Sabah uyandığımda güneş perdeleri aralamış, gözlerimi kamaştırıyordu. Yatağımın yanında duran telefonumu elime aldığımda saat sekizi çoktan geçmişti. Sanırım bugün de işe geç kalmıştım. Yataktan hızlıca doğruldum, ellerimle gözlerimi ovalayıp son kalan uyku parçacıklarını da dağıttıktan sonra küfürler savurarak yataktan kalktım. Son bir yıl içinde bulduğum üçüncü işimi de kaybetmek istemiyordum. Bakmak zorunda olduğum bir annem ve kız kardeşim vardı. Bu yüzden yeni bir iş arama zahmetine katlanmamak için yüzümü bile yıkamadan üzerimi değiştirip aceleyle evden çıktım. Henüz bir hafta olmuştu annemle kız kardeşimi köydeki halamların yanına yolcu edeli ve bir haftadır nerdeyse her gün işe geç kalıyordum. Merdivenleri hızlı bir şekilde inip, apartman kapısını araladığımda, derin bir iç çektim ve temiz havayı ciğerlerime doldurduktan sonra son bir küfürde apartman yöneticisine savurdum. Kahrolası adam asansör bozulalı neredeyse bir ay olmasına rağmen hala yaptırmamıştı. Apartmanın arkasındaki park yerine ulaştığımda sinirlerimin tepeme çıkması için âdeta fırsat kollayan komşum, yine arabasını benim aracın arkasına park etmişti. Geç kalmam yetmezmiş gibi bütün aksilikler beni buluyordu. Bu aşağılık herifi daha önce bu konuda defalarca uyarmama rağmen aynı şeyi tekrarlamasına tahammül edemiyordum. Neyse ki arkamdan gelen bir ses beni kendi iç sesimle baş başa kalmaktan kurtarmış, biraz olsun rahatlatmıştı.“Hey komşu, kusura bakma, akşam biraz geç geldim, park yeri de bulamayınca,” aracımın arkasında acil durumlar için her zaman park edilebilir diye bir yazının olduğunu sanmıyordum. Neyse ki bu herifle muhatap olacak kadar zamanım yoktu. Bir daha aynı şeyi tekrarlaması durumunda arabasının üzerine büyük bir zevkle işeyecektim. Köpek herif kim bilir kimlerle gezip tozuyordu gece yarılarına kadar. Bu adamdan hiç hoşlanmıyordum. İnsanı huzursuz eden bir hali vardı, zaten apartmanda da kimse sevmezdi. Sokaktan çıkıp ana caddeye yönelmiş, üçüncü vitesin tadını çıkartıyordum ki, kırmızı ışık da durmak zorunda kaldım. Dikiz aynasından uzayan sakallarımın bugün için bana bir sorun çıkartıp çıkartmayacağını kontrol ediyordum ki, aracın camından gelen sesle kendime geldim. Camı aşağı indirdiğimde eski komşumuzun oğlu ile göz göze geldim.“ Ne yapıyorsun abi ,” dedi. “İyi ne olsun, işe gidiyorum, ya sen? ”,“Bende okula gidiyorum ” ben daha karşılık vermemiştim ki, arabanın kapısı çoktan açılmış, yeşil ışıkta yanmak üzereydi. “E hadi, binmeyecek misin?” arabaya bindiğinde okul çantasını yerleştirmek için uzunca bir süre kararsız kaldı ve nihayetinde kucağında kalmasında karar kıldı. Onu en son bir yıl önce apartmandan taşınırlarken görmüştüm. “E, nasıl gidiyor, anlat bakalım ufaklık ” sanırım bu son kelimem hoşuna gitmemişti ki başını iki yana sallayarak omzunun üzerinde sert bir bakış fırlattı. “Ufaklık mı, görmüyor musun ne kadar büyüdüğümü?” uzun zaman olmuştu küçük bir çocukla konuşmayalı ve bu kadar alıngan olabileceğini düşünmemiştim. Benim çocukluğumda böyle şeylerin üzerinde kimse durmaz, alınganlık göstermezdi. Ama şimdiki nesil bu konuda sanırım daha dikkatli. “A, evet. Görüyorum. Oldukça büyümüşsün, kusura