Balkanların eski bir geleneği vardır. Bilmem bilir misiniz? Marteniçka derler adına. Mart ayının soğuk rüzgârları ruhumuzu sarmasın diye yapılır. Ben de size Marteniçka’mın hikâyesini anlatacağım.
Daha kendimin varlığının bile farkına varamadığım yıllardı. Hayatın ne olduğunu bile tam olarak bilemiyordum ben. Mutlu bir ailem, güzel oyuncaklarım, neşeli arkadaşlarım vardı. Günlerim okula gidip gelmekle, evde oyuncaklarımla oynamakla, dışarıda top koşturmakla geçiyordu. Top koşturmak…Küçük bir kız çocuğu için kulağa tuhaf gelebilir ama ben böyleydim. Ailesinin erkek gibi yetiştirilen tek çocuğu. Lâkin memnumdum da. Bebeklerle oynamak bana göre değildi. Ben onun yerine sokakta bebeklerle oynayan kimi zaman kızları sinirlendiren yaramaz erkek çocuklarına kızmakla uğraşırdım. Bir nevi abilik taslardım.
…
Bir sabah kalkmıştım, her zamanki gibi okula gidiyordum. Yol biraz tenhaydı. Genelde sabah bile olsa, bizim oralar hep şen şakrak olur. Okula gidenler, bisiklet sürenler ve onları arkalarından kovalayan köpekler…Yolun tenha olmasına şaşırmış, masum masum giderken ileride bir araba gördüm. Hava o gün biraz sisliydi arabanın rengini tam seçememiştim, koyu gri mi desem, koyu yeşil mi, seçemedim. Araba buraya yabancıydı. Mahalledeki bütün plakaları bilirim ben. Hani biraz ağır abi gibi takılıyorum ya. Birden önüme biri atladı “Günaydın” diyerek. İrkildim. Mahalledeki ve sınıftaki en yakın arkadaşımdı, Elira idi. Evet, ismi biraz değişik. Arnavut kendisi.
“Elira, korkuttun beni!”
“Affedersin.”
“Problem değil. Ya sen şu arabayı tanıyor musun”
“Hayır ama yakında öğreniriz.”
Dediğim gibi, burası küçük bir mahalle. Arabalar bile sayılıdır. Pek misafir de gelmez mahalleye. Gelenlerde hep aynı arabalar. Neyse, dedim. Yola devam ettik. Boş muhabbetler işte. Okula vardığımızda sınıfın kapısında bir çocuk gördük. Çocuk dediysem bizden büyük ama. İrice, sarışın bir oğlan.
“Baksanıza, lise tarafına nerden geçiyorum?”
“Şu taraftan, merdivenlerin solundaki kapıdan.”
Lise ile ortaokul bitişik binalardaydı. Ama içeriden binaları ayıran bir kapı vardı. Gerçi dışarıda bir kapı vardı ama birkaç gündür arıza nedeniyle kapalı. Ne kadar kaba bir tip diye düşündük. Üslubu hiç hoş değildi. Sonradan öğrendik ki okula yeni gelmiş. Mahallemiz gibi okulumuzda küçük, hele ki lisede sayılı öğrenci var diyebilirim. Sonradan öğrendim, o çocuk mahalledeki Adelina Teyze’nin torunuymuş. Başka bir şehirden gelmiş. Anne, babası ile biraz sorun yaşıyormuş sanırım, annemden öğrendim. Mahallede herkes sever Adelina Teyze’yi. Üç sene önce taşındı o da buraya. Kocasını genç yaşta bir askeri operasyonda kaybetmiş. Bizim mahallede bir büyükannesi varmış ama o çoktan ölmüş. O yüzden mahalleli sahip çıkar ona. Mahallenin yerinde duramayan ,hayat dolu biricik teyzesidir o.
Gel zaman git zaman tuhaflık bu ya biz bu çocukla hep karşılaşır olduk. İnsanın sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş ya. Aynen o hesap. Karşılaştığımızda da hep kaba saba konuşmalar…Tek güzel yanı herhalde iyi top oynamasıydı ve bu benim baya bir dikkatimi çekmişti. Bir gün yine bahçedeyken benim tek başıma top sektirdiğimi gördü ve bizimle oynayabilirsin dedi. Ben de çok sevindim tabi. Sınıftaki erkekler beni aralarına almazken, o beni davet etmişti. O gün futbol oynadığımdan çok mutluydum. Ve o maçı hiç unutmuyorum. Hoca beni izlemiş ve liseye geçtiğimde okul takımına girebileceğimi söylemişti. O çocukta, aslında ismi Tayfur, saçımı karıştırıp,” Kaptın tebriği, iyisin ufaklık” demişti. Mutlu olmuştum nedensizce. İçimi ısıtmıştı o tebrik. Belki de yüzünün ölen abime benzemesindendi bu durum. Evet, erken yaşlarda ölmüştü abim tatile giderken yaptığımız bir kazada. Direnci düşük olduğundan yoğun bakımdan çıkamamıştı. Annem çok üzülmüştü, günlerce ağlamıştı bu duruma. Evden çıkmaz olmuştu. Ama Adelina Teyze gelince onu o bunalımdan, ölü toprağından kurtarmıştı. Durum böyleyken annemde zamanla abimin yerine koydu Tayfur’u. Ben de çok alıştım ona. Aileden olmuştu sanki.
