Düşler! Düşlerde yetmiyordu artık kızıl saçlarını Mikail’in ellerine bırakmaya. Uykularını Tanrı’nın unuttuğu Şili topraklarına armağan ettiği günden bu yana bedenini kabusların yazdığı ezgiler tırmalıyordu. Üşüyordu! Ne dualar ne de yeminler diriltebiliyordu artık içindeki ölmüş Klotho’nun ruhunu. Bir yenisi daha eklenirken nice kadimlerin kustuğu ihanetler tarlasına. Şeytanların zafer naraları içinde büyüdükçe kargaların leş kokusu, bir çileğin sahte aromasını andırana dek, kıvamına devam edecekti ölüsü!
Gün güneşsiz sanki bir cehennemi andırıyordu. İnce uzun parmaklarının arasına aldığı her sigara dudaklarını yalıyordu arsızca. Bir zamanlar Kai’nin dudaklarını değdirdiği dudaklarına. Şimdi ellerinde tuttuğu kırmızı mektubun, sadece kırmızı bir mektup olmamasının verdiği o kırılgan acıyla, gülümsüyordu. Yaşadığı her şeyin yalan olduğunu, aslında hiç olmadığını açıkladıkları bir şizofren gibi gülüyordu! ‘’İnanmak’’ ne kadar komik geliyordu şimdi düşüncelerine. Kutsal kitaplara, peygamberlere hatta Tanrı’ya bile inanmazken bir insana inanmak, koşulsuzca düşünmeden ve sorgulamadan inanmak ne kadar gerçek kılardı tüm diğer inançsızlıklarını?
Aşk diye açıklanıyordu her günahın , azabın , ihanetin ve acının şarapnel parçacıkları. Oysa düştüğü cehennemin hiçbir açıklaması olamazdı, Boleyn Kraliçesinin çarmıhta yakılan bedeninden sonra düşürmüştü aşk zarif ellerle boğan asma kementini bir cadıya.
Kaiyra o güne dek hiçbir sigarasını bu denli keyifle içmemişti. Hatta titrememişti bile elleri bininci kez açtığı kırmızı mektubun sarsak kanatlarını. Yeniden ve yeniden okumak bu satırları kutsal bir kitabın yanılgılarını keşfetmek gibi tatmin ediyordu kandırılmış duygularını.
Rüzgarın omuzlarına dokunduğu hayaletimsi ruhu ve kulağında giderek yükselen müziğin korkutucu huzursuzluğu penceresinde oluşan yansımasıyla arasına perdeyi savurmasına neden olmuştu. Çok düşünmek bir süre sonra halüsinasyonlara neden oluyordu.