İnsanın esasında bir hayvan olduğu hakikati her fırsatta göze çarpıyor. Medeniyetin teşekkülü, kültür ve sanatın ortaya çıkmasıyla birlikte hayvansı güdülerimiz bir nevi süslenerek, makyaj yapılarak bambaşka bir şeymiş gibi gösterildi. Bunlardan ilki aşktır. Medeniyetten önceki insan için kadın bir cinsellik objesi, kadına duyduğu çekim ise üreme güdüsünden ibaretti. Medeniyetten sonra kadın toplumda hak ettiği yere kısmen kavuştu. Mütefekkir ise diğer birçok güdüde olduğu gibi üremeyi de sildi, bilinçdışına attı, değersiz addetti. Bunun yerini dolduracak olan “aşk”, yine de içerisinde üreme güdüsünden kalma çekimi barındırıyordu; buna da sevgili mütefekkir, çok farklı bir şeymiş gibi “cinsellik” adını koydu. İşi daha da ileriye götürdü, “make love” deyimini cinselliğin karşılığı olarak telakki etti.
Asıl değinmek istediğim diğer nokta: Sürüye aidiyet. Medeniyetten önceki insan yalnız kalmak istemezdi, zira kudret sahibi olmanın yolu bir topluluğun mensubu olmaktan geçiyordu. Bu kudret yalnızca fiziksel anlamda varlık göstermiyordu, insan zihinsel anlamda da kendinde cesaret buluyor, eylemlerini daha rahat bir şekilde gerçekleştiriyor, daha rahat kendini ifade ediyordu. Medeniyetten sonraki insan bu güdüden hiçbir şey kaybetmedi. Yine yalnız kalmak istemiyor, kaldığında ise iptidai bir refleks, bir arkadaş grubuna dahil olma arzusu zuhur ediyordu. Zira kaybetmediği “aidiyet” güdüsünü doyurmak, tatmin etmek gerekmekteydi.
Aidiyet hissi kendini en iyi toplu ayaklanmalarda göstermektedir. Aynı amaç uğrunda birleşmiş büyük bir kalabalığa karışmış olan insan, birey olma vasfını kolektivite uğrunda feda eder. Artık o, o değildir. Ortada kendini kaybetmiş bir hayvan sürüsü mevcuttur. Tek başına iken mağazadaki görevliye bir şey sorma kudretini kendinde bulamayan zat, kolektif iradeyle o mağazanın camını indirecek kudrete kavuşmuştur. Sosyolojik açıdan pek değerli ipuçları sunan ayaklanmaların etraflıca mülâhaza edilmesi gerekmekte. Belki de insanın, ayaklanan gruba dahil olarak iptidai özüne döndüğü çıkarımında bulunabiliriz. Karşılarında yer bulan kolluk kuvvetlerinin de eylemlerini incelemek gerek. Taşıdıkları zırh ve kalkanlar yalnızca fiziksel koruma için değildir, psikolojik olarak karşı tarafa sayılar haricinde her kulvarda üstün olduğu mesajını verir. Tek hat halinde yan yana kalkanlar önde bir nizamda yürüyen polisin Roma lejyonlarından ilham aldığını söylemeye lüzum yok herhalde. Zira kalabalığı dağıtacak olan şey envai çeşit modern silah değil, psikolojik baskıdır. Her tarafta ve her şekilde görülebileceği üzere; geriye, eskiye, öze bir dönüş açık bir şekilde müşahede edilebilmektedir.
Yazının hülasası; insanın; birikimi, medeniyeti, fikren ve ilmen ileride olması ile övünç duyabileceği gibi, kelam ettiğim üzere farklı bir bakış açısıyla aslında hiçbir şeyin değişmediği, her şeyin ilkel kökeninin mevcudiyetini koruduğu kanısına varabileceğidir. Hayvandan tek farkımız tefekkür meziyetimiz ise, ancak bu meziyeti kullanan kendini “insan” addedebilecektir.
Göktuğ Kaan Kara