SAHNE 1 KARANLIK SOKAK\DIŞ GECE | |
Havada görünen kırmızı yağmur bulutları…
Yağmurlu bir gecedir. Yoldan geçip giden birkaç sarhoş görürüz. Sokaktaki barlardan gelen müzik sesleri…uzaklardan yükselen siren sesleri duyulur. Elinde büyükçe bir paket ile yürüyen Emre’yi görürüz. Siyah ceketi ve pantolonu ile gece karanlığında belli olmaz. Bir eliyle paketi tutup diğeriyle sigarasından son dumanı alıp yere atar. Bir süre daha yürüdükten sonra eski bir apartmanın önünde durur. Art arda çakan şimşeklerin ışığıyla sokağın başında bir adam görünür. Emre’ye doğru yürümektedir. Emre gelenin Sercan olduğunu görünce ona döner. Yanına vardığında yağmurun şiddeti de arttığından yüksek sesle konuşurlar.
Emre onaylar gibi başını sallar. Yağmurun şiddeti azaldığı için daha rahat konuşmaya başlarlar. Emre paketi göstererek
Sercan paketi aldıktan sonra Emre’nin omzuna dokunup ayrılır. |
SERCAN: Böyle bir havada beklettiysem kusura bakmayın. EMRE: Önemli değil de buluşma için bir mekan ayarlasak daha doğru olurdu. SERCAN: Saat gece yarısını geçti. Bu saatten sonra sadece barlar açık olur. Öyle bir mekanda da konuşamayacağımızı sanıyorum
EMRE: Doğu illerinde yaptığımız kazılardan birkaç parça. SERCAN: Hepsini inceleyeceğim. EMRE: Bu parçalar öncekilerden daha nadide Sercan Bey. Sözüme inanabilirsiniz. SERCAN: Tamam, araştırmalardan sonra ekibe mail atarım.
|
SAHNE 2 SELÇUK OFİS\İÇ GECE |
|
Perdeleri çekili bir oda. Loş bir ışık açıktır. duvar kenarındaki üst üste koyulmuş tarih kitapları görünür. Birkaç tane masa ve bilgisayarlar…kirlenmiş kahve kupaları…masaların kiri göze çarpar. Hande pencere tarafındaki masada bir şeyler yazmakta Selçuk ise raflarda kitap aramaktadır.
Selçuk gülümser ,arkasını dönmeden konuşur.
Selçuk Hande’ye dönerek şakacı bir tavırla
Bu defa karşılıkla gülüşürler.
Selçuk arkasını dönüp aradığı kitabı bulup raftan hızlıca çıkartır. |
HANDE: Bu akşam yine bir çok dekandan telefon aldım. ‘Son İstanbul’ tezi çok beğenilmiş. Anlayacağın üniversiteler sana hala talip.
SELÇUK: Benden kendi mesleğimi bırakıp eğitimci olmamı istiyorlar. Bunu asla yapamam. HANDE: En azından onlara kendi telefonunu ver. Bende böylece her hafta bir telefon yığınına maruz kalmam.
SELÇUK: Bunlar asistanım olmanın zor tarafları ama bunu da atlatacağını biliyorum.
HANDE: Şakayı bir tarafa bırakmak gerekirse o tez harikaydı. SELÇUK: Teşekkürler. Yılmaz’ın fotoğraflarıyla bezedikten sonra daha güzel oldu. HANDE: Hiçbir zaman açıklamayacaksın değil mi? Bu işin nasıl bir parçası olabilmeyi… SELÇUK: Benim gibi tarihçilerin bu kanında var Hande.
|
SAHNE 3 ÜSKÜDAR SAHİL\DIŞ GÜN
|
|
İstanbul köprüsü ve gün doğumu…güneş ışıkları ile parlayan turuncu bulutlar…muhteşem bir manzara…Boğaz üzerinde uçuşan martılar. Bomboş bir sahil. Yılmaz elinde bir simit ve fotoğraf makinesiyle görünür. Boğazın ve köprünün fotoğraflarını çekerken bir balıkçı Yılmaz’ı görür. Elinde oltası ve kovası… Yılmaz’ın yanına doğru yürüyüp samimi bir sesle konuşur.
Yılmaz makinesini bırakıp adama döner.
Yılmaz elindeki simidi gösterip
Yılmaz’ın yüzünde küçük bir tebessüm… balıkçının peşine takılır. |
BALIKÇI: Evlat!
YILMAZ: Buyur dayı. BALIKÇI: Evlat napıyorsun bu saatte buralarda. Donmadın mı yahu ? YILMAZ: Ben alışkınım be dayı bu soğuğa, fotoğraf çekiyorum ,fotoğrafçıyım ben. BALIKÇI: Allah yardımcın olsun be oğlum karnın aç mı?
YILMAZ: Yok dayım sağ olasın atıştırıyorum bir şeyler. BALIKÇI: Simitle olmaz. Gel benle sıcak çayım var. Yanına da bir domates ekmek. YILMAZ: Sağ ol güzel dayım benim ama fotoğraf çekmem lazım. BALIKÇI: Boğaz kaçmıyor ya evlat gel dedim.
|
SAHNE 4 BALIKÇI BARAKA\İÇ GÜN
|
|
Küçük rutubetli bir balıkçı barakası… etrafta eski oltalar, misinalar. Yerlerde sararmış gazeteler…köşe tarafta eski dağınık bir yatak…hemen yanında küçük bir tüp üstünde demlik…balıkçı ile Yılmaz içeri girerler.
Balıkçı küçük tahta masanın yanındaki sandalyeyi gösterir.
Balıkçının verdiği çayı alır Yılmaz.
Yılmaz çaydan bir yudum alıp kirli küçük pencereden boğaza bakar. |
BALIKÇI: Etraf biraz dağınıktır kusura bakma. YILMAZ: Ne kusuru dayı estağfurullah.
BALIKÇI: Çek şunu da otur hele. Anlat bakalım kimsin necisin bende sana bir tavşankanı vereyim. YILMAZ: Adım Yılmaz. Fotoğrafçıyım. Aslında tarihçi de sayılırım. Gittiğim yerin fotoğraflarını çeker dururum. Farklı şehirlerin, ülkelerin en çok ta İstanbul’un.
