O daracık İstanbul sokaklarından geçerek, rengarenk duvarlarını ince ince süzerken evlerin, geleceğim noktaya geldiğimi anlıyorum. Zühre beni çağırıyor adeta. Sokağın başından sonuna hatta İstanbul’un tüm bu rengarenk havası içinde o fildişi kaleye varıyorum. Bir kaç basamak var önümde, bende ise bir kaç tereddüt. bir iki adım derken elim kapının kolunda. Anahtarları arıyorum, bulmayı bir nebze olsun istemezken. Kapıyı aralıyorum, o gıcırtıların verdiği ürpertiyle beraber. Uzun zaman olmuştu bu durağa uğramayalı. Gelip geçerken her gün hemen dibinden bir kaç adımlık mesafeyle; uzun zaman olmuştu. Bir “neyse” diyerek iç çektim ve ağır ağır ilerledim duvarları sükut kokan bu evin içinde… Parmaklarımı duvarlarımda gezdirirken, babamla birlikte boyadığımız duvar, pul pul olup tozdan rengi belli olmayan ahşap döşemenin üzerine yığılıyor. Üst kata çıkabilmek için birer birer ardımda bırakırken basamakları bir rüyaya dalıyorum.
– Rüyamda bir hikayem var, anlatmak istediğim. Belki karşıma çıkan ilk insana belki de hiç kimseye. Ama anlatamıyorum. Tam konuşacağı sırada insan, derin bir nefes alır ve yeltenir ya konuşmaya; olmuyor. Yutkunamıyorum o an. Nefesim kesiliyor. Dudaklarım ve ellerim titriyor, hissediyorum. Gözlerim dolan gözyaşının çıkmasına izin vermiyorum damla damla. Biliyorum, biri düşerse şayet diğeri de peşinden atlar. İşte o andan sonra ardı arkası kesilmez. 10 dakika Ayşem, 10 dakika bir iki sözcük dökülebilmesi için yeterli dudaklarımdan, hiç bir zaman yok olmayacak şekilde, hemen içinde yaşadığım boşluğun içine. Belkide 1 saniye de yeterli olacak ama hikayenin daha başındayız. İrili ufaklı bir kaç kelam daha edebilmek isterdim ama uyuyan bir devi kimse uyandırmak istemez. Benim hikayem ise o devin gördüğü rüyada. O rüyayla başlıyor ve dev henüz uyanmadı.Derin bir nefes aldı kadın. Bir şey söyledi ama hiç bir şey duymadım. Çünkü o rüya bozulmuştu çatırdamaya devam ederken Zühre Kalesinin basamakları. Belki bir şansım daha olacaktı ama bir ihtimal daha vardı ki hiç bir zaman ikinci bir şans olmayacaktı. Bir rüya daha terk etmişti beni. Yüksek basamaklar, uzun koridorlar derken bir odanın önünde durup, kapının koluna yeltendim bir hışımla. Bir anda yüzleşmek içindi bu hareket. Hafif bir soğuk vurdu yüzüme önce ardından büsbütün sessizlik. Bir duvar gibiydim. Sessiz, kimsesiz bir duvar. İçeri girip kapıyı kapadım. Bir kaç adımda oturdum beni bekleyen adeta 16 yüzyıldan kalma işlemesiyle ahşap sandalyeye. Tam karşımda bir sehpa ve belli ki içi az önce boşalmış bir bardak.
devamını okuyun yusufkenanduran.blogspot.com