Parlak bir inciydim önce derinlerde saklanırdım
Baba evi kabuğumdu hayat çok uzak sanırdım
Düşlerimle yandım sonra sevdalarımla kavruldum
Düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum
Kanat takıp uçurur da bu düşler
Uyandırır en tatlı yerinde
Gün ortasında sabah seherinde
Hatırlanır yeniden
Kabuğunu kırmayı başaran ancak yolunu kaybeden tüm kadınlara…
Aralık 2019
Ağzına kadar dolu olan konferans salonunda son kitabımla ilgili bir konuşma yapmak üzere İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıktım. Yollar karlı ve pusluydu. Beyaz bir ormanın derinliklerine doğru yol alıyorduk. Uzun bir yolculuk olacağa benziyordu. Yolların kayganlığından otobüs şoförü aracı temkinli bir şekilde kullanabilmek ya da belki de sadece öyle görünebilmek için epey mücadele ediyordu kendisiyle. Ara ara gözleri kayıyor gibi oluyordu. Tam o sırada muavin gelip bir kahve uzatıyordu kendisine. Kaç kez kaydı gözleri, kaç kahve geldi gitti sayamadım. Gözlerimi yoldan alamıyordum. Şoför her an uyuyacak diye de bir gözüm sürekli ona doğru kayıyordu. Temkinli ama uykulu… Dinlenmeden çıktığı kaçıncı yolculuktu kim bilir. Kar, uyuklayan şoför ve bitmek bilmeyen, uzun bir yol. Çıkılan bilmem kaç yüzüncü yolculuk. Değişen tek şey gidilen şehirler ve tek kişilik bir koltuk bulamıyorsam eğer, yanımda oturan yol arkadaşım oluyordu. Kimi zaman çocuklu kimi zaman kilolu ve hatta kimi zaman yanında oramı buramı yalayan bir köpekle hem de her zaman özellikle seçtiğim pencere kenarı koltuğumu işgal eden, yol boyunca tek saniye susmayan bir yol arkadaşı… Yine de usanmıyorum yolculuktan. Uzun yolları kısa ve konforlu bir uçak yolculuğuna tercih ediyorum. Uçaktan korktuğum doğru, ama uzun yolculukların çocukluğumdan beri iyi hissetmem konusunda uzun süre psikolojik destek aldığım psikoloğumdan daha etkili bir yöntem olması korkumdan daha geçerli bir sebep. Yollar benim için her zaman yeni umutların yeşerdiği topraklarım olmuştur. Hayata dair ümitsizliğe düştüğüm anlarda çıktığım her yolculuk topraklarıma ektiğim yeni bir umut fidanı anlamına gelir. Önemli kararlarımın çoğunu yollardayken almışımdır bu yüzden. Daha cesur hissederim topraklarımdayken.
Tam da bu düşüncelere her yolculuğumda olduğu gibi dalmışken Samsun’a 10 km yazısını gördüm. Yine kalbim çarpmaya, ellerim uyuşmaya başladı. Samsun’a 10 km… Zilin sesi duyuldu. Konferansa son 4 saat… İlk kitap yazmaya başladığımdan beri her ay düzenli olarak özellikle kadınlardan oluşan okurlarıma konferanslar vermeme rağmen hala ilk seferki gibi heyecanlanıyorum ve anksiyetem azıyor. Gereksiz bir kaygı tüm bedenimi kaplıyor. Kalbim yerinden fırlayıp benden önce salona gidecek, kapıyı hafifçe aralayıp içeriye doğru gizlice şöyle bir bakıverip hemen oradan kaçacak gibi oluyor sanki. Bu histen bir an önce kurtulmalıyım. Yoksa yine söylemek istediğim hiçbir şeyi söyleyemeden ayrılacağım konferans salonundan. Derin bir nefes almalıyım. Nefes almak o kadar da zor bir şey olamaz. Düzgün nefes almayı başarabilirsem eğer hemen sonrasında daha pozitif düşünmeye başlayacağım ve sonra her şey göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş olacak. Ve sonra kendimi konferansla ilgili keşke şunu da söyleyebilseydim diyeceğim bir sürü şeyi düşünürken bulacağım.