BALIKÇI: Valla yıllardır buralarda balık tutarım ilk defa bu saatte fotoğraf için geleni gördüm. YILMAZ: Asıl iyi fotoğraf bu saatte çekilir. Gün doğarken. Eee dayı sen neredensin kimsin burada mı yaşarsın? BALIKÇI: İsmimi unutalı çok oldu Yılmaz oğlum. Yıllardır balık tutar satar geçinip giderim buralarda. Buradan başka da gidecek yerim yok zaten.
|
SAHNE 5 SELÇUK OFİS\İÇ GÜN
|
|
Gün ışıklarının aydınlattığı ofis… Selçuk çalışma masalarının birinde oturmuş ayaklarını masaya uzatmıştır. Elinde eski kapaklı bir kitap. İsmi görülemeyecek kadar eskimiş. Diğer masalar boş. Ofiste yalnız Selçuk vardır. Emre ofise girer. Selçuk ile göz göze gelir.
Biraz tozlu, eskimiş çay\kahve makinesi. Emre makinenin boşalmış kabına su koyar ve ofisten ayrılır. Hemen ardından Yılmaz girer içeri boynunda fotoğraf makinesi…siyah eldivenlerini çıkartır.
|
EMRE: Şefim yine sabahladınız mı yoksa? SELÇUK: Pek sayılmaz üç saat uyudum. EMRE: Hande ne zaman gitti? SELÇUK: Biraz önce. Gün aydınlanınca yolladım kızı çok yoruldu oda. Öğleden sonra gelir artık. EMRE: İyi yapmışsınız. Diğerleri gelmeden ben karşıdaki pastaneden poğaça falan alıp geleyim şefim kahvaltı yapmamışsınızdır herhalde. SELÇUK: Daha yapmadım. Al gel bakalım şu çay makinesini de çalıştır.
SELÇUK: Yılmaz Bey bakıyorum da erkencisiniz. Fotoğraf çekimi erken bitmiş anlaşılan. YILMAZ: Aman şefim güneş doğduğundan beri çekip duruyorum. Hem gün doğumunda boğaz gerçekten mükemmel çıkıyor. Çok iyi manzaralar yakaladım. SELÇUK: İyi bakalım. Bu aralar hepimizin harıl harıl çalışması gerek. Yazılar, tezler , kazılar falan derken bir ton işimiz var. Emre yiyecek bir şeyler getirsin de kahvaltı yapıp çalışmaya başlayalım. YILMAZ: Ben tokum şefim size afiyet olsun. Ben şu fotoğrafları bilgisayara aktarayım.
|
SAHNE 6 ECE YATAK ODASI\İÇ GÜN
|
|
Büyük, beyaz, iki kişilik yatakta tek başına uyuyan Ece’yi görürüz. Gözlerinde uyku bandı… hemen yanı başında ki sehpada telefon, bir bardak su, alarm saati görünür. Duvarlarda sanatsal tablolar, pencereden biraz görünen İstanbul boğazı… Alarm saatinin çalmasıyla yataktan fırlar. İlk başta saati susturup üstüne bir şeyler giyer. Koşturarak banyoya gider.
|
|
SAHNE 7 SELÇUK OFİS\İÇ GÜN
|
|
Selçuk’un elinde çay bardağı pencereye yaslanır. Önündeki masasında kırıntılar. Yılmaz bilgisayarla uğraşırken klavyeden gelen tuş seslerini duyarız. Emre bir elinde telefon bir elinde çay… |
YILMAZ: Şefim fotoğraflar mükemmel oldu. Bir sonraki yazılarımızda mutlaka kullanmalıyız. SELÇUK: Bakarız. Ece nerede kaldı? Gelirken dosyaları almayı unutmasa bari EMRE: Unutmaz şefim dün akşam söyledim sabahta erken kalksın diye tembih ettim. Gelir şimdi trafiğe takılmıştır. SELÇUK: İyi yapmışsın. Ha bu arada unutuyordum az kalsın. Yarın ya da ertesi gün üniversiteden tarih kolu öğrencileri gelecekmiş Galata Kulesi’ni gezmeye, dekan arkadaşım yanlarında rehber olursa iyi olur dedi. Ben de ikinizi yollayacağım haberiniz olsun EMRE: Ya şefim biz ne anlarız rehbercilikten, öğrenci gezdirmekten Allah aşkına. YILMAZ: İşin altından kalkabilir miyiz ki şef? SELÇUK: Oğlum siz tarihçi değil misiniz? Hem mekan da basit: Galata Kulesi. Ne zaman, niçin kurulmuş falan anlatırsınız işte bir şeyler. Taş çatlasa bir iki saatlik iş nazlanmayın lan bu kadar. EMRE: Peki şefim sen daha iyi bilirsin tabi SELÇUK: Ha şöyle yola gelin bakıyım. |
SAHNE 8 MEYDAN\DIŞ GÜN
|
|
Büyükçe bir camii… meydanın hemen ortasında yerlerdeki yemleri yiyen onlarca güvercin… güvercinlere yem atan çocuklar, anneler, işe yetişmek için koşuşturan insanlar… seyyar satıcılar…kısacası kalabalık bir meydan görürüz. Hemen sağda banklar… bankların birinde oturan Ahmet görünür. Saatine bakar. | |
SAHNE 9 ALT GEÇİT MERDİVENLERİ\DIŞ GÜN | |
Hızlı adımlarla merdivenleri çıkan Ece’yi görürüz. Merdivenler kalabalıktır. Çıkmakta zorlanır. Merdivenlerin sonunda meydana çıkar. Gözleriyle Ahmet’i aramaktadır. Aynı anda birbirlerini görürler. Ece yüzünde ufak bir tebessümle Ahmet’in yanına yaklaşır ve yanağına bir öpücük kondururken konuşur.
Otururken konuşmaya devam ederler.
