Futbolla yatıp kalkan, kendini futbolla özdeşleştiren, takım tutmayı -çoğunlukla- babadan oğula adeta kalıtımsal geçiren, herkesin bir top koşturmuşluğunun olduğu bir ülkenin genel edim ve eğilimlerinin de bundan etkilenmemesini beklemenin hata olduğu görüşündeyim.
Son dönemlerde yaklaşan ve ilginç seyreden kur krizi, diplomatik krizler ve bizim söyleyecek çok şeyimizin ardında yatan asıl yetersizliklerimiz… Neden soruları, bazı sinir krizleri, karşılaştırmalar ve ardı arkası kesilmeyen iddialar… Komplo teorilerinin dinden hızlı yayıldığı bir dönemdeyiz. Hak vermek gerekiyor. Genellikle orta sınıflar üzerinden ekonomi-sosyal okuma yapma girişimleri daha yaygın, bir de tercih yanlışları.
Gelin görün ki, toplumsal eğilimlerimizle edimlerimiz arasında oldukça büyük bir benzerlik bulunmaktadır. Türk halkı olarak, dünya genelindeki baba sosyologların genel olarak AB ve ABD toplumları üzerinden okudukları tahlillerin bazıları bizimle tutsa da, ilginç jeopolitik konum ve toplum dinamikleri nedeniye bazı sınıfsal ve baskın geleneksel yönlerden keskin ayrılıklarımız var.
Şimdi bunlardan bazılarının futbol üzerinden nasıl okunabileceği denemesine bir girişielim.
ASELSAN, 1975 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin haberleşme cihaz ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın bir kuruluşudur. Amerikan ambargosu sonrası kurulmuş ve bugün savunma sanayi halkalarımızın bel kemiğidir demek yanlış olmaz sanırım. Peki haklı bir soru olarak, neden 1964’teki Kıbrıs’a harekat düzenleyemeyecek kadar yetersiz oluşumuz üzerine değil de, 75’teki ambargo sonrasında kuruldu?
Futbolda takımınızın asıl eksiklerini, basit ve sıradan maçlarda görmezsiniz. Reel büyüme denilen durumunuzu ABD ile karşı karşıya geldiğinizde ancak anlayabilirsiniz. Bu karşı karşıya gelişler ise halen daha stratejik- jeopolitik etkenlerin daha ağır basması üzerine gerçekleşmiştir.
Galatasaray – Real Madrid maçı, 18 Eylül 2013. Sezon öncesi süper kupayı kaldırıp sezona tur umuduyla başlayan sarı kırmızılı ekip, evinde çok ağır bir malubiyet alıyor. Yani yaklaık aynı kategorilere bulunduğunuz devletler üzerinde daha etkili olabilirken, sizden büyük birinin sizi silip süpüreceğini göremiyorsunuz.
Veteran futbolcular alıp, kısa vadeli ya da sürekli veteran alıp sürekli kısa vadeli ama döngüsü hızlı bir takım kurmayı planlıyorsunuz. Nadiren oyuncu ihraç ediyorsunuz. Bazen kurguyu doğru yapıp UEFA kupasını Türk ağırlıklı bir kadroya nokta takviyeler yapıp kazanabiliyorsunuz. Fakat ondan sonraki yirmi yılda hep bundan küçük ve vizyonu kısaltılmış başarılarla sürekli olamıyorsunuz. Zirveye bir kez çıkmak büyük bir heyecanın etkisiyle gelse de bu geçici bir rüzgardır. Önemli olan iklim yaratmaktır. Bir kez zaferi tattıktan sonra uzun yıllar başka zafer elde edilememesi gösteriyor ki, stratejilerimiz hep ilk hedefe odaklı, ardına değil yahut ardına odaklı fakat sürekliliği sağlayacak anlayışı ekolleştirememişiz. Böylece kişiler ve dönemler üzerinde takılı kalan toplumsal süreksizliğimizle başbaşa kalıyoruz. Aynı büyüme rakamlarının aldatıcılığı gibi.
Şimdi yeni bir zorlu dönemdeyiz, ligde şampiyonluğun ardından Real Madrid’e 6-1 kaybediyoruz fakat gruptan çıkmak için, acilen hem görece uzun vadeli hem de kısa vadede yapılabilecek en büyük değişiklikleri yapıyoruz. Bunların hepsi zaruretten çünkü reeldeki durum gruptan çıkamamaya hiç mi hiç benzemiyor.
Neden şimdi? Neden on yıl önce değil?
Çünkü futbol anlayışımızdan belli efendim, şaşırıp dövünmemek gerek. Tuttuğumuz takımlara verdiğimiz bilet ve forma ücretleri sırasında aynı takımlar da üretemiyor, kurumsallaamıyor, etkisiz halde kalıyorlardı. Kendi toplumsal yapımız, yerli oyuncularımızın rahatlığı ve takımlarımızın ekolleşememesi doğrudan toplumumuzun yansıması diye düşünüyorum. Parayı saçmakla olmuyor, olmadı, olmayacak. Süreklilik ve çağa uygun anlayışlar geliştirmek zorundayız. Bunlar yirmi yıl önce de geçerliydi, şu an da geçerli.
Ağır skorlar alıp bir yerden sonra oldukça geride kaldığımızı fark edemediğimiz sürece yeni bir anlayış koymuyoruz. Savaşkanlığımız günlük mücadelelere dönüşmüş durumda. Bir yerlere boşaltıyoruz hırsımızı ve bu bize yetiyor, ancak kendi ligimizdeki takımlar bizim eksikliklerimizi göstermiyorlar ve biz de bu durumdan bir haz duyuyorduk. Bunu çoğunluğun inkar etmemesi gerekiyor, aksi halde ne spor ne de siyaset bugün bu zorlukları yaşamazlardı.
Spor topluma kültür yönüyle, toplum da spora insan gücü ve kültürü yönüyle pozitif döngüyle bağlı. Bugün başımıza gelenlere çok acayip işler olarak bakmak nafile ve dünkü kolaycılığın bir benzeri.
Farklı değişkenler olsa da ana madde aynı, çünkü sporu da siyaseti de kuran aynı toplum.
O.T.K