İnsanın tarihsel sürecine baktığımız zaman doğayla uyumlu, yaşadığı toplumun önceliğini kendi önceliğinden üstün tutan (ilkel komünist toplum) sosyal, huzurlu bir varlık görürüz. Ama yaklaşık olarak üç milyon yıllık insanlık tarihinin son 6000 yılında bir değişiklik olmuş ” biz ” yerine ” ben ” ön plana çıkmıştır. Bu durum ” psikolojik ” bir dövüşün sonunda birinin diğerini saha dışı etmesi değildir. Bunu yaratan toplumsal yapının değişmesi yani özel mülkiyetin ortaya çıkması, sınıfların orta çıkması yaratmıştır.
Üretim araçlarını elinde tutan azınlık kesim çoğunluğu yönetebilmek için ideolojik olarak onları bu dünyadan koparır. Bunu topluma ” korku ” salarak yapar. Dinsel korku, hukuksal korku gibi. . . Bu baskının en şiddetli yaşandığı dönem ise ” kapitalist dönem ” dir.
18. yüzyılın sonlarına doğru kapitalizmin kesin zaferi (1789 Fransız Devrimi) yeni bir anlayış yeni bir yaşam tarzı dayatmıştır. Burada ” bireysellik ” üst düzeye çıkar. Bunun en güzel yansıması ise kapitalizmin genetiği olan “serbest rekabet”tir. “Büyük balık küçük balığı yer.” deyimini hatırlayınız.
Bütün sınıflı toplumlarda (köleci, feodal) ve özellikle kapitalizmde gelecek hakkında bir “belirsizlik” vardır. Bu serbest rekabetin sonucunda yarın ne olacağının bilinememesinden kaynaklanır. “Babana bile güvenme” bunu açıklayan önemli bir sözdür. Her zaman topluma güvensizlik, sevgisizlik pompalanır. Birey üzerinde ise çok ciddi sorunların zeminini hazırlar. “Mülksüzleştirilmiş” insan savaşı kaybetmiş ve kazanının insafına bırakılmıştır. İşsizlik, stres, kötü sağlık özgüven kaybı, boş ümitler gibi bir çok durum ortaya çıkar.
Karl Marx’ın dediği gibi kapitalizm, insanı kendinden koparır bunun adı “yabancılaşma” dır. İnsan duygusuz bir robot haline döner, empati kurmayı engeller, paylaşımı sevgiyi unutturur. Herkesi “bireysel”, duygusuz sadece anlık haz peşinde koşan kitleler haline getirir. İnsanların kişiliklerini yıpratır. (Örneğin sınava hazırlanan biri düşük puan aldıkça bunu kişiliğine bağlamaya başlar. Aslında öğretmenleri ve çevre hep ona baskı yaptığı için bunu böyle algılar. Bu örneği işini kaybetmiş biri veya toplumun herhangi bir kesimi/bireyi için söyleyebiliriz.) Bu “ekmek kavgasında” entelektüel gelişimi sağlayacak her olanağı yok eder. (Zaman darlığı). İnsanlar hayata donuk yüzlerle bakar. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır, canlı varlıklar cansızlaşır.
http://www.halkinhabercisi.com/images/news/editor/250px-Anti-capitalism_color.jpg
“Bir insanı, ancak gerçekten uyuyorsa uyandırmak mümkündür. Ama, eğer uyumuyor, uyku taklidi yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini sarf etseniz, nafiledir. “Mahatma Gandhi
Kapitalizmin iç çelişkisi (işçi-patron) sonucu insanları ne kadar koparırsa koparsın, bir sınıf bilinci oluşur ve insanlar ayaklanır ama en sert şekilde bastırılmaya çalışılır. Bu da sistemin üst yapısının (idealist felsefe, din, hukuk, sanat) bir sonucudur. Böylelikle bunun yanlış olduğu ve toplumdaki huzuru bozduğu anlatılır. Ama bu yeterli değildir. İdealist felsefe de onlara öbür dünyayı vaad eder. Ayrıca bu sınıfsal ayrımın her zaman varolduğu bunu bozmanın doğru olmadığı anlatılır. (Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.)
Kapitalizmde aslolan burjuvazinin sınıf çıkarları olduğu için, kapitalizm doğası gereği bencildir. Bencillik korkuyu/kaygıyı besler. Korku stress yaratır. Bunun sonucu bir çok psikolojik/biyolojik hastalığın zemini oluşur toplum sağlıksızlaşır. Bütün kapitalist ülkelerde korku imparatorluğu yaratılmasının sebebi daha rahat yönetebilmektir. Bireylerde ise her an işini kaybetme, evsiz kalma, aç kalma kaygısı sonucu korkunç derecede insanlar yıpranır verimsizleşir.
Kapitalizm insanı kendinden koparıp bir meta haline getirir. Ancak özel mülkiyetin en şiddetli sonucu olan kapitalist emperyalizm ortadan kalkmadan sağlıklı toplumdan söz etmek anlamsızdır.
Okan Yolcu