Ahmet çantasından çıkardığı belgeleri görürüz. Ece dosyaları alırken
Ahmet’in arabasına doğru yürürlerken karşılarına 9-10 yaşlarında bir çingene kız çıkar. Ağzında sakız, elinde kırmızı güller, yüzünde abartılı bir makyaj.
Ahmet Ece’nin yüzüne sorar gibi bakar.
Ahmet cebinden beş lira çıkarıp kıza verir. Aldığı gülü de Ece’ye verirken
Ece utanır bakışları yerde ,arabaya binerler. |
ECE: Bekletmedim değil mi ya? Çok trafik vardı. Erken de çıkmıştım halbuki. AHMET: Sorun değil canım yeni geldim bende. Geç otur. Kahvaltı yapmadıysan bir yerlere gidip bir şeyler yiyelim.
ECE: Çok acelem var ama sözüm olsun hafta sonu bir şeyler yapabiliriz. AHMET: Peki öyle olsun. Sana şunları vereyim.
ECE: Çok teşekkür ederim. Seni de yordum buraya kadar. AHMET: Ne demek canım lafı mı olur? ECE: Ben kalkayım artık iyice geç kalıcam yoksa. AHMET: Seni bırakayım istersen ECE: Senin iş yerin çok ters kalıyor ama sonra sen geç kalmayasın. AHMET: Merak etme ben yetişirim. Gel hadi.
ÇİÇEKÇİ KIZ: Abe güzel abim. Almaz mısın şu güzel kıza bir gül? AHMET: Bilmem ki şimdi. Ece ?
ECE: Ay yok canım ne gereği var. ÇİÇEKÇİ KIZ: Öyle deme abla her kadına bir gül verilmelidir bu hayatta. AHMET: Bak sen. Boyundan büyük laflar da bilirmiş.
ECE: Ahmet ne gereği vardı şimdi. Çok teşekkür ederim. AHMET: Önemli değil. Mutlu olduğunu görmek bana yeter. Hadi araba şurada.
|
SAHNE 10 AMFİ\İÇ GÜN
|
|
Büyük bir üniversite amfisi… Uzman tarihçi Musa KOÇ kürsüde konuşur. Amfide konuşmayı dinleyen yüzü aşkın üniversiteli…öğrencilerin bakışları. Pür dikkat hocalarını dinlerler. Musa Hoca’nın alnında birkaç ter damlasını görürüz. Konuşmasını sürdürür.
Öğrenciler şaşkın halde birbirlerine bakarlar. Cevap gelmez.
Öğrencilerden biri söz ister.
Öğrenci şaşkın gözlerle cevap verir.
Amfi boşalmaya başlarken Musa telefonunu ceketinin cebinden çıkarır. Selçuk’u arar. |
MUSA HOCA: Kimi zaman fark edemediğiniz bir güdü ya da bir merak. İnsan da bu yüzden merak eder işte. Bilmedikleri yüzünden. İnsan araştırır elbet araştırabildiği ya da ulaşabildiği kadar bilgiye ama erişemediği mutlaka bir şey vardır. Matematik gibi direkt bir sonuca varmaz tarih. İnsan da sonuca vardırmak için uğraşır hep ama hiçbir zaman başaramayacaktır çünkü geçmişi inceleyemezsiniz çocuklar. İçinde tam anlamıyla olmadığınız bir anı ya da bir olayın tüm detaylarını bilemezsiniz. İçinizden kaçınız kendi doğumuna şahit olmuştur.
MUSA HOCA: Annenizden, babanızdan ya da abi ablalarınızın anlattığı kadarını bilirsiniz. Umarım verdiğim örnek işe yaramıştır.
ÖĞRENCİ: Madem sonucuna hiçbir zaman ulaşılamayacaksa geçmişin, neden yüzyıllar boyunca tarih kendi kendini biriktirip bu zamana kadar gelebilmiş? MUSA HOCA: Sen ne zaman öleceğini biliyor musun delikanlı?
ÖĞRENCİ: Hayır hocam. MUSA HOCA: Peki neden ne zaman öleceğini bilmediğin bu hayatın içinde bu yaşına kadar büyüyerek geldin. Tarihte böyledir. Sonuca ulaşamadığınız gibi tarihin ne zaman biteceğini de bilemeyiz. Bir insan hayatından farksızdır. Umarım verdiğim bu örnek de işe yarar gençler. Ders bitmiştir çıkabilirsiniz.
|
SAHNE 11 SELÇUK OFİS\İÇ GÜN
|
|
Selçuk pencereye yaslanmış durumda. Kol saatine bakar. Derin bir of çeker.
Selçuk’un telefonu çalar. Ekranda Musa Hoca yazısı görürüz.
Gülüşürler. |
SELÇUK: Nerede kaldı bu kız. Şu dosyalar olmadan başlayamayacağımızı bilmiyor mu? EMRE: Şefim yeni mesaj attı. Trafikte kalmış.
SELÇUK: Efendim hocam. MUSA(TELEFONDAN): Selçuk oğlum günaydın. SELÇUK: Size de günaydın hocam Nasılsınız? MUSA(TELEFONDAN): İyiyiz çok şükür. Bak ne diyeceğim. Akşam topla senin ekipteki gençleri bana gelin. Güzel bir yemek yeriz hem şu üniversite projelerinden de bahsederim sana belki ilgini çeker. SELÇUK: Geliriz tabi hocam gelmez miyiz? Ben söylerim arkadaşlara. MUSA(TELEFONDAN): Tamam o zaman akşama hepinizi bekliyorum ona göre. SELÇUK: Peki hocam görüşmek üzere. YILMAZ: Ne oldu şefim? Ne diyor Musa Hoca? SELÇUK: Akşam gelmemizi istiyor. Onun da evde canı sıkılıyor belli. Kızıyla beraber yaşayıp gidiyor adamcağız. EMRE: Gideriz değil mi şef? SELÇUK: Gideriz tabi oğlum. Koskoca Musa Hoca çağırmış. Gitmezsek keser bizi valla.
|
SAHNE 12 AHMET ARABA\İÇ GÜN
|
|
Ahmet arabayı kullanırken Ece’ye belli etmeden ona bakmaya çalışır. Arabasını hızlı bir şekilde Selçuk’un ofisinin önüne çeker. Ece emniyet kemerini çıkarır.
