18. yüzyıl filozofu Immanuel Kant insan doğasının kötülüğe yatkın olduğunu iddia etmiştir. Kant bu iddiasında, düşmanına zulmetmekten keyif alan bir insanı kastetmemektedir. Asıl demek istediği, insan doğasının, yapması gerekenin yerine yapmak istediğini tercih eden, görev isteğinin yerine kendi arzularının sesini dinleyen bir yapısı olduğudur. Kant’a göre ahlak, bu boşluğu kapatan, bizi karanlık ve talepkar özümüzden çekip alan bir güçtür.
Arzu şüphe edilene dönüştüğünde cinsellik de asla geride kalmamaktadır. Kant, cinsel dürtülerin olağandışı gücünün ve bizi doğru olanı yapmaktan alıkoyma kapasitesinin bilincindeydi. Ona göre cinsellik özellikle ahlaki olarak ayıplanabilirdi çünkü şehvet, arzuladığımız kişiye değil onun bedenine odaklıdır ve böylelikle bu kişileri yalnızca şeylere dönüştürmektedir. Yani arzu ettiklerimizi birer nesne olarak görmemize neden olmaktadır. Böylelikle, arzuladığımız kişiler bizi tatmin eden nesnelere dönüşmektedir.
İnsanlara birer nesne gibi davranmanın farklı anlamları vardır. Bu davranış, o insanları dövmeye, onlara saldırmaya veya şiddet göstermeye kadar gidebilmektedir. Ancak insanları nesneleştirmenin daha az şiddet içeren yolları da vardır. Mesela bir insana sadece bize cinsel açıdan zevk veren, o insana karşı duyduğumuz arzuyu tatmin eden veya artık ihtiyaç duymadığımız bir nesneymiş gibi davranmak bu yollara örnek olarak verilebilir. Diğer insanın da bu cinsellikte rızası olması onun nesneleştirilmediği anlamına gelmemektedir, iki insan birbirlerini sadece cinsel amaçlar için kullanmak konusunda anlaşabilir.
Peki, aslında birbirimizi sürekli bir şey için kullanmıyor muyuz? Birçoğumuz temizlikçi, bahçıvan, öğretmen veya şarkıcı olarak çalışıyor. Bu hizmetlerden yararlanmak hizmeti vereni nesneleştirmek olmaz mı? Aynı şekilde hizmeti veren de diğer insandan para alarak onu nesneleştirmez mi? Ancak tüm bu ilişkiler nesneleştirmeye sebep olsa da olmasa da aslında aynı ahlaki endişeyi yaratmamaktadır.
Kant bu tip senaryoların büyük bir sorun olduğunu düşünmemektedir. Ona göre sadece kullanımla, yani nesneleştirmenin temeli olan kullanımla, kullanımdan öte bir anlam taşıyan aktiviteler arasında fark vardır. İnsanları çalışmaları için işe aldığımızda ve buna karşılık para ödemeyi kabul ettiğimizde bu insanlara sadece bir nesne gibi davranmayız. Aksine, o kişinin esas olarak insan olduğunun farkında oluruz.
Cinsellik ise farklıdır. Kant’a göre bir insanı şarkı söylemek için işe aldığımızda aslında onun yeteneğine, sesine arzu duyuyor oluruz. Ancak birine cinsel olarak arzu duyduğumuzda o kişinin hizmeti, yeteneği, entelektüel kapasitesi bu arzumuzu etkilese de asıl istediğimiz onun bedenidir.Yani bir insanın bedenini arzuladığımızda, cinsel ilişki boyunca o kişinin vücudunun çeşitli bölgelerine (kalçalarına, penisine, klitorisine, bacaklarına, dudaklarına) odaklanırız. Bu bölgelere duyulan arzu kişiden kişiye göre de değişebilir [….]
