Ahşap bir masa, rengi solmuş; belki 1980’lerden kalma, üzerinde yaşanan tarihi belirsiz hatıraların izleri var; çizilmiş kırmızı, mavi ve kurşuni renkli kalemlerle. Belki haylaz bir çocuk yaptı, belki kafası karışık bir âşık ya da ruhu darılmış biri. İzler var işte eskiden kalma. Şimdi ben de izler bırakacağım üzerinde, kimsenin görmeyeceği.
Bir kalem, bir kağıt ve hayallerim. Beynimde harfler raks edip hayallerime renk katıyor, gecenin karanlığında güneşi doğuruyor, yıldızlar parlarken bir anda ellerimde bitiveriyor. Hasat mevsiminde sarı başaklarla dolu tarlanın içindeyken karlı dağlara da buluyorum kendimi. Zalim bir kralın kölesiyken bir anda Hürrem Sultan oluveriyorum. Leyla gibi kurak bir çölde susuzluktan bayılmak üzereyken okyanusta bir balinan karnında buluyorum kendimi, tıpkı Yunus misali. Hayallerim beni sürüklüyor bir masalın içine, masalın içinde bir şiirim şairi olmayan.
Dokunuyorum kaleme, bir annenin çocuğuna şefkatle dokunduğu gibi. Gözlerimle seviyor ellerimle öpüyorum onu. Beyaz kağıt da gelinlik gibi duruyor masanın üzerinde saf ve temiz, hatıra defterlerinin hep başına yazılır ya “Bana kalbin gibi saf ve temiz bu sayfayı ayırdığın için” diye. Kalemle buluşmak için bekliyor saflığın simgesi olan beyaz bir sayfa, bir o kadar saf, masum ve çocuksu hayallerimle de kalemden dökülmek için.
Yazıyorum, gül’den papatya’ya, arı’dan bala, at’tan fayton’a, sokaklardan şehirlere, denizlerden dağlara, ırmaklardan okyanuslara, aşktan ayrılığa, karanlıktan aydınlığa, kavuşmaktan hasrete, dilsizlikten dududillere, kalp gözü açık olandan, iki gözüyle göremeyene, ölümü doğumu, cenneti cehennemi, mezarı kefeni, kara toprağı üzerindeki yeşili, savaşı, kanı, gözyaşını, barışı, gülümsemeyi, çocukların masumiyetini…
Yazıyorum, ne varsa yüreğimde hayallere dönüşen, yazıyorum ne varsa yaşadığım ve yaşayacak olma ihtimalim olan her şeyi..
Bırakıyorum kalemi bir kenara, çocuğu uyutur gibi. Alıyorum beyaz sayfayı okuyorum raks etmiş tüm harfleri olmuyor ama olmuyor, uymuyor bir birine hiçbir şey, beynimdeki raks sayfaya yansımıyor, eksik bir şeyler var, masalın içindeki şiirdim ben şairsiz, arayıp bulmalıyım o şairi, o eksik, öğretmeli nasıl yazdı bu şiiri? Nasıl yazdı beni o masala sormalıyım, ama nerede? Kimden sormalıyım? Yaşıyor mu? O beni gelip bulur mu ?
Dokunuyorum yine kaleme, pamuk tutar gibi beyaz sayfayı alıyorum gülü koklar gibi, yazıyorum bir şiir, koyuyorum bir cam şişeye bir deniz kenarından atıyorum çok uzaklara, Allah’a dua ediyor denize tembihliyorum ulaştır onu diye. Alıp götürüyor dalgalar, kayboluyor bir şiir denizde.
Fark etmiyorum zamanı belki yıllar, belki aylar, belki bir gün geçti. Gönlümde özlem, gözümde mütebessim bakışlar, kolladım denizleri, kıyıları, sahilleri, sandalları..
Tam ümidi kestim dönüyordum bir akşam işte bir cam şişe tam önümde, yazmış şair, anlamış şiirimdeki sırları, anlatmış bana tek tek.. Öğretmiş yazmak ne demek, anlatmak ne demek, anlamak ne demek, şiir ne demek, masal ne demek, hayal ne demek.. Saymış dizmiş, okuyunca anladım yazmak hayat demek.
Vazgeçersen en ufak bir şeyden, işte küser sana hayaller, kalemler kağıtlar, açılmaz sana açılacak olan ufaklar.
Öğretmiş, yazmak emek ister, emek sevgi.
Tüm zaferler inanmaktan geçer, meselenin özeti buydu, anlamak gerek.
Yazıyorum, aldım elime kalemi bu defa yeni doğmuş bir bebeği tutar gibi, incitmeden, baktım uzun uzun, tıpkı çocuk gibi emek, sevgi ve ilgi bekliyordu benden. Kağıt kalemin kundağı, sardım sarmaladım ikisini, hazırladım harfleri, bayram günü giyinmiş gibi, hayallerimi özgür bıraktım ve utanmadım, korkmadım, çekinmedim, zorlandım ama pes etmedim, vaktini bekledim, emek sabır demekti, satırlarım filiz verene kadar bekledim.
Yazıyorum, gönülden istersen gönül verenler seni bulur. Sen yeter ki iste.
Yazıyorum, yazıyor, yazmalı.. yazmak hayat demek..