Puslu bir sonbahar gecesinde karşılaşmıştım seninle.
Tepeden ince ince inen yağmur damlaları arasından görmüştüm bir bilinmezliğe doğru dalıp giden göz bebeklerini.
Bu şehir çok uzun süreden beri darlıyordu naçiz bedenimi. Yürümek iyi geliyordu sanki büyük bir bilmece gibi gördüğüm ruhumu bunaltan bu lanet şehrin sokaklarında. Bu sıralar yapmaktan keyif aldığım nadir şeylerden biri oldu bomboş sokaklarda hunharca yürümek. Kendimi dinlemenin en iyi yolu olmuştu diyebilirim artık. Yürümek hem de sebepsizce ortada hiçbir şey yokken yürümek. Hatta bazılarına göre bu adam meczup dedirtecek kadar yürümek. Bir şeyler yazmaya çalışmak, müzik dinlemek veya kitap okumak beni nasıl mutlu ediyorsa gecenin sessiz karanlığında boş boş yürümekte bir o kadar mutluluğa ulaşmamı sağlıyor diyebilirim.
Nasıl olur da bir insanın en samimi dostu sessiz geceler olabilir diyenlerin hepsini işitiyor gibiyim sanki. Kocaman şehirlerin içinde yaşayan boş insan topluluklarının veremediği huzuru verdiği içindir belki. Belki de yaptığım bir hatadan dolayı bana hesap sormadığı içindir. Veya hiç karşılık beklemeden bu deli adamı her gece aynı sessizlikle karşıladığı içindir.
Tam da öyle bir gündü yine beni tüm hatalarımla kabul eden simsiyah gecenin kucağına atmıştım kendimi. İnce ince yağan yağmurun sesi içime iyice huzur doldurmuştu. Bir kaldırım taşına oturmuş gecenin o eşsiz görüntüsünü izlemeye dalmıştım ki birden yanı başımda bir gölge belirivermişti.
‘’Pardon yağmur yağıyor ıslanıp hasta olacaksınız’’ demişti.
Kafamı kaldırdığım anda gördüğüme inanamamıştım. Nerdeyse beline kadar uzanmış güneş gibi parlayan sapsarı saçları ve adeta gökyüzünün o muhteşem renklerini içinde barındıran öylesine derin ve bir o kadar da manalı bakan gözlerini görmüştüm. Halen üzerimdeki şaşkınlığı atamamış olmam gerekiyor ki;
‘’Bana mı dediniz’’ diye cevap vermiştim.
Ben ne kadar boş ve manasız bakıyorsam etrafıma o da tam tersi bir o kadar derin ve içtenlikle bakıyordu sanki.
‘’Evet size seslendim yağmur yağıyor ve üzerinizde bir şey yok hasta olacaksanız’’ dedi.
Kendimi o kadar kaptırmıştım ki gökyüzü gibi masmavi bakan gözlerine yağmurun yağdığının bile farkına varamamıştım.
‘’Şey teşekkür ederim uyardığınız için’’ dememe kalmadan bir anda ortadan kaybolmuştu. Etrafıma bakındım fakat göremedim bir daha onu. İlk görüşte ‘’AŞK’’ böyle bir şey olsa gerek. Karşısında dilinin tutulması dizlerinin bağı çözülmesi konuşmak istesen bile kelimelerin bir türlü iki dudağının arasından dökülememesi. Bence de aşk bu olmalıydı.
Her akşam rutin olarak yaptığım yürüme işinin artık bir sebebi vardı sanırım. Onu tekrar görebilir miyim? düşüncesine kapılarak yürüyordum. Kendi içimin çıkmazlarından kurtulup uzun süredir çekili kaldığım kabuğumdan çıkıp onu tekrar görebilme düşüncesiyle yaşamaya başlamıştım.
Her akşam aynı saatte onu ilk gördüğüm yere gidip aynı kaldırım taşına oturup gelmesini bekliyordum. Ama bir türlü gelmiyordu. Üç gün geçti yok, bir hafta geçti yok, beş ay geçti yok, aradan tam bir yıl geçti yine yok. Gelmiyordu. Ama ben hep gelmesini bekliyordum. Artık kitap okumuyordum, müzik dinlemiyordum, hiçbir şey yazmak gelmiyordu içimden. Ama hep yürüyordum. Belki bir yerlerde onu görür müyüm? diye.
Bir daha hiç göremedim onu.
Büyük bir boşluğa düşmüştü sanki bedenim. Yürümek bile istemiyordum artık. Adımlarım yorgundu. Kalbimse kırgın. Yapacak tek bir şey kalmıştı sanırım. Son tek sigaramı yaktım ve dedim ki;
‘’ Yolun sonu intihar olan adam için yaşamak sadece kalabalık bir gereksizliktir’’.