Ece saatine bakar.
Arabanın içinde kahkaha sesleri yükselir.
Ece önce arabanın kapısını açar tam inecekken dönüp Ahmet’i yanağından öper ve hızlıca arabadan iner. Ece ofisin kapısından içeri girerken Ahmet’in gittiğini görürüz. Ece merdivenleri hızlı adımlarla çıkar. |
ECE: Çok teşekkür ederim. Seni de sürükledim buraya kadar. AHMET: Önemli değil. Umarım geç kalmamışsındır.
ECE: Biraz geç kalmışım ama bir şey olmaz. Hem sabah sabah şefimim fırçasını yemek iyi geliyor. İnsanı ayıltıyor bir anlamda.
AHMET: Bana hafta sonu için verdiğin şu sözü daha önceye alma şansımız var mı ? Mesela yarın akşam. ECE: Hiç bilmiyorum ki. Bakalım bir işim çıkmazsa seni ararım. AHMET: Peki telefonunu beklicem o zaman.
|
SAHNE 13 SELÇUK OFİS\İÇ GÜN
|
|
Selçuk , Yılmaz ve Emre ayrı masalarda… içeri fırlayan Ece’yi gördüklerinde hepsi birden ona bakarlar.
Selçuk hemen önündeki masada oturan Emre’ye sert bakar. Emre şefinin sert baktığını görünce
Selçuk masasından kalkıp toplantı odasına gider. Hemen arkasından yılmaz da gider. Ece ceketini askılıklara asarken Emre yanına yaklaşır.
|
ECE: Şefim geç kaldığım için çok özür dilerim. Erken de çıkmıştım halbuki ama trafik… SELÇUK: Artık daha erken çıkman gerektiğini öğrenmiş oldun Ece Hanım. Dosyaları aldın mı Ahmet’ten? ECE: Aldım şefim. Hatta o getirdi buraya kadar. EMRE: Ahmet Bey’e bak sen. İyilik meleği mübarek.
EMRE: Özür dilerim şef. SELÇUK: Hemen çalışmaya başlayalım. Toplantı odasına gelin. Yılmaz, fotoğraflarla işin bittikten sonra birde beraber bakalım. Aralarından iyileri seçeriz. YILMAZ: Tamam.
EMRE: Bakıyorum da Ahmet Şehzademizle bayağı samimi olmuşsun. Arabalara binmeler falan. ECE: Sana ne be! Sana hesap mı verecem? EMRE: Doğru ben kimim ki zaten? Bana niye hesap veresin. ECE: Emre git başımdan zaten uykusuzum.
|
SAHNE 14 TOPLANTI ODASI\İÇ GÜN
|
|
Emre ve Ece art arda toplantı odasına girerler. Oval, biraz büyük bir masa. masanın arkasında beyaz bir tahta… hemen tahtanın önündeki sandalyede oturan Selçuk’u görürüz. Ece Selçuk’un yanına geçer. Ece çantasından çıkardığı dosyaları Selçuk’un önüne koyar.
Dosyalardan çıkan kağıtları bir süre okur. Dudaklarını görürüz kelimeleri hızlıca okumaktadır.
Kağıdı hızla masaya koyar.
Ece’nin yüzünde bir tebessüm belirir. Emre’nin bakışlarını görürüz. Gözleri Ece ‘ye bakmaktadır. |
SELÇUK: Bakalım yeni işimiz neymiş.
SELÇUK: Anlaşılan yine bizden tabak çanak bulmamızı istiyorlar. Frigyalılardan kalma bir takım. Sivrihisar taraflarında olduğu sanılıyormuş ECE: Eskişehir SELÇUK: Böyle bir kazı için Eskişehir’e gidecek maliyetim yok. YILMAZ: İşi ret mi edecez şefim
SELÇUK: Başka yolu yok. Hem geniş bir arazi olduğu yazıyor burada. Kazı ekipmanı bulmak gerekecek. Yalnız bizim ekiple olmaz bu iş. Altından kalkamayız. Oraya gittiğimize değmez çocuklar. Takımı bulduktan sonra bize verecekleri üç beş kuruş. Hem maddiyeti bir kenara bırakmak gerekirse biz daha değerli ve kıymet görecek şeyleri bulmalıyız . İnsanlar Hititleri, Sümerleri ya da frigyalıları unutalı çok oldu. EMRE: Haklısınız tabi. SELÇUK: Elimizde başka ne işler var? ECE: Birkaç dergiye yazılması gereken makaleler ve yazılar var. Önümüzdeki hafta sonuna kadar süre veriyor editörler. Ayrıca az önce Sercan Özdemir’den bir e-mail aldım. Son kazımızın bazı parçaları beğenilmiş. Satın almak isteyen insanların olduğunu söylüyor. SELÇUK: Çok iyi .Yılmaz, senin fotoğraflar ne alemde? YILMAZ: Çoğunun işini bilgisayarda hallettim şefim bazılarının son rötuşları kaldı. SELÇUK: İyi, güzel bu aralar sergi avcıları deli gibi İstanbul fotoğrafları arıyor. Onlarla konuşuruz belki. YILMAZ: Valla ağzımdan aldın şef. Ben bazılarıyla iletişime geçerim. SELÇUK: Tamamdır. Sivrihisar işini kabul etmeyeceğimiz bugün çalışmayacağız anlamına gelmiyor. Bugün herkesin sıkı çalışmasını istiyorum. Akşama kadar tüm işleri halledelim. Ha bu arada Ece sana söylemeyi unuttum. Bu akşam Musa Hoca’nın evine davetliyiz. Seni de istiyorum. Akşama bir işin yoktur inşallah. ECE: Hayır yok bu akşam size katılabilirim ama yarın akşam için izin isteyebilir miyim şefim? Biraz erken çıkmam gerekiyor. SELÇUK: Ne oldu bir yaramazlık mı var? ECE: Yok şef bir arkadaşımla dışarı çıkacağım sadece. SELÇUK: Tamam çıkabilirsin.
