Kendi başına, alıp başını gidercesine, plan program yapmadan gezmeyi seviyordu Kadın. Yine bir gün, öylesine dışarıya çıktığı bir gün, o kitabevinin yemyeşil bahçesinde buldu kendini. Kahve kokusu içeriden ince ince yayılırken, hafif bir piyano melodisi esiyordu kulağının arkasında. Bahçede bir su kaynağı vardı, oluk oluk akarken küçük bir süs havuzunu dolduruyordu. Duvarda ise büyük bir ayna. Oturduğu zaman aynada kendisi görebileceği bir masaya yerleşti. Ruhsuz bakışları olan bu Kadından sert ve kendini beğenmişce bir davranış rahatlıkla beklenebilirdi, ancak kahvesini rica ederken gözlerinin içi güldü Kadının. Uzun süredir okuduğu kitabını açtı ve okumaya başladı. Ufak tefek alışkanlıkları olduğu belliydi, kitabının kapağının renginde bir kalem tutuyordu diğer elinde. Dikkatle ve yavaşça okurken ara sıra küçük çizikler atıyordu. Bir an kitabını kapattı ve suya bakmaya başladı. Birazdan yapacağı şeyin, bahçedeki çiçekleri ve ağaçları rahatsız edebileceği gibi çocukça ve fazlasıyla ince bir düşünceye kapıldı. Sigarasını elinde gezdirdi, en sonunda hızlıca yakıverdi. Gözlerini sudan ayırdıktan sonra, bu sefer aynadaki yansımasını izlemeye koyuldu. Karşısındaki bu yabancıya bakarken, gözlerinde ne acıma, ne şefkat, ne de bir iğrenme söz konusu değildi. Sigarasının ucunda birikmiş olan kül, suya düşüp ses çıkararak dürttü Kadını. Kadın hayata benzetti bu küçük süs havuzunu. Ne kadar kopacak gibi olsa da, hep bir yolunu buluyordu şu hayat; dikkat çekmek, tekrar içine çekmek için! Ufacık bir kül bile yetiyordu buna.
Bu sefer Kadın acıdı aynada yansımasına bakarken ve söz verdi. Bir daha düşen küle aldırmayacaktı.