Hayatımın büyük bir kısmı kararsız kalışlarıma harcadığım zamanlarla ve aynı zamanda dengesizce ve aniden ortaya çıkardığım fikirlerimin sonuçlarını film izler gibi izlemekle geçiyor. Çoğu zaman akışta kaybolduğum için, hayattaki olgulara pek takılı kalmıyorum. Her şey geldi ve geçti benim hayatımdan. Diyebilirsiniz ki 20 yaşında birinin önünde daha birçok engel var, illa ki takılacak. Takılmayı çok isterim. Bir şey olmayı, biri olmayı, bir işle uğraşmayı, bir konu üzerine düşünmeyi, bir karara varmayı. Böyle bir noktada olabilmek için keskin ve çıkıntılı uçlarınızın olması gerekir. Buna sahip olabilmek için ise bir kırılış, bir parçalanış olmalı. Örneğin kendi kabuklarınızı kırmanız gibi, bu öyle aniden gelişmez değil mi? Önce karar verilir… Artık anladığım kadarıyla söyleyebilirim ki ben karar veren kişi olmaktan nefret ediyorum. Bunun altında bir korku yatıyor sanki, nedenini bilmiyorum. Su üstüne çıkmayayım diye kaptırıveriyorum kendimi suların gidişine, akışına. Her şey nasıl gelip geçtiyse, ben de geldim ve geçiyorum. Sakın sizi üzmeye çalıştığımı sanmayın ama, belki bu yüzden kendime pek de değer vermiyorum ve özel davranmıyorum. Çünkü ben sizden ayrı biri değilim. Bambaşka düşünceler dolanmıyor benim kafamda. yepyeni bir şey hissetmiyorum sokakta yavru bir kedi görünce. Hepinizden aldığım birkaç parça ile kendimi oluşturdum, sertleşmiş bir toprağım ben. O yüzden dışarıdan bakınca gayet karmaşık görünebilirim ama dağılacağım. Keskin bir ucum olmadığı için aşınarak yok olacağım.