SELÇUK: Bu akşam Musa Hoca’nın sofrasında şöyle hep beraber güzel bir yemek yiyelim istiyorum. Hem önümüzdeki projeler için konuşuruz hem de hep birlikte oluruz. Ha Ece sen Hande’ye de haber ver beraber gelin. Bugün öğleden sonra işe geleceğim demişti ama akşamdan çok yoruldu kız söyle bugün tatil yapsın. ECE: Tamam şefim. SELÇUK: Söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa çıkabilirsiniz.
|
SAHNE 15 MUSA EV\İÇ GECE
|
|
Işıkları ile boğazı aydınlatan Boğaziçi köprüsünü görürüz. Boğazı gören muhteşem bir balkon…uzunca bir masa…çeşit çeşit yemekler… masanın kenarındaki ızgarada balık pişiren Musa Hoca’yı görürüz. Balıkları itinayla çevirerek pişirmektedir. Masaya meze, soğan tabağı getiren Musa’nın kızı Zeynep görünür. Üstünde bir mutfak önlüğü…
Zeynep mutfağa giderken kapının çaldığını duyar. Kapıyı açtığında Selçuk ve ekibi art arda dizilmişlerdir. Hep bir ağızdan ‘Merhabaaaa’ sesi yükselir. Selçuk’un elinde poşetler…şeffaf poşetlerden görünen meyveler… Emre’nin elinde lüks paketlenmiş üstünde pastanesinin ismi yazan bir tatlı görürüz.
Kapı ağzında duyulan gülüşmeler… Zeynep ekibi önce salona alır. Balkondan gelen balık kokusunu alan Ece ve Hande’nin ekşiyen yüzleri… elinde maşayla salona fırlayan Musa’yı görürüz.
Musa Hoca’nın uzun sofrasına teker teker kurulan ekibi görürüz. Baş köşede Musa hemen yanında ki sandalyede Selçuk. Hafiften rüzgarın sesi duyulur. Masadaki süslerin sallandığını görürüz.
Balkon kapısından görünen Zeynep… mutfak önlüğünü çıkarıp üstüne giydiği kıpkırmızı elbisesi… yüzündeki hafif makyaj… masadakilerin şaşkın bakışlarını görürüz.
Zeynep’in yüzünde ufak bir gülümseme…
Masada yükselen çatal kaşık sesleri… Ece ve Hande , Zeynep ile yemekler hakkında fısıldaşmalara başlamışlardır. Ece bazı yemeklerin tariflerini Zeynep’ten istemektedir.
Zeynep balkon saksılarının önüne koyulmuş eski plak çalara bir plak takar. Önce duyulan bir piyano sesi ve şarkı başlar. ‘Elbet bir gün buluşacağız’ çalmaktadır. Sofradaki çatal kaşık sesleri bir anda durur. Herkes durur. Herkesin dudaklarında şarkı sözleri. Masadakilerin çoğu şarkıyı bilmektedir. Selçuk’un gözleri… masadakiler hüzünlenmişlerdir.
Herkes yemeyi içmeyi bırakıp Musa’yı dinler. Zeynep’in gözleri dolar.
Masadaki herkesin gözünde birer damla… en çokta Zeynep’in… Selçuk’un gözleri de dolmuştur ama fark ettirmeden silmeye çalışır.
(Elbet bir gün buluşacağız)’dan sonra (Bekar gezelim) çalar plakta. Şarkının başlamasıyla birlikte herkes tekrar gülmeye ve yemeğe devam eder. Musa hoca güleç yüzüyle şarkıyı plaktan daha yüksek sesle söyler
Hep bir ağızdan yükselen şarkılar… masadakilerin sırayla yüzlerini görürüz… Emre’nin gözleri Ece’nin üstündedir. Sürekli ona baktığını görürüz. |
MUSA HOCA: Her şeyi koydun mu? Herkes gelmek üzeredir. ZEYNEP: Her şey hazır babacım merak etme. Balıklar ne alemde? MUSA HOCA: Hepsi pişti sayılır. Nerede kaldı bunlar yahu?
ZEYNEP: Ama niye zahmet ettiniz ya Selçuk Bey her şey vardı zaten. SELÇUK: Ne zahmeti bunlarda bizden olsun hem önlük de bir ayrı yakışmış Zeynep Hanım.
MUSA HOCA: Oooo beyler bayanlar hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Allah sizi inandırsın sizin için mükemmel bir sofra hazırladık Zeynep kızımla. Parmaklarınızı yiyeceksiniz valla. SELÇUK: Aman hocam fazla zahmet etmeseydiniz. MUSA HOCA: Olur mu Selçuk? Kıymetli meslektaşlarım gelmiş. Bugün kurmayacağımda bu güzel sofraları ne zaman kuracağım? E hadi neyi bekliyoruz geçin sofraya hadi hadi…
MUSA HOCA(BAĞIRARAK): Zeynep kızım hadi gel başlıyoruz.
MUSA HOCA: Kızım ne kadar da güzel olmuşsun böyle? ZEYNEP: Aman babaaa utandırma beni şimdi misafirlerimizin önünde. SELÇUK: Hocam doğru söylüyor bu ne güzellik böyle.