Ancak bu noktada cinselliği partnerimizi sevdiğimiz ve onların da zevk almasını istediğimiz için tercih ettiğimiz konusunda bir itiraz gelebilir. Bu oldukça haklı bir itirazdır da. Ancak eğer en başından beri amacımız bu değilse aslında çıkış noktamız yine cinsel isteklerimizdir ve eğer sebep cinsel isteklerimiz değilse, nesneleştirme problemi kendini göstermemektedir. Başkasını cinsel olarak tatmin ederek de zevk alabiliriz. Ancak eğer diğer kişiyi sofistike bir nesne olarak düşünürseniz, maksimum zevki verebilmek için onu memnun etmeniz gerekmektedir. Arabaya, bozulmaması için yağ koymak ve bakım yapmak zorunda olmamız onun bir nesne olmadığı anlamına gelmemektedir.
Cinsellik sadece partnerinizi değil kendinizi de nesneleştirmenize sebep olmaktadır. Eğer cinsel arzum beni yönetiyorsa, diğer kişinin beni ve bedenimi bir nesne olarak kullanmasına da izin veriyorum demektir. Kant’a göre bu öz-nesneleştirme süreci karşı tarafı nesneleştirmekle eşdeğer bir ahlaki öneme sahip olan bir sorundur. Diğerlerini mutlu etmem gerekmektedir ancak kendimi de ahlaken doğru bir insan yapma görevim de vardır. Kant’a göre kendimizin nesneleştirilmesine izin vermek bu ilkeyle zıtlaşmaktadır.
Peki bunun zararı var mıdır? Cinsellikte birbirimizi nesneleştiririz ama bu o kadar kötü bir tercih midir? En azından başarılı bir cinsellikten zevk alabiliriz. Yani cinsel olarak nesneleştirme bu kadar da kötü bir şey olamaz, değil mi?
Ancak bu noktada bir yanlışlık vardır. Kant’a göre düşünme kapasitesi insanları ahlaki açıdan saygın kılan bir şeydir. Cinsel arzudaki nesneleştirme ise, bir insanın hem kendisi hem de diğerlerini düşünme yeteneğini köreltmektedir. Bu arzu, aklımızı kendi hizmetçisi yapabilir ve mantığımız, arzumuzu tatmin etme aracına dönüşebilir. Kralların, liderlerin sonunu getiren de budur. İlişkilere zarar verir, sevişebilmek için söylenen yalanlara neden olur. “Aaa o tip müzikleri ben de çok severim!” gibi söylenen yalanların altında sevişme arzusu yatmaktadır. Bu arzu için aldatma, yalan söyleme, başka biriymiş gibi davranma gibi yöntemlere başvurulur. Bütün bunlar yapılırken diğerlerinin aklı ve insanlığı bir kenara konulur çünkü önemli olan onun aklı veya insanlığı değil, sahip olduğu bedenidir.
O halde, karşı tarafı nesneleştirmeden sevişmek mümkün müdür? Tabii ki mümkündür. Seks işçileri bunu hep yapmaktadır, uzun süreli ilişkilerde de nesneleştirmeye gerek duyulmamaktadır. Çünkü arzu duyulmayan insanlarla seks yapmak nesneleştirmeyi gerektirmez. Eğer arzu yoksa nesneleştirme de yoktur. Aşk bile buna bir çare bulamaz. Arzular yükseldiğinde, cinsellik yoğunlaştığında o âşık olduğumuz kişi bir et parçasına dönüşür. Tabii aşk arada sırada birbirimize sarılıp yatmayı da teşvik eder, bu da zaten hepimizin sevdiği bir şeydir.
Sonuç olarak Kant cinsel arzunun ve nesneleştirmenin ayrılmaz bir ikili olduğunu savunmaktadır. Bu ikili, ahlakın hafife alamayacağı bir güce sahiptir. Ben de bu konuda Kant’a tamamen katılıyorum. Cinsellik lezzetli bir tatlı gibidir. Tadı çok hoş gelir ancak bazı bedeller ödetebilir.
Yazar: Raja Halwani
Çevirmen: Deniz Saldıran
Kaynak: Aeon