bakma uzun zaman oldu seni görmeyeli, bir anda bunu fark edemedim,” yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. ”Eh pekâlâ o halde sorun değil, beni aldığın için sağ ol, yoksa okula kadar yürümek zorunda kalacaktım” on yaşında bir çocuk için oldukça güzel konuşuyor ve yaşından daha olgun bir görüntü sunmak için çaba sarf ediyordu. “Sorun değil ,” dedim. Uzun bir süre sessiz kaldık. Ortamın havasını dağıtmak için radyoyu açmayı denedim fakat radyo frekansından müzik yerine daha çok cızırtı sesi geldiği için bunun doğru bir karar olmadığını anladım ve kapatmak zorunda kaldım. Zihnimdeki düşüncelerin aksine trafik oldukça yavaş ilerliyordu. Bu küçük çocuğun varlığı huzurumu kaçırmakla da yetinmemiş, unutmaya çalıştığım birçok şeyin yeniden zihnimde canlanmasını neden olmuştu. Oysa tüm bu düşüncelerden kendimi kurtarmak için ne çok uğraşmıştım. Şimdi bu tesadüfü karşılaşma her şeyi mahvetmiş, bir an olsun beni geçmişimle yüzleşmek zorunda bırakmıştı. Damarlarımdaki kanın akışının hızlandığını hissedebiliyordum. Kalbimdeki ritim değişikliği vücudumda soğuk bir tere dönüşüyor, yüzümdeki gösteri perdesinde sahne alıyordu. Bu işkenceye bir an önce son vermek için hızlanıyor, bir kaç trafik ihlali yaparak nihayetinde okulun olduğu sokağa giriyordum.“Beni burada bırakabilirsin, ” aracı yavaşlatıp sağa yanaşıyor ve duruyordum. Ona bakmamak için gözlerimi yoldan ayırmıyor, bir an önce hareket etmek için sabırsızlanıyordum.“ Beni getirdiğin için teşekkür ederim, sana iyi günler” dedi. Teşekkür edip hızlıca yanından uzaklaştım. İş yerine vardığımda saat dokuzu geçmişti. Neyse ki mesai arkadaşım bunu fazla sorun etmedi. Gece vardiyası güzel geçmiş olmalıydı, dinç görünüyordu. Ama ben şimdiden yorulduğumu hissediyordum. Bu son işimin en güzel yanı bir şeyler düşünmek için oldukça fazla vaktimin olmasıydı. Ama benim düşünmeye değil unutmaya ihtiyacım vardı ve bu konuda ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Geçmişimle yüzleşecek kadar cesur bir insan değildim. Kaçmak daha kolaydı. Ama sanırım oda bir işe yaramıyordu.- bir gün mutlaka kaçtığın şeylerle yüzleşmek zorunda kalıyordun- Gün boyu olup bitenleri düşünmemeye çalıştım. Akşam eve vardığımda her zamankinden daha yorgun ve bitkin hissediyordum kendimi. Midemdeki asit yemek boruma ulaşmak için zorluyor, midemin büzüldüğünü hissediyordum. Bugün hiç bir şey yemediğimi anımsadım. Dolaptan kendime bir sandviç hazırladım ve koltuğun üzerinde bir kaç lokmada mideme indirdim. Yatağımın üzerine uzanıp biraz olsun dinlenmeye çalıştım fakat gözlerim uykudan o kadar uzaktı ki. Nereden çıkmıştı bu çocuk karşıma? Oysa her şey tamda unutulmak üzereydi (en azından benim zihnimde.) Onu en son gördüğüm o günü hatırlamaya çalıştım. İşten yeni gelmiş, eve çıkıyordum ki, onlarda apartman dairesindeki son bir kaç parça eşyasını bir kamyonete yüklemekle meşguldü. Daha bir kaç hafta önce aynı noktada babası alacaklıları tarafından kurşuna dizilmişti. Olayı gören ne bir güvenlik kamerası vardı, ne de bir görgü şahidi. (yani kayıtlara böyle geçmişti) Bu yüzden olayın failleri bulunamamıştı. Küçük çocuk, annesi ve yatalak kız kardeşi ile bir başına kalmış, bir