ZEYNEP: Ben servisleri yapayım. MUSA HOCA: Ee Selçuk anlat bakalım hayat nasıl gidiyor? SELÇUK: Bildiğin gibi be hocam iş güç koşuşturmaca… oradan oraya derken geçip gidiyor işte zaman. MUSA HOCA: Bir süredir meydanda görünmüyorsun var mı bu aralar yeni bir kazı hı? SELÇUK: Şu sıralar yok. Bak kazı dediniz de aklıma geldi. Daha bugün elime bir iş geldi bir tarihçi arkadaşımdan. Eskişehir Sivrihisar taraflarında bir arazide kazı yapmamızı istedi. Frigyalılardan kalma bir takımın peşindeymiş benden de rica etti ama kırmak zorunda kalacağım mecbur. MUSA HOCA: Neden yahu sen seversin toprağı delercesine kazmayı. Bu kanında var evlat. SELÇUK: Hocam severim sevmesine de insan yıllardır bu işi yapınca artık farklı bir şeyler bulmak istiyor. Hem bu iş için sadece ekibim yetmez. Yerli halktan da parayla adam toplamam gerekiyor. Anlayacağınız bu aralar böyle bir maliyetim yok zaten ben içime sinmeyen bir kazıya da hiç başlamam. MUSA HOCA: Sen bilirsin tabi. Demek artık farklı bir şeyler bulmak istiyorsun ha Selçuk? SELÇUK: Yani insanların artık sadece Pazar günleri gelip müzelerde göreceği parçalardan ziyade daha sıra dışı bir şeyler olsun isterim elbette. ZEYNEP: Bu kadar iş konuştuğunuz yeter. Biraz da yemeklerden bahsedelim bence. EMRE: Balık nefis olmuş hocam ellerinize sağlık. MUSA HOCA: Ben bir şey yapmadım sayılır aslında Zeynep temizleyip yıkadı derya kuzularını. YILMAZ: Ellerinize sağlık Zeynep hanım. Gerçekten çok güzel olmuş. ZEYNEP: Afiyet olsun.
MUSA HOCA: Bu masada bir şey eksik derim çocuklar ne dersiniz? EMRE: Estağfurullah hocam bu masada bir tek kuş sütü eksik. MUSA HOCA: Şarkı eksik şarkı! Zeynep koy şöyle eski plaklardan bir tanesini ZEYNEP: Hangisini açayım baba. MUSA HOCA: En sevdiğimi aç en sevdiğimi
MUSA HOCA: Ah bu eski şarkılar erkenden yaşlandırdı beni be Selçuk. SELÇUK: Bu şarkılar bir başkadır hocam. MUSA HOCA: Bu şarkının bende ayrı bir yeri var. Bu bizim şarkımızdı. Muazzez ile benim. Vay be. Aradan kaç yıl geçmiş öyle. Hiç unutamadım onu.
MUSA HOCA: İnsan hayatta bilmem kaç kere evlenir bilinmez ama sadece bir defa gerçekten sever. Sadece bir kişiye aşık olur. Onunla ömür geçirmek ister. Onunla birlikte yaşlanmak ister. Aşk dedikleri şey size bir hak verir gençler. O hakkı iyi kullanıp kendiniz için en doğru kişiyi bulun aksi takdirde hayat size yalnızlığı buldurur. Ben buldum ama kaybettim. Şimdi bu aşktan bana kalan tek şey kızım. Oda olmasa bilmem ki ben ne yapardım.
MUSA HOCA: Ne oldu Selçuk ağlıyor musun yoksa? SELÇUK: Yok hocam ne ağlaması. Şarkı hüzünlendirdi biraz. MUSA HOCA: Kimi kandırıyorsun hergele hem sadece sen değil ekiptekilerde sulu gözlü çıktı anlaşılan ben masamda yaş görmek istemiyorum hadi eğlenceye devam. Zeynep oynak bir şeyler koy hadi kızım.
MUSA HOCA(ŞARKI SÖZÜ): Yaylı geliyor yaylı bizi de alsa bariiii bizi de alsa barii ECE(ŞARKI SÖZÜ): Ayşe saraya çıkmış doğru söylese bariiii doğru söylese bariiii MUSA HOCA: Aferin Ece kızım hadi gençler hadi hep birlikte bugün eğlenmeyecek miyiz yahu? EMRE(ŞARKI SÖZÜ): Hadi güzelim şeker ezelim bu senedeeee bekar gezelimmm.
|
SAHNE 16 EMRE ARABA\İÇ GECE
|
|
Yılmaz Emre ve Ece Emre’nin arabasıyla gitmektedirler. Emre bir yandan arabayı sürer bir elinde telefon mesaj yazmaktadır. Telefonun ekranından saatin gece yarısını geçtiğini görürüz. Emre arka koltukta oturan Ece’ye sürekli aynadan bakar.
Yılmaz arabadan indikten sonra kapıyı hızlıca kapatıp ellerine ceplerinden çıkardığı eldivenlerini giyer. Ceketinin fermuarını sonuna kadar çeker. Hava soğuktur. Bir süre sonra Emre yine arabanın aynasından Ece’ye bakarken yakalanır. Ece’nin meraklı tavrı…
Yoldan geçen şehirler arası otobüsler, arabalar, tırlar kısacası gece trafiği. Emre arabayı sağa çeker.
Ece sinirlenmiş halde arabadan inip kapıyı çarpar. Hemen ardından inen Emre’yi görürüz.
Ece gitmeye kalkar. Emre kolundan tutar.
İkisinin gözlerini görürüz. Duygusal bir an. Emre’nin gözünde ufak bir damla yavaşça yanağından akıp iner. Ece’nin bakışları. Emre’nin kolunu çeker ve ilerden gelen bir taksiyi durdurur.
Ece taksiye atlayıp yoldan uzaklaşır. Emre’yi görürüz arabasına yaslanır. Gökyüzüne bakar. |
YILMAZ: Ne geceydi ama bee! İyi eğlendik ECE: Aynen ya çok iyiydi. EMRE: Adam hem ağlattı hem güldürdü valla. Adam idolüm abi. Bir gün onun kadar iyi bir tarihçi olmayı çok isterim. ECE: Dur bakalım daha gençsin önünde bir sürü yıl var. Belki olursun. YILMAZ: O değil de balığı çok iyi kızartmış tam benim taktik ne çok kızartıcan ne az. Tam kıvamında. EMRE: Kanka senin sokak şurasıydı değil mi? Karanlıktan göremiyorum. YILMAZ: haa burası beni sağda indiriver. Hadi kalın sağlıcakla sabaha görüşürüz. EMRE: Güle güle
ECE: Söylemek istediğin bir şey mi var ? EMRE: Yoo onu da nerden çıkardın. ECE: Emre sabahtan beridir gözlerime baktığını anlamayacak kadar aptal değilim. Kadınım ben. Sana diyorum heyy.
ECE: Neden durduk? Otoyoldayız naptığını sanıyorsun sen? EMRE: İn arabadan ECE: Ne!!! EMRE: Beni duydun in arabadan.
