Gökten geniştir insan beyni
Koyarsanız yan yana ikisini
Biri içine alır ötekisini
Kolaylıkla, yanında sizi
Denizden derindir insan beyni
Tutarsanız mavisi mavisine
Biri yutar ötekisini
Sünger ile kova gibi
Tanrı ağırlığındadır insan beyni
Kaldırırsanız dirhemi dirhemine
Farklılık gösterir birbirinden
Hecenin sese olduğu gibi
Emily Dickinson
Bu mertebede kudrete sahip zihnimi boyunduruğa vurduğumu fark ettim; umursamadan, acımasızca. Sözüm ona ilerlemiş medeniyetin efendisi bizler, yüzyıllar öncesinin beşerinden bilimsel ve teknolojik manada üstünüz belki, ancak vücut verdiğimiz canavarlara köle olarak felsefi ve ahlaki melekelerimizi körelttik, katlettik. Pek çok dille, kadim öğretilerle donanımlı eski çağın mütefekkirleri zihinlerini entelektüel bediiyetle doldururken bizler ne yapıyoruz, ne hâldeyiz? Geçmiş beş yılın dahi muhasebesini yapmaktan yoksun; şüphe etmekten, tarihten günümüze miras kalmış irfanı temin etmekten, her şeyden önemlisi düşünmekten yoksun bir sürü. Şaşmamak gerek, mücadelesiz kazanca kimse değer vermez. Günümüz “insan”ının laneti de buymuş; özünü unutarak, hakikate sırt çevirerek ve zihnini körelterek manen intihar etmek.
Kendimi bu yığından hariç tutmam da pek mümkün değil artık, tefekkürü rafa kaldırmış ve manasız güncel zırvalara, muvakkat hazlara kendini teslim etmiş bir kimseye söz hakkı dahi vermemek gerek. Farkındayım ama müdahaleden âcizim, tembellik tahakkümünde iken elimden pek bir şey gelmiyor. “Vazife her zaman zor hâle getirilmelidir; zira yalnızca zor olan, asil kalplilere ilham verebilir.” demiş Kierkegaard; tasasız, kolaylığa alışmış bir yaşam hakikaten ruhu zayıflatıyor.
İşte o zaman gökten geniş beyin,
yekten küçülerek vasfını kaybediyor.
Göktuğ Kaan Kara