kaç hafta sonrada oturdukları evden taşınmak zorunda kalmışlardı. Başkalarının işine burnumu sokmaktan hoşlanmıyordum. Benimde bakmakla yükümlü olduğum bir annem ve kız kardeşim vardı. Bu yüzden tüm bu olayların tek görgü şahidi olmama rağmen sessiz kaldım ve sadece olup bitenleri izlemekle yetindim. Başıma iş açılsın istemiyordum, ailemi riske atamazdım. Bu gözü dönmüş insanları karşıma alacak kadar cesur değildim. O yüzden o gün orada tek görgü şahidi olmama rağmen polislere olayı görmediğimi söylemiştim. Artık onlarda taşınıp buradan gittiklerine göre beni ve vicdanımı rahatsız edecek bir görüntü ile karşılaşmayacağımı düşündüğüm için içim rahattı. Hatta o gün onları giderken gördüğümde üzülmek bir yana sevindiğimi söyleyebilirim. Bu olayın üzerinden bir kaç ay geçmişti ki annemle kız kardeşim konuşurlarken kulak misafiri oldum. Duyduğuma göre kadın bir adamla birlikte kaçmış, yatalak kızını ve küçük çocuğunu bir başına bırakmıştı. Çocuklara ise babaanneleri bakıyormuş, onunda yaşlılıktan fazla bir şey yapamadığını, çocukların kendi başının çarelerine baktıklarını söylüyorlardı. Bunları duyduğumda vicdanımın rahatsız olduğunu, yüzümün bir anda suçluluk duygusu ile kızardığını hissettim. Ama yapacak bir şey yoktu. Tüm bunlara ben değil, o katiller sebep olmuştu. Bu benim suçum değildi. Vicdanımı rahatlatmak için kendime buna benzer birçok yalan söylemiş, olup bitenleri görmezden gelmeye devam etmiştim. Ama bugün o küçük çocukla göz göze geldiğim o an, artık bundan daha fazla kaçamayacağımı anladım. Arabada yanımda oturmasına rağmen bir kez olsun yüzüne bakma cesaretini gösterememiştim. Ama artık o küçük çocuğun yaşamını daha yakından öğrenme zamanı gelmişti. Sabah uyandığımda her zamanki gibi geç kalmamış, bu kez erken uyanmıştım. Gece neden bilmem gözüme uyku girmemiş, sabaha kadar birçok kez uyanıp tekrar uyumuştum. Bu kez bilerek geç kaldım işe. Evden çıktığımda onu her zamanki caddede yürürken görmeyi umuyordum. Yavaşça ilerliyor, yanımdan hızlıca geçen, korna çalan araçlara aldırmıyordum. Sırtında eski bir okul çantası, rengi yıkanmaktan solmuş eski bir önlükle kaldırımda yavaş adımlarla yürürken gördüm onu. Yanına yaklaşıp kornaya basmıştım ki, başını çevirip bana baktı. Hiç bir şey söylemeden kapıyı açıp arabaya bindi. “Seni tekrar görmek güzel, işe gidiyordum da, senide burada görünce okula kadar bıkabileceğimi düşündüm,” bu kez daha rahat görünüyordu, çantasını dizlerinin arasına almış elleri ile ensesini kaşıyordu.“Sağ ol, bende seni gördüğüme sevindim, bugünde beni yürümekten kurtardın” hafif gülümsedim ve bu kez omzumun üzerinden ona bakarak konuşmaya devam ettim. “Hiç sorun değil. Bende zaten sürekli bu yolu kullanıyorum, istersen bundan sonra her sabah seni okula ben bırakabilirim” bunu duyduğunda gözlerinin parıltısını hissedebiliyordum. “Gerçekten mi? bu çok iyi olur ” bu küçük çocuğun yüzündeki mutluluğu görmek beni sevindirmişti. Gerçekten bu çocuk için bir şeyler yapabilir miydim? Şimdilik her şey iyi gidiyordu. Onu sıkmadan bir şeyler öğrenmeliydim. Buna ihtiyacım vardı. Aksi halde sadece bir servis şoförü görevini sürdürecektim ki, bu benim isteyeceğim en son şeydi. Onun için çok daha fazlasını yapmalıydım.