şey olamazdı…
Muhteşem zaferini taçlandırmanın vakti gelmiş de geçiyordu bile, çikolatasını açıp bu mükemmel ödülü iştahla mideye indirdi. Film de ne kadar uzun bir filmdi yahu? Kendi savaşından kazandığı ödülü ve filme verdikleri ödülü düşündü. Nesini beğenip vermişlerdi acaba? Filmin geri kalanını da yediklerini öğüterek, ara sıra burnundan çıkardığı sessiz geğirmeleri filmin yüksek sesli sahnelerine denk getirmeye çalışarak geçirdi. Nihayet film bitmişti. Yanındaki karaltı ve arkadaşlarının çıkmasını beklemeden diğer taraftan hızlıca salonu terk edip dışarıya, açık havaya ulaştı. Müdahil Hanımla otobüs durağına kadar hummalı bir film eleştirisine girdiler. Karakterlerin nasıl işlendiğinden tutun da günümüz çerçevesinde insan sınıfının ayrımına kadar bütün konuları bu kısacık yola sığdırmayı başardı Dürüm Yiyen. Zafer yine onundu. Müdahil Hanım’ın yüzündeki gülümsemeden bu gecenin güzel geçtiğini anlayabiliyor, bu da ilerleyen günler için kendisine cesaret veriyordu. Bir sonraki buluşmada elini tutsam, sonra bir park yaparız. Seğmenler falan derken yürür bu iş ya… Oldu oldu. Evet… diye düşündüğü sırada Müdahil Hanıma otobüsün dışarısından el sallamayı ihmal etmedi. Kendi durağına doğru yürüdüğü esnada gelecek planlarını, mutlu geçireceği günleri düşünmüştü bile. Mükemmel bir temmuz akşamında şahane bir gün geçirmiş olmanın haklı gururu içerisinde yatağında uykuya daldı… Rüyasında Müdahil Hanım ile çocuklarına dondurma ısmarladığını gördü. Gelecek, güzel bir gelecek olacaktı…
—————————————————————————————————————
Karaltı (Ben); Bir temmuz akşamını bir önceki akşam kararlaştırıldığı üzere arkadaşlarıyla sinema salonunda ödüllü bir filmle değerlendirmeye karar vermişti. Güzel bir gece olacaktı bu. Biletleri aldıktan sonra, bir süre oyalanıp sinema salonundaki yerlerine geçmek üzere iken, kendilerine ait yere oturmaya çalışan birini görmüş, kibarca uyarmıştı. Yerlerini aldıktan hemen sonra film başlamıştı. Ancak; karaltı’nın bu mutluluğu yandaki ayının dürüm çıkarmasına kadar sürdü. Sonrasında bu mutluluğunun yerini; ağız şapırtısı, yutkunma sesleri aldı. Yanında parmağını gırtlağına kadar sokmuş bir öküzü görmezden gelmeye çalışarak, cıvırrrcckk efektleri ile filme odaklanmaya çalışarak ve sinirle yanındakine küfür ederek geçirdi. İlerleyen günlerde bu sinirini, bir yazı yazıp bu öküze ithaf etmek için kullandı. Bilgisayar başında saatler geçirdikten sonra yazının sonuna geldiğinde sırıttı. Şimdi daha mutlu bir adamdı ve bu zaferini fıstıklı bir çikolata ile taçlandırmaya karar verdi….
SON