ECE(BAĞIRARAK): Sen ne yaptığını sanıyorsun bir derdin varsa söyle, söyle de anlayalım. EMRE(BAĞIRARAK): Bir derdim var evet. Lanet olası bir derdim var. Ben , ben kendimi kaybediyorum yani senin karşında ben, ben ECE: Emre sakın, sakın düşünme böyle bir şeyi. Çünkü imkansız. EMRE: Neden? Ha söyle neden o Ahmet denen herif yüzünden değil mi ? sen ona …sen onunsun çünkü ECE: Ne sana ne de bir başkasına hiçbir şey açıklamak zorunda değilim.
ECE: Bırak!! Bırak dedim EMRE: Gitme, ne olur. Özür dilerim.
ECE: Şu an kendinde değilsin. Yarın konuşacaz mutlaka konuşacaz.
|
SAHNE 17 SELÇUK EV\İÇ GECE
|
|
Her taraf karanlıktır. Selçuk anahtarıyla kapıyı açarken içeriye giren apartman ışığı…Selçuk mutfağa doğru yürüyüp ışığı açar. Buzdolabından bir soda çıkarır. Salona geçer. Televizyonu açar. Sodanın asidinin verdiği yakma ile yüzü buruşur. Uykusuzdur ve gözleri kapanmaya başlar. | |
SAHNE 18 ECE EV\İÇ GÜN
|
|
Güneş ışıklarının Ece’nin yatağının üstüne düştüğünü görürüz. Ece’nin gözlerinde mor bir uyku bandı… kapı çalmaktadır. Kapı zili bir süre çalar. Ece uykusuna devam etmektedir. Kapıdaki kişi bir süre sonra kapıya da vurmaya başlar. Ece uyanır. Kapı açıldığında Hande’yi görürüz. Oldukça şık giyinmiştir.
Mutfağa doğru yürürler. Hande buzdolabını açar. Yumurtalar, bir kap salata, ton balıkları peynir, zeytin vs. gibi şeyleri görürüz.
Ece Hande’nin yanağına sulu bir öpücük kondurup banyoya gider. Hande dolaptan hazır yiyecekleri masaya koyarken banyodan mutfağa yüksek sesle konuşurlar.
Ece dağınık saçlarıyla mutfağa girer. Duvar kenarındaki küçük bir masadaki kahvaltılıkları görürüz. Hande meraklı gözlerle Ece’ye bakar. |
HANDE: Kızım nerdesin sabahtan beri kapıyı çalıyorum. ECE: Duymamışım ya uyuyakalmışım gir. HANDE: Bu ne hal hasta mısın yoksa? ECE: Başım ağrıyo biraz
HANDE: Hadi git yüzünü falan yıka sana bir şeyler hazırlayayım. ECE: Ya sen bitanesin bitane
HANDE: Kızım dün gece bilekliğimi Musa Hoca’nın evinde unuttum galiba ya sabahtan beri bakmadığım yer kalmadı. ECE: Ayy bana dün gece deme sus. HANDE: Ne oldu kız çok eğleniyordun, şarkı söylemeler falan. ECE: Hıı ta ki Emre beni eve bırakana kadardı o daha doğrusu bırakamadı da. HANDE: Ayy ne oldu kız iyice merak ettirdin şimdi gel şuraya bakıyım anlat her şeyi.
ECE: Ya benle Yılmaz Emre’nin arabasına bindik işte dün akşam. Bu sürekli aynadan bana bakıp duruyor. Hem gözlerini kaçırıyor. Sabahki toplantıda da gördüm gözü hep üstümde. HANDE: A a A a yoksa yoksa düşündüğüm şey mi? ECE: Ya Hande Allah aşkına yapma yaa HANDE: Ya tamam eee sonra ne oldu ECE: Sonra ben buna niye bakıp duruyorsun bir problem mi var dedim HANDE: Yuh kızım öyle mi denir. Çocuk seni kesiyor işte . Oldu olacak bir de kafa atsaydın bari. ECE: Ya ne deseydim çekti arabayı sağa indik yolun ortasında bağıra bağıra konuştuk. Bu bir şeyler demeye çalıştı. Yok ben senin karşında kendimi kaybediyorum. Ben sana falan işte. HANDE: Eee sen ne dedin? ECE: Böyle bir şey olamaz dedim kızım ne diyecektim başka. HANDE: Bunlar dün gece yaşanıyor ve benim şu anda haberim oluyor. Kızım niye aramadın gece gelirdim yanına ECE: Ya sevgilimden ayrılmış muamelesi yapmasana Hande . HANDE: Bir nevi öyle sayılır. Vay be bizim Emre’ye bak sen. ECE: Bugün konuşacağım zaten bu mesele daha fazla büyümesin. HANDE: Sen bilirsin tabi canım ama belki biraz daha düşünmek istersin falan ECE: Handeeeeeeee HANDE: Ya tamam tamam kızma hadi ye bir şeyler de çıkalım. |
SAHNE 19 SAHİL -ÇAYCI\DIŞ GÜN
|
|
Kapalı bir hava…deniz kenarında duran tabure ve masalar görürüz. bir minibüs… içinde semaverler ve çay kavanozları… iş yeri haline getirildiğini anlarız. Taburelerde oturan üç beş kişi… Selçuk hemen deniz kenarında bir tabureye çökmüş, masasında bir bardak sıcak çay, simit ve yanında peynir… elinde bir gazete. Gazete manşetlerini görürüz. Dikkatlice haber okumaktadır. Sahildeki dalga sesleri duyulur. Simsiyah yağmur bulutları havada… Selçuk’un karşısında dikilen bir adam görürüz. Siyah fötür şapkalı kısa sakallı. 30 yaşlarında…
Adam yanından geçen çıraktan bir bardak çay ve simit ister. Ve ceketinin cebinden çıkan sigara paketini masaya koyar. Bir sigara yakar.
Selçuk adamın paketinden bir dal alır. Cebinden çıkardığı pahalı zipposuyla sigarasını yakar.
