Edebi değeri yüksek olup da edebiyatın nasıl bir tutku olduğunu hatırlatırcasına akıcı olan kitapları derledik.
gecenin sonuna yolculuk – louis ferdinand celine
okumaktan paramparça edilebilen kitap.
“insanlar o boktan anılarından, çektikleri sıkıntılardan bir türlü vazgeçmek istemezler ve ne yaparsanız yapın bunun dışına çıkmalarını sağlayamazsınız. ruhlarını böyle oyalarlar. bugün yaşadıkları haksızlıklardan intikam almak için geleceği bokla sıvamaya uğraşırlar kendi içlerinin derinliklerinde. hem adil hem de ödlektirler aslında. doğaları budur”
j. g. ballard – kokain geceleri
suçun toplumun gelişiminin nedeni olduğu gibi ballardvari bir tez üzerine kurulan kitap, ilk defa onun evrenine giren okuyucu için cazip gelmeyebilir. finale dek “katil kim” tadında bir agatha christie okuyor hissine kapılmak mümkün… son bir kaç episodla tezini pes sesle dile getiriverir… yine de onun felsefesini anlayabilmek için şüphesiz çarpışma (crash) ile başlamak gerekli gibidir.
dino buzzati – tatar çölü
hayatın tek bir kere yaşanılabileceğini, bu nedenle bir ömürü en iyi değerlendirmek geretiği öğütünü veren sarsıntıcı öykü. kitaptan alınan mesaj: abuk subuk korku veya hayallere kapılıpta gerçek hayatı yaşamayı unutma. önüne gelen küçük büyük şansları değerlendir. yaşa. (bkz: life is yours live it)
kör baykuş – sadık hidayet
“odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş.”
daha fazla ne söylenebilir ki bu kitap üzerine…
brooklyn çılgınlıkları – paul auster
yine o sade ama çok akıllı cümleleriyle, son zamanların en dokunaklı diyaloglarıyla, içinde barındırdığı kafka hikayesiyle, paul auster’in en sevdiğim kitaplarından biri olmuştur the brooklyn follies. auster sanki biraz başkadır artık, daha az kızgın, daha çok kabullenmiş, sanki biraz yaşlanmış, ama en çok da yazının içinden size sıcak sıcak üflemiştir. öyle bir keyif olmuştur bu romanı okumak. postmodernizmin mutlu sonudur.
ayn rand – the fountainhead
mükemmel bir modernizm manifestosu. herkesin kolay kolay okuyup sindiremeyeceği ama okuyanın da kolay kolay bırakamayacağı tam bir baş yapıt. howard’ın egoism olarak gördüğü bence korkunç bir hümanizmle kaplanmış durumda. böyle bir ego ve insan ruhu olamaz gerçekten. mimarı gibi insanın doğaya üstünlüğünün en somut hallerine hayran hayran bakarken insan, kare dikdörtgen ve üçgenin sadece insana ait keşifler olduğunu ve doğa da bunların bulunmadığı da kitaptan çıkarılan diğer dip notlar.
alexandre dumas – monte kristo kontu
bu öyle güzel öyle mükemmel bir kitaptır ki bunun filmini yapsan her daim tutar, şiirini yazsan herkes okur, tiyatro oyunu yapsan salonlar dolar taşar, kebabını yapsan herkes afiyetle yer, turşusunu kursan her kokoreççide önüne getirirler, yani demem o ki bu kitap öyle güzel yazılmıştır ki bu hikaye öyle güzel anlatılmıştır ki ne şekilde sunarsan sun mutlaka beğenilir. kitabın ingilizce olan ve kolaylaştırılmamış sürümü de bin küsur sayfadır. penguen yayınlarından bulunabilir.
zadie smith – inci gibi dişler
kitabın arkasında yazdığına göre zadie smith kitabın 80 sayfalık müsveddesini yayınevine götürdüğünde 250 bin pound avans almış. nitekim kitap çıktıktan sonra da ödüllere boğulmuş. çok normal, o kadar güzel bir anlatımı var ki çünkü bu kızın sanki kitap okumuyormuşsunuz da sohbet ediyormuşsunuz gibi geliyor. müthiş bi mizah anlayışı ve bu genç yaşta fark edilmesi çok zor detaylarla dolu bir kitap. londranın göçmen mahalleleri arasında geçen hikayedeki tiplemeler tam anlamıyla müthiş, hintliler, jamaikalılar, müslümanlar, yehova şahitleri… kitabın ortalarına doğru artık karakterler kanlı canlı insanlarmış gibi gelmeye başlıyor okuyana. tatile çıkmak gibi bişey bu kitabı okumak. ayrıca olay örgüsü de dillere destan.
haruki murakami – zemberek kuşunun güncesi
insanın elinden düşüremediği, uykusuz kaldığı, işyerinde bir toplantı mı uydurup kaçsam ya da tuvalete kendimi kitleyip de devamını getirsem dediği sürükleyici, tuhaf, sembolizmin dibine varmış, insanın elinden bırakamadığı murakami tarzı roman.
