Yıllar olmuştu Karanfil Sokak’a uğramayalı. Kadir Bakkal’dan fındıklı nutella almayalı, Nuriye Teyze’nin camdan sarkıp bana ‘’ Kız sümüklü ne zaman evlencen?’’ demeyeli tam on altı yıl olmuş. Hey gidi be Karanfil Sokak! Ne çok değişmişsin. Yeni doğmuş bebek gibiydin. Şimdi; allı pullu makyajlı artistlere dönmüşsün. En az benim kadar…
Şimdi sen başkasın, ben başka. Ee olacak o kadar. Adının varlığını bahçede de yaşatan İbrahim Amca’nn karanfil çiçekleri. Onlar da mı betona teslim etti bedenlerini. Güzelim mahallelinin cam sohbetleri, şen şakrar çocuk sesleri, Gülnur Teyze’nin apartman sakinlerinden çok sayıdaki tekir kedileri. . Hepsini geçtim de yahu bir insan kedilerinin isimlerini hiç mi şaşırmaz. Karacambaz, Sakız, Tekkoş, Gözüpek, Kalender, Betüş, Şimşir, Şımarık, Topalcan, Karbeyaz, Tebeşir, Tütümen, Derviş, Prenses, Sümerli, Takali, Kibar, Tosun, Balım… Saymakla bitmezdi. Ha bir de rahmetli anneannesinin adını koyduğu Kalender kedinin son yavrusu ‘Hayriye’ vardı ki Gülnur Teyze’nin sesini duyar duymaz kucağına atlardı. Sırasıyla hepsinin tek tek çağırırdı. Hiç şaşmaz; saat dokuz buçukta. Şaşıran yine sokak ahalisi olurdu.
Lakin bu sefer şaşıran ahali değil belediye olmuş belli ki. Aklını şaşırmış hem de. Koskoca mahallede koyu yeşile çalan, toprağa kök tutan bir ağaç kalmamış. Üzerinde ötüşen kuşlar nerede? Gökyüzü de yabancılaşmış. Ben bile bana yabancılaşmışken… Sorduğum şeye bak kendime.
Bu bankta oturan adam Giresunlu Nurettin Ağabey değil mi? Sağ ayağı da topallıyor sanki. Acaba tanır mı beni. Şimdi de bir banka oturdu yavaşça. Yanına yaklaştım ama oralı değil sanki. ‘’Heyyyyy! Nurettin Amca, nasılsın? Tanıdın mı beni? Benim, ben Meltem… Melahat’in sümüklü kızı hani… Ses yok.. Sonrasında birkaç saniye içerisinde bir el omzuma dokundu. Arkamı dönünce şaşkınlığım daha da artar oldu. Çocukluk arkadaşım, okul arkadaşım, Nurettin Amcanın kızı Ebru… Saçlarını kızıla boyamış. Masmavi gözleri hâlâ ışıl ışıl parlıyordu. Hiç konuşmadan sarıldık birbirimize birkaç dakika. Yıllar bizi çok değiştirmişti belki ama dostluğumuzun bağı hâlâ aynıydı, kuvvetliydi.
‘’Nasılsın Meltem, nerdeydin onca zaman. Bir kayboldun bir daha haberini alan olmadı… Ama ben dedim herkese, bir gün dedim. Dönecek, beni bulacak. Çok özledim be seni kız Metoş!’’ Nefesi kesilecekti. Öyle ya o kadar yılın özlemi var içinde. İnsanın tek nefese sığdırası geliyor onca yaşananı. Ama yoooo, önce hasret giderecektik. Ama… Nurettin amca hâlâ ses etmedi bana. Bir ona baktım bir Ebru’ya. Çekindiğimden soramadım da. Anladı o da çekindiğimi, hemen açıkladı olan biteni. Nurettin amca Kadir Amcalar memlekete taşınınca dükkanı ondan satın almış toptancılık yapmaya başlamıştı. Dükkâna küçük oğlu Remzi’yi bırakıp arada gidermiş başka bakkallara. Bir gün kamyonetiyle meşhur Kocadağ yolunda aşırı hız yapan tır aracına çarpmış. Yüksek gerilim hattında yer aldığı için kulakları duymaz olmuş o kazadan sonra. ‘’Sağlık olsun’’ dedi Ebru. ‘’Allah beterinden saklasın. Ben onun gözü kulağı oldum. Annemin küçük yaştan yokluğu bana dokuz yaşında kadınlığı da öğrettirdi.’’