Keşke anlatıldığı kadar kolay ve güzel olabilseydi her şey. Gözlerimi kapadım, açtım. Daha doğrusu her gün, gün daha doğmadan, en güzel rüyalarımı koca beton yığınlarını delen o devasa makinelerin şiddetiyle delip geçen o lanet olası alarmın sesi odanın ve kulaklarımın içini doldurdu. Şu alarmı bir elime geçirsem, bu gece otuz beşinci kez erteleyip bölük pörçük uykuma devam edeceğim. Zaten hava da soğuk, sıcacık yorganımın altından kalkıp kendimi soğuk havanın kollarına bırakmak şuan dünyanın en zor şeyiymiş gibi hissediyorum. Hala arıyorum alarmı ama bulamıyorum. Uyku sersemliği mi yoksa gördüğüm rüyanın yaratmış olduğu sersemlik mi bilmiyorum ama tek istediğim bir an önce şu aleti susturup rüyama kaldığım yerden devam edebilmek. Sonunu o uyku sersemliğime rağmen merak ediyorum. Konferans, yollar, yol arkadaşları ve son kitabımla ilgili vereceğim konuşmayı dinlemeye gelen yüzlerce kadın… Peki ya sonu…
Rüyalarımı hatırlamakta çoğunlukla güçlük çekerim. Ama bu seferki diğerlerinden farklı… Her zaman hayalini kurduğum şeyi gördüm bu sefer rüyamda. Gerçeklik payı var mıydı bu rüyanın? Son zamanlarda kitaplarını okuduğum bir yazarın tüm eserlerinde bahsettiği gibi bir mesaj mı veriyordu bana yoksa rüyam? Neye inanmalıyım ve nasıl harekete geçmeliyim? İki saat sonra noterde sözlü çevirim var. Notere 20 km. Ve daha yataktan kalkmadan merhaba anksiyete. Bir kalbim olduğunu son zamanlarda her zamankinden daha çok hissediyorum. Hissetmemem imkânsız. Kendini hiç unutturmuyor.
Kulağımda hafta sonundan kalan bir şarkı… Düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum… Bu şarkıyı her duyduğumda ağlıyorum. Duygusal bir insan olduğum doğrudur ama öyle her şarkıya da ağlamam. Ama bu şarkı başka… Abril bu şarkının farklı bir versiyonunun kendine beni hatırlattığını söylemişti ilişkimizin daha ilk zamanlarında. Benim için de öyleydi, ama bundan ona hiç bahsetmedim. Belki de kendimi vurduğum yolun beni düşlerime götüren yol olduğuna özellikle son birkaç yıldır inanmıyor olmamdı bunun sebebi.
Hayatım boyunca elimi attığım birçok şeyi başardığım doğru. Hayat benim için birçoğuna olduğundan daha uzaktı bir zamanlar. Bir gün kabuğumu kırıp kendi yolumda yürüyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Küçük ve çelimsiz bir kız oldum hep. Kişiliğim de görüntümden farklı değildi. Zayıf ve ürkek… Övünebileceğim tek özelliğim, hiçbir şeyden vazgeçmemekti. Son zamanlarda vazgeçmek kelimesiyle çok yakın dost olmamıza rağmen her zaman bu özelliğim sayesinde bir an bile yorulmadan ileriye doğru yürüdüm. Önüme çıkan tüm engellere rağmen yürümeye koşar adım devam ettim. Sanki yetişmem gereken nemli bir şey varmış gibi… Ancak çok önemli bir şeyi unuttum yürürken; sahi, nereye yürüyordum böyle? Şuan ne başladığım nokta var aklımda ne de varmak istediğim yer. Hatırlamaya çalışıyorum. Zihnimi zorluyorum. Ama olmuyor, yapamıyorum. Ben neden çıktım bu yola, hatırlayamıyorum. Nereye gittiğim hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Gözleri görmeyen birinin atacağı birkaç adım ötesini bir sopa yardımıyla anlamaya çalışıp adım atması gibi devam ediyorum yoluma. Artık hislerim de bana arkadaşlık etmiyor üstelik bu yolda. Sopasız bir görme engelli gibiyim daha çok.