Adamın çayı ile simidi gelir. Çayına bir küp şekerin yarısını atıp diğer yarısını denize fırlatır. Şekere koşan balıklar…
Selçuk’un şaşkın gözleri…
Selçuk ciddileşir.
Şapkalı adam ceketinin cebinden bir zarf çıkarıp masaya koyar. Selçuk’un önüne sürükler.
Adam’dan ses çıkmaz. Selçuk zarfı açar. Eski tarihlerden kaldığı anlaşılan Arapça yazılı birkaç saman kağıdı. Türkçe yazılmış kağıtlar…
Selçuk tercüme edilmiş paragrafı okuduktan sonra başını kaldırıp adama bakar. şaşkındır.
Adam çayından son yudumunu alıp ayağa kalkar. Sigarasını söndürüp masaya birkaç bozukluk bırakır. Cebinden bir zarf daha çıkartır. İçinde para olduğunu görürüz. masaya bırakır.
Adam sırıtır.
Adam selamını verip arkasını dönüp gider. Selçuk’un gözleri adamda. |
ŞAPKALI ADAM: Aferdesiniz beyefendi karşınızdaki tabureye oturabilir miyim? SELÇUK: Tabii buyurun. ŞAPKALI ADAM: Teşekkür ederim.
ŞAPKALI ADAM: Çok fena yağmur geliyor galiba SELÇUK: Öyle görünüyor bende kalkacağım şimdi bi de yağmur trafiğine kalmak istemem. ŞAPKALI ADAM: Sigaramı paylaşmadan olmaz. Hem simidinizi de bitirmişsiniz kahvaltının üstüne iyi gider. SELÇUK: Peki bir sigaranızı içerim.
ŞAPKALI ADAM: Şu boğazı izlemek en büyük zevkimdir hele bir de çay ve sigarayla birlikte. SELÇUK: İstanbul boğazı bu ,adamı meftun eder. ŞAPKALI ADAM: Şair gibi konuşuyorsunuz
ŞAPKALI ADAM: Peki meftun olduklarınız uğruna neler yapabileceğinizi hiç düşündünüz mü Selçuk Bey?
SELÇUK: İsmimi nerden biliyorsunuz? ŞAPKALI ADAM: İsminizden öte çok daha önemli konular var konuşmamız gereken
SELÇUK: Kimsin sen be adam! ŞAPKALI ADAM: Bir İstanbul gezgini diyebiliriz. SELÇUK: Bilmece gibi konuşma ŞAPKALI ADAM: Bende bir tarihçiyim Selçuk Bey. Sizin gibi. Bu buluşmamız bir tesadüf değil elbette bir çeşit iş görüşmesi de diyebiliriz. SELÇUK: Bu sıralar bir işe ihtiyacım olduğunu hiç sanmıyorum: ŞAPKALI ADAM: Bakın Selçuk Bey hemen kestirip atamazsınız sizinle uzun soluklu bir işe başlamamız gerek ve bende sizin yeni iş ortağınızım. SELÇUK: Ne işiymiş bu? ŞAPKALI ADAM: Kazılar, toprağa gömülü gizli tarih, bulunması gereken şeyler, ışık tutulması gereken belgeler, yanlış bilinen doğrular kısacası karanlık tarih… Bu işe başlamam için size ve ekibinize ihtiyacım var hem de hemen. SELÇUK: Ekibim? Ekibimi nerden öğrendin? ŞAPKALI ADAM: Sizinle ilgili birçok şeyi öğrenmek hiç de zor olmadı. Cevabınızı bekliyorum bana yardım edecek misiniz? SELÇUK: Nedir bu iş
ŞAPKALI ADAM: Açın lütfen SELÇUK: Nedir bu?
ŞAPKALI ADAM: Elinizde tuttuğunuz kağıt Osmanlı döneminde yaşayan bir Rum kaptanın günlüğünden alıntı bir bölüm. O zamanki teknoloji ile Arapçaya zor da olsa çevrilmiş ve katipler tarafından yazılmış. Tercümesi şurada yazıyor okuyun lütfen. SELÇUK: (Tercüme) Cihanlar da ne görülmüş ne duyulmuş. Birer sevda-i harika. Meftun olmaya çabalar gibi . Birer Kamer (Ay) Utârid (Merkür), Zühre (Venüs), Şems (Güneş), Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter) ve Zuhal (Satürn). Şar içinde giz üstüne giz. Bin toprak altında olacak o vakit. Devr-i aleme kapalı yalnız Allah’a açık.
SELÇUK: Nedir bunca şeyin anlamı iyice kafam karıştı. ŞAPKALI ADAM: Kaptan günlüğü eski dilde yazıldığı için oldukça karmaşık. O zamanki döneme göre doğal bir davranış .Selçuk Bey bu günlüğü çözmek için yardımınız gerek. SELÇUK: Günlüğün geri kalanı nerde. ŞAPKALI ADAM: Elimizde değil. Bakın, bu yıllardır gizli yürütülen bir araştırma. Günlüğün nerde olduğuna dair birçok olasılık ürettik ama hepsinden elimiz boş döndük. SELÇUK: Neden gizli yürütüldüğünü anlayamadım. ŞAPKALI ADAM: Şimdilik bu kadar şey bilmeniz yeterli. Sizden istediğim şey ilk olarak bu günlüğün nerde olduğunu bulmak. Karşılığında istediğiniz her şey elinizin altından olacak. Cevabınız ? SELÇUK: Kabul ediyorum. Araştıracağım. Ama önce çalışacağım bu insanı da tanımak isterim.
ŞAPKALI ADAM: İşi kabul ettiğinize sevindim. Bu başlangıç için biraz maliyet ihtiyacınız olacaktır. Ha diğer ihtiyaçlarınız da zarfın içinde merak etmeyin kaptan hakkında bilgiler falan. Şimdi gitmem gerek SELÇUK: Daha adını bile bilmiyorum sana nasıl ulaşacağım.
ŞAPKALI ADAM: Dedim ya Selçuk Bey. Bir İstanbul gezgini diyebilirsiniz bana hem meraklanmayın bir durum olduğunda ben size ulaşacağım zaten.
|