Memleketinde olmak iyi geliyor insana. Kendini güvenli ve huzurlu hissediyorsun. Ama evinde olmamak ve yapacak hiçbir şey bulamamak sıkıcı olabiliyor bazen. Özellikle de oyun çağını çoktan geçmiş ergenliğe hazırlanan bir çocuksan.
Babam bir sabah bu durumu fark etmiş olacak ki elimden tuttu ve “Bir yere gideceğiz.” dedi. Ama nereye gideceğimizi söylemedi. Ben de merakla babamın elini tuttum. Ve birlikte yürümeye başladık.
Vezirköprü’nün dar sokaklarında, taş kaldırımlarında yürüdük. Daha önce geçmediğimiz yollardan geçtik. Sıcak yaz havası, dükkanlarında oturan bazı tanıdıkların kısa sohbetleri ve eski binaların kendine has eski kokusu eşlik etti bize. Burayı ne olursa olsun çok seviyorum. Bana küçük yerlere özgü sıcaklığı ve samimiyeti hissettiriyor.
Babam, biraz daha yürüyünce başıyla işaret ederek “Burası” dedi. Karşımızdaki taş bina oldukça eski görünüyordu. Ben de buranın ne olduğuna dair kocaman bir merak uyanmıştı ki biraz daha yaklaşınca kapının üstünde büyük harflerle yazılmış olan “KÖPRÜLÜ FAZIL AHMET PAŞA KÜTÜPHANESİ” yazısını gördüm. Burası çok eski bir kütüphaneydi. Daha da heyecanlandım. İçeri girdiğimizde ortasında çimenler olan etrafı taş duvarlarla çevrili bana göre büyülü bir güzelliğe sahip muhteşem bir manzara karşıladı bizi. Babam kenarda bekleyen görevliyle konuşurken ben gözlerimi alamıyordum kütüphaneden. Etrafımı incelemeden duramıyor, detayları fark ettikçe daha da aşık oluyordum buraya. Her yer; yerler, duvarlar taştan yapılmıştı. Ortasında bir bahçe vardı. Bahçenin tepesi açıktı. Buradan içeri giren güneş altın pırıltıları bırakıyordu etrafa. Bahçenin çevresinde tahta masa ve sandalyeler vardı. Okumak ve çalışmak için daha etkileyici bir ortam olamazdı.
Babamın görevliyle olan konuşması bitince içeri doğru yürüdük. Duvarlarda üstünde yazılar olan kapılar vardı. Biz de üstünde “Çocuk Kitapları” yazan bir kapıdan içeri girdik. Burası bir kitap mahzeniydi adeta. Görevli ışığı açtı. İçeride hiç pencere yoktu. Çok büyük olmayan, küçük de sayılmayan dört duvarı tamamen kitaplarla dolu, kitapları seven herkesin başını döndürebilecek çok güzel bir oda. Ben de başı dönmüş bir küçük kitapsever olarak, rafları karıştırmaya başladım. İçlerinden bir tane kitap seçtim. Görevli çıkışta beni kütüphaneye üye yaparak elime bir kart verdi. Bu kartla ertesi gün gelip okuduğum kitabı yenisiyle değiştirdim. Ve ertesi gün de. Hatta sonraki gün de. Sanırım tatil bitene kadar bu böyle oldu.
Vezirköprü’ye gelmeyeli uzun yıllar olmuştu. Büşra, onunla buluşmuş gezerken kendisini neden buraya getirdiğimi anlamamıştı. Ben de tam ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Ama içimdeki bir şey beni yeniden bu güzel tarihi kütüphaneye getirmişti.
Eskisi gibiydi taş bina. Üstündeki yazı aynen duruyordu. O küçük kız çocuğu gibi heyecanlandım. Artık bir üniversite öğrencisi olmama rağmen yeniden bu muhteşem manzarayla buluşmak çok güzeldi. Kendimi mahzenlere atıp, kitağlığın dünyadaki en karşılıksız dostluğu bana sunmaları için hazırdım. Ancak bir şey bana engel oldu. Gözlerimdeki büyülü gözlükleri çıkarınca bütün yapaylığı ve bu kütüphaneye hiç yakışmamışlığıyla gri renkli bir turnikeye takıldığımı fark ettim. Ben yine de geçebilmek için uğraşırken kenardaki görevlinin sesini duydum. “Buyrun” dedi. İçeri girmek istediğimi söyledim. Bunun mümkün olamayacağını söyledi. Çok şaşırdım. Önce anlayamadım. Benim şaşkınlığımı farkeden görevli daha detaylı bir açıklama yaparak kitapların çalınması, onlara zarar verilmesi gibi durumlardan ötürü böyle bir uygulamaya geçildiğini söyledi. O zaman anladım ve bahçenin etrafındaki masa sandalyelerin de artık olmadığını o zaman fark ettim. Üzüntü, kızgınlık bir sürü değişik duyguyla birlikte yine de içeri girmek için çabaladım. Maalesef hiçbir yaptığım işe yaramadı.
Yeni açılan alışveriş merkezleri, internet kafeler, yeni yeni mağazalar gençleri, kapıları ardına kadar açmış buyur ederken Vezirköprü’nün tek kütüphanesi içeriye kimseyi kabul etmiyor, belki de bir sürü kitapseveri en sevdiği dostlarından mahrum bırakıyordu. Çok üzüldüm. Bu sefer bu kütüphaneden ellerim boş bir şekilde ayrıldım. Dönerken köşedeki dükkan gözüme çarptı. Hatırladım ki yıllar önce buraya ilk geldiğim gün babam bu dükkandan bana kırmızı bir saat almıştı. Ve o gün o kırmızı saat dünyanın en güzel saati, benim babam dünyanın en iyi babası ve Fazıl Ahmet Paşa Kütüphanesi dünyanın en güzel kütüphanesiydi.