İçim bir tuhaf oldu o anda. Ebru iyi kızdır. Karanfil Sokak’ın yakışıklı erkeklerinin gözlerini alamayacak güzellikteydi. Her gün evine başka şehirden talip gelir o da inadına reddederdi. Israrla okuyup öğretmen olacağım derdi. Şimdi de yukarıdaki mahalleden özel bir anaokulunda öğretmenlik yapıyormuş.
Bana anlatıp anlatıp bir de Nurettin Amcaya döndü. Bu sefer hem sesli söyledi hem de işaret diliyle anlattı bana anlattıklarını. ‘’Bizim sokağın sümüklü kızı, Meltem. Gül Apartmanı’ndaki. Her gün çikolatalı süt alırdı ya senden.’’ Nurettin amca anladı, gözleri parlamaya başladı bana bakarken. Adım sümüklüye çıkmıştı ya ben ona gülerim en çokta. Oysaki ağladığımdandır adımı sümüklü diye anmaları. Sonra bir kahkaha aldı Nurettin Amcayı. Bana bakışları işte şimdi anlamlanmıştı. Ah be Nurettin Amcam. Bak yine inletiyorsun kahkahanla tüm mahalleyi dedim. ‘’Karanfil eski karanfil değil Meltem. Kimsecikler kalmadı. Babam bu parkı çok seviyor. Her gün geliyoruz buraya Beylikdüzü’nden. Babamı da arabayla buraya getiriyorum. Ben anaokulundan çıkana kadar bekliyor beni bu parkta. Tüm gün çocukları izliyor. Kaç kere dedim hasta olacaksın diye ama babamı bilirsin inadı tuttu mu mezardaki anam da dirilse fayda etmez. Bu inatçılığımdan ondan geliyor ya.‘’ Mahalleye gelir gelmez içimi kaplayan karamsarlık anıların eşliğinde buhar oluyordu gökyüzüne doğru
‘’Çotanak Market’’ Nurettin Amcanın her Cuma öğleden sonra camiye giderken çocuklara ikili sütlü çikolata ve dövmeli sakızı bedavaya verdiği bir ‘SüperBakkal’dı. Bakkalın ismi bana küçükken çok tuhaf gelse de o ikili çikolataların tadı hâlâ damağımdadır. Adı neydi çikolatanın, onu bile hatırlamam. Ortaokula geçtiğimde bu bakkal isminin bir gizemi olmalı diye düşümdüm, çocukluk aklıyla eş – dost, akraba önüme gelene sordum. Sonradan öğrendim ki ‘Çotanak’ fındığın ham haliymiş. Adını oradan alıyormuş. Şimdi o ‘Süper Bakkal’ın yerini ‘Süpermarket’ almış!
‘Gülzade Park’ı hâlâ parktı belki ama restore edilmiş bir park. Salıncaklar artık plastik. Yahu bu salıncak şu çiroz halimle bile benim onda birimi bile taşımazdı ki. Eskiden beş kız birden sağdaki dönemeçte ahşap salıncağa binerdik. Nurettin Amca ile rahmetli babam da tüm gücüyle sallardı bizi. Havada kahkahalarımız diğer sokağa ulaşırdı. Annem de akşam saatini iple çekip ‘’Kız kısmının ergenlik çağında salıncağa bindiği nerde görülmüş. Hep sen şımartıyorsun bu kızı Mehmet Efendi. Bak el-alem torun torbaya karıştılar biz hâlâ kızın okuyacakta meslek sahibi olacak tasasındayız.’’ Toprağı bol olsun ikisinin de. Çok kızardım anneme o zamanlar. Annem babama bunları der demez ben de soluğu yine bu parkta alırdım. Koca ceviz ağacının altına geçer hüngür hüngür ağlardım ‘Ben evlenmek istemiyorum. Koca istemiyorum. Temizlik yapmak istemiyorum. Evde kalacam ben. Bana ne. Mahalleden bana ne. Evlenmeyeceğim işte. Çok meraklıysa mahalleli kendileri bir daha evlensin.’ diye. Ne de büyük ne garip laflar etmişim. Ağlaya ağlaya uyuyakalırdım ağacın altında da da Gülnur Teyze Hayriye’yi kucağına alıp gelir uyandırırdı beni usulca. Bu park teselli durağıydı benim için. İçim rahatlar öfkem biterdi anneme de. Sonra kahkahama kaldığım yerden devam ederdim…
‘’Huuuu! Kız Metoş, nereye daldın sen de babam gibi. Kız yoksa eski aşkların mı geldi aklına’’ deyince bu deli kız bir an utandım Nurettin Amcanın yanında, sonra beni duymadığını anımsayınca bir mahçup oldum içten içe nedense. Aşkta güzeldi bu sokakta. Ebru anılarımı filizlendiriyordu. ’Kız o bizi duyamaz. O da alıştı haline, ben de. Hem o seviyor bu parkı. Bizim çocukluğumuzdaki gibi. Bak seninle n’apalım biliyor musun, bizim sokağı şöyle bir turlayalım. Hem yeniden keşfederiz. Kalk hadi…’’
