Gökyüzü gittikçe kararıyor, kara bulutlar şehre çökmek için gecenin karanlığını bekliyordu. Az zaman sonra bekledikleri oldu ve gecenin zifiri karanlığına katkı yaptılar ve gökyüzü kapkaranlık oldu. Bu daha önce görülmemiş, yaşanmamış bir doğa olayıydı. Bu doğa olayı mıydı? Bu da kafalarda cevaplandırılmayı bekleyen soru işaretiydi.
Karanlığın gittikçe artmasıyla köpekler buldukları ilk arabanın altına kendilerini atarken kediler onlardan saklanma konusunda daha maharetli olduklarını kanıtlarcasına küçük bünyelerini kullanarak arabaların teker aralarına girdiler, çöp kovalarının içine girdiler. Yine köpeklerden üstün olduklarını kanıtlamak istercesine tellerden, düz duvarlardan tırmanarak sığınacakları yerler buldular, balkonlardan içeri girip evlerin odalarında yatak altlarına saklandılar. Birisi saklandığı yatağın altında küçük bir çocukla göz göze gelince kovalanıp tekrar dışarı kaçmasıyla kendine saklanacak yeni bir yer bulma isteği aynı anda oldu. kuşlar buldukları ağaç kovuklarına, yılanlar yer altlarındaki yuvalarına saklanmayı daha güvenli bulurken öyle bir karanlık bastırdı ki sokaklarda hareket eden hiçbir şey kalmadı. Yaşamın tek izi yanan evlerin ışıklarından ibaret oldu; taa ki elektrikler gidene kadar.
Bir anda gökyüzü gürledi, çocuklar korktular. Bir yere bir yıldırım düştü. Ağacı ikiye ayırdı. Şiddetli yağmur sabahın ilk ışıklarına kadar durmadı. Kimi evler su altında kalırken yolar çamura belendi. Sabahın ilk ışıklarını dünyaya yansıtarak kara bulutları kovan güneş gökyüzüne yeniden aydınlık getirirken çocukların korkulu uykularından uyanması, kedilerin,köpeklerin ve diğer canlıların saklandıkları yerden çıkması da aynı anda oldu. hayat yeniden devam eti, kara bulutlar, şiddetli yağmur, yıldırım, ortadan ikiye ayrılan ağaç, hissedilen korkular unutuldu. Kıyamet gibi bir gece yaşanmamıştı. İnsanlar günah işlemeye yeniden devam etiler, savaşlar yeniden başladı, yeniden ağlayanlar, ağlatanlar oldu… her şey yeniden devam ederken evlerden birinden şöyle bir konuşma duyuldu:
- Erken kalksaydın.
- Ne yapacaktım erken kalkıp?
- Ne, ne yapacaktım? Erkenci olacaksın ki…
- Erkenci mi? Ben küçüklüğümden beri erkenciyim. Erken doğdum, erken evlendim, erken çocuk yaptım, erken büyüdüm, erken uyudum, erken uyandım. Elime ne geçti?
Sema bunu derken avuçlarını açarak kocasına gösterdiğinde ellerinin çalışmaktan yıpranmışlığı kocasının gözünden kaçmadı. Ellerinin yıllar geçtikçe sertleşmiş olması da hayatta erken büyümüş olduğunu bağırıyordu. Elerlin dili olsaydı da kocasına bağırsaydı.
Sema kısa boylu, kilolu, tombalak kadın denen tiplerdendi. Burnunun ucu da hafiften tombalak olduğu için ona köyde tombalak burunlu sema derlerdi. Köyde herkesin bir lakabı vardı onun ki de buydu. Sema fazla konuşmaz, sorulmadıkça söylemezdi. Hayata erken başlayan, erken büyüyen kadınlardandı. Daha on altı yaşında evlendirilmiş on yedisinde çocuk doğurmuştu. Baba evindeki tarlalarda çalışmaktayken bir sabah kendisini kayın babasının tarlasında çalışırken bulmuştu. Hayatı pişmanlıklarla dolu, içi babasına, annesine kinle dolu bir kadındı. Artık yaşı ilerlemiş dünya batsa umurunda olmuyordu. Eskisi gibi sabahları erken kalkmıyordu. Saat on bir olmadan yataktan çıkmazdı. Bazen uyanırdı on bir olana kadar yatağın içinde geçmişini düşünerek öfke duyar sonra da bir hışımla yataktan çıkar kendini işlere verip düşündüklerini unutmaya çalışırdı. O sabah da kocasıyla tartışması bunun üzerineydi. Gece kopan fırtına, giden elektrik umurunda değildi. Gece kıyamet kopmuş olmasını bile isterdi. Kocasına iki çocuk vermiş, yıllardır yaşlanana kadar ona bir köle gibi hizmet etmiş, malını davarını sağmış, tarlasını çapalamıştı. Uyumak artık hakkıydı.
Sema hayal kuran, hayallerinin suya düştüğünü gören kadınlardandı. Uyumak onun hayatının artık tek gerçeğiydi. Hayalleri kalmamış bir kadının elinde tek şeydir uyumak. Geçmişi unutabilmenin, hatırlamaktan kaçmanın, dünyaya gelmiş olmamayı istemenin tek yoludur uyumak. O da öyle yapıyor, öğleye kadar uyuyor, uyanınca da “bugün de günü yarıladık”, diyor, kendini işe veriyordu.