Küçük bir kız çocuğuyken yapmaktan en çok keyif aldığım şey, kardeşimle paylaştığım odamızda ranzanın üst katında herkesin gözünden uzakta gözlerimi kapatıp saatlerce hayal kurmak olurdu. Annem her gün öğlen birkaç saat uyumamız için büyük bir çaba sarf ederdi. Uyuduğum çok az olurdu. Çoğunlukla bu süre boyunca ya da kardeşim uyanıp yatağından kalkana kadar desek daha doğru olur, gözlerimi yumup hayaller kurardım. Kimi zaman bir süper kahraman olurdum hayallerimde, kimi zaman da popüler, yaşıtlarının ilgisini çeken, güzel ve tatlı bir kız çocuğu. Olduğumun aksini görürdüm yani hep… Kötülük ve umutsuzluk yoktu hiçbir zaman hayallerimde. Bazen başımın ağrıdığını hissederdim düşünmeye çalışmaktan. Hayal gücüm beni yorardı. Ama en güzel etkinliğim olan bu hayal kurma alışkanlığımdan hiç vazgeçmedim o zamanlar. Belki de sonra annem büyüdüğümüzü hissedip artık uyumamız gerekmediğini düşünmeye başladığında hem yatağıma hem de hayallerime veda ettim. Tabi bu yalnızca bir varsayım. Zira hayal kurmaktan ne zaman ve nasıl vazgeçtiğim konusunda hiçbir fikre sahip değilim. Belki de kafama bir şey düştü ve hayal kurmakta dâhil her şeyi unuttum. Çocukluğuma dair hafızamda pek bir şey olmaması başka nasıl açıklanabilir ki?
Son bir saat… Birazdan kalkıp hazırlanmam ve notere gitmem gerekiyor. Ama ben düşünmekten kendimi alamıyorum. Sahi, nereye yürüyordum böyle? İşlerim yolunda, sevdiğim adamla evliyim ve Abril’le aramızda son birkaç günü ve istisnai durumları saymazsak tabi, etrafımızda tanıdığımız hiç kimsede olmayan bir iletişim becerimiz var. Birbirimizi iyi anladığımızı düşünüyoruz. Hayatımda yolunda gitmeyen pekte bir şey yok aslına bakılırsa. Bir saat içinde hazırlanmam gerektiğini ve gördüğüm güzel rüyamı mahveden alarmı saymazsak tabi.
Şarkıdaki gibi parlak bir inci olmadım ama hiç. İncilerle tek benzerliğim derinlerde saklanmam diyebilirim. Kendi derinlerimde, kimseye belli etmeden… Keşke boğulmayı göze alıp daha derinlerime dalabilseydim ve sonsuza dekte orada yaşayabilseydim. Vaz geçmek kelimesiyle dostluğumuzun başladığı yer aslında tam da burası sanırım. Şuan en samimi dostum olmasının sebebi de, onunla en zor zamanımda, kendimin en diplerine doğru yüzüyorken bir an panik içerisinde nefessiz kalıp boğulacağımı hissettiğim o anda elini bana uzatıp beni kendimden, düşlerimin içinde boğulmaktan kurtarması olmalı. Hayatımı kurtaran, hislerimi öldüren kadim dostum… Ne de güzel yanıyordum hâlbuki düşlerimle derinliklerimde. Sevdalarımla da kavruluyordum orada. Anlamlı ve güzel aşklarım vardı. Hepsine ayrı anlamlar yüklediğim bir sürü sevdalarım… Düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurmayı hayal ederken nasıl oluyor da yalnızca bir panik beni başka birinin yollarına savurabiliyor? İnsan kendinden neden kaçmak ister ki? Artık bunları düşünmenin, tekrar derinlere dalmayı ve çocukluğumda olduğu gibi orada saklanmayı düşlemenin faydasız olduğuna karar veriyorum. Tıpkı rüyamın sürmesi için biraz da uyumayı istemek gibi. Gerçeklerden kaçamam, artık suyun yüzeyindeyim. Kalkıp hazırlanmam ve işime de her zamankinden farklı olarak zamanında gitmem gerekiyor. Biran önce yola koyulmalıyım. Kendi yolum olmayan, başka bir alternatifi de bulunmayan, nereye varacağı belirsiz bir yola…
Güzel düşler ve tatlı rüyalar, tekrar görüşmek dileğiyle…