Anılarım hem gün yüzüne çıkıyor sonra ana dönünce silkeleniyor gibiydim. Otuzlu yaşlara gelince daha bir sorgular oldum neden burayı bırakıp gittiğime. Annemin hayallerini rüyalarını gerçekleştirdim belki ama kendi hayallerim ve hayatım kâbusa dönmüştü…
Girdik kol kola, başladık yürümeye canım ‘Karanfil Sokağı’nı. Koca apartmanlar arabalardan geçilmez olmuş. Bizim sokakta hangi ulaşım aracı park edilirdi ki. Hiç kuşkusuz her ailenin en az bir çocuğunda bulunan önce dört sonra iki tekerlekli sepetli bisikletler. ‘’Kız Metoş, Benim bisiklet hâlâ duruyor yeni evin bodrum katında. Hasan öğretmişti sokaktaki tüm çocuklara bisiklet sürmeyi. ‘Superman’ gibiydi. Meltem, sormayayım sormayayım diyorum ama meraktan çatlayacağım artık. Bak yılların hatırı var aramızda. Ölümü göreyim söyle. Ne diye evlendin sevmediğin adamla. Şimdi nasıl oldu da döndün onun yanından?’’ Karanfil’i böyle görmek zaten içime bir huzursuzluk katmışken Ebru’nun bu soruları beni ilaveten yormazdı. Boğazıma kadar doluydum. Anlatacaktım elbet dostuma. Zaman yaşananları, içini dökme zamanıydı benim için. Her yeri beton kaplayan bu yerde derin nefes aldım gökyüzüne doğru. Sonra döndüm Ebru’ya anlattım ne oldu ne bittiyse. Annemin daha lise yıllarında beni köylüsü olduğu bir müteahhide vereceği yıllardan belliymiş. Babam kanserden ölünce o da fırsat bilmiş meğerse. Benden on beş yaş büyük adama göz göre göre sorgusuz sualsiz verdi bir gecede. Apar topar alıp götürdüler beni zaten. Yangından mal kaçırıyorlar sanki. Öyle…
Dayanamadım o pis adama. Kaçtım onlardan bir gece ansızın.’’ Ebru şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Dili tutulmuştu. Benim de duygularım tutukluydu ya o zamanlar anlayan yoktu. Hasan’a söz vermiştim. Bu aşkın yolu evlilik yolu diye ta o zamanlar. Üniversite sınavından sonra aynı okulda okuyup bitirdikten sonra sen askere gidersin ben de makul bir dille annemlere anlatırım demiştim. Kimse anlamadı. Babam yaşasaydı belki anlardı beni. Bırakmazdı annemin ellerine. Yenerdik onu bu evlilik mahkemesinde ama babam kansere yenik düşmüştü. Yani kaybeden biz olmuştuk. Sen o zamanlar üniversitedeydin tabii. Evden çıkamaz oldum. Sana da ulaşamazdım. Sokak ahalisinin haberi bile olmamış. Neyse ben kaçınca bu evlilikle kafayı bozmuş adamdan gözü dönmüş. Annemin evine gidip ‘’Senin bu küçük orospu başkasına kaçmış. Hani körpeydi. Ulan hepinizi öldürmezsem ben de Karacalı Sinan değilim’’ diye. Hakikaten karabela gibi çökmüştü üzerimize bir kere bu adam. Annemin kalbinden rahatsızlığı, tansiyonu bir sürü hastalığı vardı bilirsin. O gece dayanamayıp bayılmış. Arka sokaklardan çarıkçı Hüseyin Amca arabayla hastaneye götürdüğünde çoktan ölmüş Melahat Sultanı
Tabii sokaktakiler beni o adamı çok sevdiğimden evlenmek istediğimi düşünmüşler. Külliyen yalan. Neyini seveyim o pis herifin. Buraya kadar sen de duymuşsunudur olan biteni Hasan’dan sonrasında bir bataklığa düştüm bir daha çıkamadım o bataklıktan Ebru. Gece yarısı kaçtığım semtin caddesinde bir kadınla erkek banka gelip yanıma sokuldular. Nerden bileyim kim olduklarını. Zor durumdaydım ya kim ne derse onaylayıp kabul edecektim.’’ Ebru’nun gözleri dolmuştu. Omuzlarıma sardı kollarını. Devam et dedi gözleriyle.
