Bugün dilim kemiğim oldu kalemim ise toz bulutu olup uçtu gitti.Ben bugün kendime yazıyorum bir başkasına değil.Ya da bir başkasına,bilemiyorum.
Eğer dünya işine gelene dönmemiş olsaydı,arka planda çalan şarkımız,sağ elimde – baş ve orta parmağımın arasına sıkışmış – sigaram ve sol göz ucumla bakışan çay bardağım karşımda olmazdı.
Eğer dünya işine gelene dönmemiş olsaydı…
Tesadüf,rastlantı,kader ne diyorsan o işte bir araya getirdi bizi.Kalplerimiz de olabilir aslında.Aklımız ve ruhumuz da…Bazılarına aptalca gelebilir biliyorsun ki ben seni hiç görmedim.Ama görmek için göz mü gerekir ? Hissedilemez mi bir kişi ? Ben hissettim.Ellerimi avuçlayan ellerini,gözlerime bakan gözlerini,dudaklarımla buluşan nefesini hissettim.
Sende biraz çocuk biraz adamdım ben,bazen de kadın.Huysuz bir yaşlı da oldum bazen.
Seni,kara ilk defa elleri değen bir çocuğun mutluluğu gibi sevdim.
Seni,boynu bükük omuzları dik belki büyük belki küçük kanatlarının altına alan bir adam gibi sevdim.
Seni,seni bir kadın gibi sevdim.
Bu tabirin bir tarifi yok,bilirsin ki kadınlar bir çocuğa “anneni-babanı ne kadar seviyorsun ” sorusuna kollarını iki yandan açıp arkada birleştirerek “işte bu kadar seviyorum” dedikleri gibi severler.
Yani,fazlasıyla büyük.Bunu bana sen öğrettin sevgilim.
Seni bir sabır taşına dönüştüren tüm olumsuzluklarım için özür diliyorum.Ama bir insan her yönüyle sevilmez mi ? Sevilir,sevilmeli.Ben de sevdim
Sabah uyanınca başucunda yeni giysilerini gören bir çocuğun bayram telaşı gibi hemde.
Lakin seninle ilgili hiç bir şey bilmiyorum. Kafede otururken gözlerin uzaklara nasıl dalar ? Dudakların çalan şarkıya nasıl eşlik eder ? Bilmem. Ellerini masada birleştirerek omuzlarını öne doğru uzatır mısın,gülünce gözlerin parlar mı ? Bilmem. Nasıl sarılırsın ? Nasıl dokunursun ? Ben sadece sesini bilirim şiir gibi.
Eğer hayat denilen şey bu kadar orospu olmasaydı bilirdim.
Eğer hayat denilen şey…
Sana uzaklardan yazan birisi olarak soruyorum. Ellerin sıcak mı ?