absürtlükler, birbirine karışan ve tuhaf bir şekilde paralellik gösteren olaylar sinsilesi, gözünüzün önünde beliren tiplemeler, ta içinize çekip kokusunu adeta hissedip kokladığınız parfüm ve bira kokusu, kucağınıza alıp okşadığınız kedi, kendinizi kapatıp keşke benim de bir tane olsa dediğiniz kuyu, efsunlu erotik sevişmeler, sürekli gülümseyen hoş ve ince elli tarçın, kötü bakışlı kayınbirader, derileri yüzülürken bakmak istemediğiniz japon istihbarat subayı, albayın güzel ama abartılı yazısı, kolalı elbiseleri ile kumiko, birbirine sadece tuhaflıkları ve bedenleri ile benzeyen kano kardeşler… okunası sevilesi murakami kitabı. hani sonunu beğenmeseniz de olur… 738 sayfanın çok çok azı tatsız.
gündüz vassaf – cehenneme övgü
özgürleştirici bir kitap. bir yerden sonra o totaliter, bu totaliter, ne totaliter değil lan it deme isteği uyandırsa da gözlemlerin çok yerli yerinde olduğu bir eser olmuş. yaşamı ön plana alan anlatılarda yaşamın önüne geçebilecek, onu kategorize, standardize edebilecek ve bir hiyerarşik düzene sokabilecek farklı farklı kollektif ve bireysel eğilimler güzel güzel, ferah ferah anlatılmış.
hayatımızda hüküm süren bu kadar kurum ve değere karşı bu kadar hoşgörülü bir farkındalık arayışını takdir etmemem zor. gündüz vassaf’ın ellerine sağlık, keyifle, ilgiyle okuduğum bir eser oldu.
oruç aruoba – ile
ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu olursa olsun, kim okursa okursun, bazen ilişkiyi yaşayanların birbirine sordukları soruları, verdikleri cevapları bile daha önce kendi ilişkilerinizde harfi harfine duymuş olma olasılığınızın bulunduğu, “ilişki”yi felsefi bir şekilde başarıyla sorgulamayı becermiş çok duru, sade ve bir o kadar da bazı soruları cevapsız bırakan – belki gerçekten de cevapları yoktur o soruların – bir oruç aruoba eseri…
nikos kazancakis – zorba
bizlere çok ama güzel öğütte bulunan bir kitap:
“dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be insan, avara et ve korkma! tanrı baş şeytandan çok, yarım şeytandan iğrenir.”
can yayınları 12. baskı sayfa: 261
charles bukowski – kadınlar
felsefi yaklaşımlar veya yeni fikirler beklentisine girilmeden okunması gereken kitap. yüksek oranda erotizm içermesiyle de bağlantılı olarak akıcılığı üst düzey. daha çok “ona atladım, buna atladım” tadında olsa da yazarın güzel değerlendirmeler yaptığı birkaç yer olduğunu düşünüyorum ve beğendiğim bir tanesini buraya bırakıyorum:
“hiçbir şey birbiriyle uyum içinde değildi. insanlar ne varsa körlemesine el atıyorlardı. komünizm, sağlıklı gıdalar, zen, sörf, bale, hipnoz, grup seksi, sefahat, bisiklete binme, şifalı otlar, katolisizm, halter, seyahat, el etek çekme, etyemezlik, hindistan, resim yapma, yazma, heykel yapma, beste yapma, icra etme, sırt çantası, yoga, çiftleşme, kumar, içki, aylaklık, donmuş yoğurt, beethoven, bach, buda, isa, tm, havuç suyu, intihar, ısmarlama elbiseler, jetle seyahat, new york, derken hepsi uçup gitti. her biri yana dağıldı. insanlar ölümü beklerken yapacak bir şeyler bulmalı. seçeneklerin olması da güzel bir şey herhalde.”
philip k. dick – androidler elektrikli koyun düşler mi?
soğuk savaş’ın izlerini ve korkularını taşıyan muhteşem bir bilim-kurgu. insan varlığına, gittikçe gelişen teknolojiye, üçüncü dünya savaşı korkusuna, bugün gittikçe bizi korkutan yapay zeka gelişimini yaklaşık 60 sene önce ele almıştır bu romanında philip k. dick abimiz.
ahmet ümit – kukla
ahmet ümit romanlarından bir tanesi. 700 küsür sayfalık kitabı soluksuz okuyarak 3 günde bitirdim bu yaz. tabii okuduğum zaman bir haftalık tatil dönemine denk gelmişti. kitabı okuduğum üç günün ikisinde denize giremedim doğru dürüst ‘ay şu bölüm de bitsin, ay şu sayfa da geçsin’ diye diye… bazı bölümlerinde okuyucuyu iyice şaşırtıyor, sesli tepkiler vermenize yol açıyor. (aaa, uuu, ohaaa, yuuh, vb)
yani diyeceğim o ki; kitap arayışı içinde olanlar, polisiye sevenler, ahmet ümit’e azcık da olsa bir sempatisi olanlar bu kitabı mutlaka okumalı.
j. k. rowling – harry potter serisi
her bir halttan kaçış gezegenim. büyülü dünyam.
13 yaşımda, hayatıma ilk girdiğinde beni nasıl etkilediyse ve nasıl sevdiysem şuan 27 yaşımda beni yine aynı şekilde etkiliyor harry potter’ın dünyasının içindeki herşey. büyüler, süpürgeler, iksirler, sihirli yaratıklar ve pek tabii hogwarts’ın içinde kaybolmayı çok seviyorum. ne zaman kaçmak istediğim bi konu olsa kitaplardan birini elime alır gömülürüm. bayılıyorum.
1 comment
harika bir yazı olmuş