Meğerse yağmurdan kaçarken doluya yakalanmışım. Beni sahiplenip yanına alan kişiler bir ‘kadın pazarlamacısı’ymış. Canına yandığım memleket bir kez daha başımı yakmıştı. Birkaç ay sonra anladım elbet. Tehtid ettiler beni ya sen de bu işte çalışır ekmek yersin ya da seni kaçtığın adama geri teslim ederiz’’ dedi. Çaresizliğin en büyüğünü işte o zaman anladım. Geri dönüşü imkansız bir yolda kazaya kurbandım. Yıllar sonra onlardan yakamı kurtardım. Geriye ne güzel, körpe duygular kaldı ben den ne de dimdik ayakta duracak bir onurum. Utanç içinde yaşamaktansa Hasan ve Karanfil Sokak’ı içimin en derin yerine hapsettim. Bir daha da oradan çıkaramadım.
Ebru dayanamadı daha fazla. Olan biteni anlatmıştım. Hoş, sokak sakinleri artık taşınınca buralardan benim adımı anan da pek olmamış. Karanfil sevmezdi dedikoduyu. Başkasına de söz ettirmezdi orada ne yaşanırsa yaşansın. Çantasından mendilini çıkardı önce benim sonra kendinin gözyaşlarını sildi. Tebessüm etti çocukluğumuzdaki gibi. Masumdu. ‘’Meltemim, canım dostum sen utanma bu yaşadıklarından. Ağlama sakın’’
Sonra geçtik bizim eskilerde bakkal şimdilerde Süpermarketin karşısındaki pastaneye. Birer limonlu pastayla iki de çay içtik. Güzel şeylerden konuştuk. Ebru’nun okul yıllarından bir erkek arkadaşı varmış. Bu seneye evleneceklerini söyleyince ağzım kulalarıma varmıştı. Duy da inanma. Bizim kızın bir gün âşık olacağına kim inanırdı. ‘’Nikah şahidim de sen olacaksın, itiraz istemem’’ dedi. Seve seve. Ahh nasıl mutlu oldum o dakika. Bana mutluluk resimlerini de gösterince bu şanslı kişiye pek kanım ısınır olmuştu. Bu pastanenin sahibi el değiştirmişti ama mekanı nostaljik bırakmış olacaktı ki kendimi lise yıllarında hissettim tekrar. Ebru ve Hülya’yla boş derslerde az kaçamak yapmamıştık burada.
‘’Hadi kalkalım’’ dedi Ebru. Biraz yürüyüş yapıp oradan babamı alır bize geçeriz. Sana ‘Cevizli İrmik Tatlısı’ yaparım. Seversin. ‘’ Ebru tatlı yiyip tatlı konuşma konusunda pek maharetliydi. Aldık çantalarımızı. Yürüdük sokağın sonuna doğru. Kadir Amcaların yıkılan evinin oraya molozlar yığmışlardı. Hâlâ orada duruyor onlar. Orada yıkılmayan bir duvar vardı ki benim için manidar kalan görünüşü harabe anlamı hâlâ dinç kalan bir duvardı. Hasan’ın ortaokuldayken ilk aşk itirafını yaptığı duvar. Kendisi söyleyemediğinden Hülya’ya demiş. ‘’Kadir Amcaların oradaki duvara baksın Meltem. Ona önemli bir şey yazdım diye. Koca yazılarla yazmış ‘Sana aşığım Meltem’ diye. Sınıftaki bütün kızlar duyunca harem grubu şeklinde duvara doğru koştular okul çıkışı. Herkes hep bir ağızdan ‘Hasan Meltem’i seviyor’ diye naralar atınca soluğu annemin yanında alıp bir de üzerine dayak yemiştim.
Şimdi duvar tozların altında kalan o güzel şiirle şu yeni yapılan villalardan daha güzel görünüyordu gözümde. Karlar altındaydı belki yazı. Şiirde de karlar altında değil miydi zaten. Yazılar hafif silinse de okunuyordu. İlk aşk cümlesi ve birlikte yazdığımız Ahmed Arif şiirinin dizesi. Ezberimdedir. Hiç çıkmadı ki aklımdan. Duvar işte şimdi bir kez daha dillenmişti ‘Ahmed Arif’in dizelerinden:
Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.
*******
‘’Sana aşığım Meltem’’