“Yanlış hatırlamıyorsam bir kardeşin vardı ve oldukça hastaydı, nasıl oldu, iyi mi ?” çocuğun yüzündeki neşesi birden kayboldu. Bir süre sessiz kaldı. Hiç konuşmayacağını zannettim, fakat boğazını temizledi “İyi ne olsun işte, iyi yani kardeşim, daha da iyi olacak. Ben ona çok iyi bakıyorum” ses tonu bir hayli garipti. Ağlamamak için kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Sanırım bunu sormak için acele etmiştim, doğru bir zaman değildi. Ama bir kez yapmıştım bunu ve devam etmeliydim. ”Evet, bundan hiç kuşkum yok. Eminim kardeşine çok iyi bakıyorsundur, peki babaannen, sana yardımcı olmuyor mu, tek başına mı bakıyorsun kardeşine ” bir süre yine sessiz kaldı, ama bu kez o kadar uzun sürmedi. “ Şey. Babaannem çok yaşlı benim, o bakamaz ki kardeşime. O kendine bile zor bakıyor. Dizleri çok ağrıyor o yüzden yürümekte bile zorluk çekiyor, ama yinede ben onu da çok seviyorum. Okula gittiğim zamanlar kardeşime o göz kulak oluyor, yemeğini ve suyunu verebiliyor. ” konuşmayı uzatmak için elimden geldiğince aracı yavaş kullanıyor ve bu zamanı olabildiğince değerlendirmeye gayret ediyordum.“Peki, okuldan sonra neler yapıyorsun ” omzumun üzerinden arada sırada bakışlarımı ona yöneltiyor bu sevimli çocuğun tüm bu acılar arasında nasıl bu kadar güçlü göründüğünü anlamaya çalışıyordum. “Okuldan sonra şey, işte bazen boya falan yapıyorum, hafta sonları da simit satıyorum. Kardeşimin düzenli kullandığı ilaçları var onlar için para biriktirmem gerek, bu yüzden çalışmak zorundayım” istemeyerekte olsa gülümsemek için yüzümdeki kasları harekete geçirdim. ”Bak ne diyeceğim, istersen bu akşam okul çıkışı seni alayım, bende bu gün işten erken çıkarım, belki bir yerlere gider gezeriz ne dersin” bunu duyduğunda yüzünde hüzün ve sevinç benzeri bir karışım oluştu. “Hayır, olmaz. Kardeşim beni bekler” ve hüzün galip gelmişti. Onu okula bıraktıktan sonra iş yerine ulaştığımda ilk işim akşam biraz erken çıkmak için izin almak olmuştu. Okul çıkışı onu almak için okulun bulunduğu sokağa girmiştim ki, üst komşumun aracının da orada olduğunu gördüm. Bu aşağılık herifin burada ne işi olabilirdi ki. Zil çaldığında küçük çocuk koşarak o araca bindi ve uzaklaştılar. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Uzaktan onları izlemeye koyuldum. Yaklaşık çeyrek saat sonra şehirden uzaklaştılar. Bir süre daha gittikten sonra orman yoluna girdiler. Uzaktan takip etmeye devam ettim. Nihayetinde tenha bir yerde durdular. Araçtan indim. Onların olduğu ağaçlık bölgeye doğru usul adımlarla yürümeye başladım. Büyük bir çalı arkasına gizlendim ve izlemeye koyuldum. Gördüklerim midemin kalkmasına yetmiş, tüm vücudum oracıkta dona kalmıştı. Bu aşağılık pislik herif bu iğrençliği daha önce kaç kez yapmıştı bu küçük çocuğa. Silahımın kabzasını sıkıca kavradım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yanlarına gitsem o aşağılık herifi hiç düşünmeden öldürebilirdim. Ama yapmadım, yapamadım, bir kez daha korktum. Annemi ve kız kardeşimi düşündüm, hiç bir şey yapmadan oradan hemen uzaklaştım. Arabanın yanına ulaştığımda tam kapıyı açmıştım ki, midem kasılarak kusmaya başladım. Bu gördüklerimden sonra bir kaç gün evden çıkmadım, hasta olduğumu söyledim ve izin aldım. Tüm bu olup bitenlere inanamıyor, kendimden iğreniyordum. O küçük çocuğun bu duruma düşmesine benim acizliğim, korkaklığım, sessizliğim sebep olmuştu. Onun bütün günahı benim omuzlarımın üzerine çökmüştü. Aradan bir kaç gün daha geçmişti ki, bir sabah kapım çalındı. Açtığımda karşımda küçük çocuğu gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Başımı öne eğerek “Girsene içeri, kusura bakma seni beklemiyordum, şaşırdım birden seni karşımda görünce” çekinerek usul adımlarla içeri girdi. Etrafa bakınıyordu. “Bir kaç gündür seni göremeyince hasta olduğunu düşündüm. ” oturma odasına yönelmiş etrafı toparlıyordum“A, evet. Bir kaç gündür rahatsızım, sanırım biraz üşüttüm.” göz göze gelmemek için etrafı toparlamakla meşgul oluyor, o küçük çocuğun yüzene bakacak cesareti kendimde bulamıyordum. “ Geç otur sen, ben sana içecek bir şeyler getireyim, kurusa bakma ev dağınık biraz,” mutfağa geçmiş bir şeyler hazırlıyordum ki, onun evden çıkıp gittiğini bile fark etmedim. Oturma odasına yöneldiğimde ancak o zaman evden ayrılmış olduğunu fark ettim. Hiç bir şey söylemeden çekip gitmişti. Elimdeki içeceği sehpa masasına bırakmak üzereydim ki, burada duran silahımın yerinde olmadığını fark ettim. Aman Allah’ım, küçük çocuk tabancamı alıp gitmişti. Evden ayrılalı uzun zaman olmamıştı, fazla uzaklaşmadığını düşünerek koşar adım evlerine doğru yürümeye başladım. Tam sokağın başında belirmiştim ki, bir silah sesi tüm sokağı uykusundan uyandıracak kadar gürültüyle patlamıştı. Evlerinin kapısına yöneldiğimde yaşlı kadın korku içinde açtı kapıyı. Çocukların odasına yöneldiğimde iki kardeş aynı yatakta kanlar içinde yatıyordu. O sabah yatalak kız kardeş kendi eceli ile ölmüş. Sabah uyandığında kardeşinin o soğuk, ölü bedeni ile karşılaşan küçük çocuk ise hayata onu bağlayan son bağında koptuğunu fark ettiğinde artık bu iğrenç dünyada yaşamak istememişti. Etini satarak bakmaya çalıştığı kardeşi yoktu artık. Bu dünyada onun acısını, günahını paylaşacak hiç bir şey yoktu artık. Bu küçük beden tüm bu acılara daha fazla dayanamamış, bir kurşun bin acıya son vermişti. Küçük çocuk kanıyla sulamıştı kardeşinin bedenini. Ona sıkıca sarılmış, başından süzülen kanlar iki kardeşin çektiği acıların rengiydi. Tüm bunlara sebep olduğum için kendimden nefret ediyor, iğreniyordum. O küçük çocuk kadar cesur ve onurlu olmadığım için kendimden utanıyordum. Keşke o silahta ki bir kurşunda benim acılarıma son verseydi. Onları ben öldürmüştüm. Benim acizliğim, korkaklığım öldürmüştü onları. Benim sessizliğim onların acılarının çığlığı olmuş, iki kardeş gökyüzünde buluşmak için bu kötü dünyadan ruhlarını göğe çıkartmışlardı. İki masum, iki günahsız melekti onlar ve sanırım ait oldukları yer burası değildi. Bırakıp gittiler. Bu dünyayı bana ve benim gibi kötü insanlara. “ Dünya çok acı çekiyor, ama kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden.”
Yazan : iBRAHİM ÇELİKSU
2 comments
çok derinden etkiliyor,emeğinize sağlık.Ben de yeni başlayanlardanım göz atabilirsiniz…
Teşekkür ederim, zaman ayırıp okuduğunuz için.Elbette bakarım yazılarınıza,saygılar.