Yıllar geçti. İkimiz de hatta üçümüz de aynı üniversiteyi kazandık. Elmira, benimle aynı bölümdü, tıbbı kazanmıştı. Tayfur ise farklı bölüm. Tayfur, bana verdiği akıl kadar kendi üzerine düşse o da tıp kazanırdı muhtemelen ama o benim hep doktor olmamı isterdi. Bu imkânsız, o kadara puanım yetmez deyince, kendisi dersini bırakır, bana ders anlatırdı. Aynı kampüste olduğumuz için, Tayfur’un arabasıyla giderdik. Abi kardeş olmuştuk resmen. Beni kim rahatsız etse, gözünü korkuturdu. Hatta çoğu insan Tayfur’u kuzenim sanıyordu. Arada bir kafamıza esince piknik yapardık. Oyunlar oynardık. Zaten marteçnikayı da ondan öğrenmiştim. Eliza her mart ayında yapardı. Tayfur bana da yapmamı söylerdi ama ben yapmazdım.” Benim Marteniçka’m sensin” derdim.
O günlerde ikimizin de hayatını değiştirecek bir olay oldu. Tayfur’un annesi ve babası mahalleye taşındı. Mahalleye taşınınca öğrendik .Babası şizofrendi. Kötü bir hastalık. Annesi ise alkolik. Sanırım Tayfur ‘u hiç istememişler, sevmemişler. Araları da bu yüzden bozukmuş. Sonradan öğrendik. Her şey güzel giderken niye gelmişti onlar? Hayatımızı altüst etmişlerdi. Tayfur, eski kabalıklarına dönmüştü. Artık eskisi kadar benimle ilgilenmiyordu. Farklı arkadaşları vardı. Bizim mahalleden değillerdi ve ben onları tanımıyordum. Beni de hiç tanıştırmak istemiyordu. Onlarla buluşacağı zaman gelmek istediğimde izin vermiyordu. Nedenini bilmiyordum. Gitgide Tayfur un rengi soldu. Tuhaflaştı. İlgisizdi. Her şeye, herkese karşı umursamazdı. Durum böyle olunca içten içe bende üzülüyordum tabi. Neşem kalmamıştı. Hatta annemde fark etmişti Tayfur’un durumunu. Lâkin elden ne gelir?
Bir gün gizlice o arkadaşlarıyla buluşmaya giderken onu takip ettim. Gittikçe tenha sokaklara sapıyordu. Ve sonunda eski bir garaja geldik. İçeriye girmişti. Kapı kapalı olduğundan bir şey göremiyordum. Arkadaşlarıyla burada neden buluştu hâlâ anlayamamıştım. Küçüklüğümden beri cesaretli olduğumu söylemiştim. Bu yüzden gözümü karartıp içeriye girmiştim.
Kimse girdiğimi fark etmedi bile. İçeride garip giyimli, dans eden insanlar vardı. Göz gözü görmüyordu. Neresiydi burası? Tayfur abimin ne işi vardı burada. Birden sahne gibi yüksek bir yere biri çıkarak,” Hazır mıyız gençler?” dedi. Neye hazır mıyız, anlayamamıştım. Herkes o anda hap yuttu. İşte, o anda anladım. Bu bir uyuşturucu partisiydi. Birkaç dakika sonra, omuzumda bir el belirdi. İrkildim. Tanımadığım bir çocuktu.” Almaz mıydın güzelim?” deyip, bana o haptan uzaktı. Korku dolu bakışlarla bakıyordum ona. Derken yanımıza birinin geldiğini fark ettim. Tayfur’du. Beni burada gördüğüne hem şaşırmış hem de kızmıştı.
“Sana gelmemeni söylemiştim. Neden beni takip ettin?”
“Senin için endişelendim.”
“Sana mı kalmış” dedi ve beni kolumdan tuttuğu gibi dışarı çıkarmaya çalıştı. O sırada diğer çocukta Tayfur’a kızıp, “Kız gitmek istemiyor işte” diyerek beni diğer kolumdan tuttu. Arada kalmıştım. Tayfur bana nelere neden olduğumu belirten kızgın bakışlarla bakıyordu. Çocuk kolumu o kadar çekti ki “Ah!” diye bağırınca, Tayfur iyice sinirlenip çocuğa yumruk atıp, beni beraberinde sürükleyerek dışarı çıktı. Çok korkmuştum. Dışarı çıktığımızda Tayfur bana öyle bir kızdı ki, ağlamaya başladım. Mahalleye döndüğümde gözlerim kıpkırmızıydı.
Ertesi sabah olanları Elira ’ya kulaklarına inanmadı. Olayın etkisinden gece uyuyamamıştım. Bu yüzden son derse girmedim. Eve yürümek istedim. Çıkış kapısından adım atmamla bir araba ve beni izleyen birkaç kişi görmem bir oldu. Normal bir kız olsa herhalde içeriye geri döner ama ben öyle yapmadım. Arabadakiler, Tayfur’un yumruk attığı çocuk ve tanımadığım birkaç kişiydi. Arabalarının yanına gidip, camı tıklattım ve ne istediklerini sordum.
“Senin Sarı ile ne bağlantın var?”
“Çok yakın bir arkadaşım, abim gibi. Fakat bunu niye sordunuz?”
“Abinin orda niçin bulunduğunu biliyor musun peki?”
“Hayır. Niçin peki?”
“Abini oradan kurtarabilirsin”
“Nasıl yani?”
…
Aramızda birtakım konuşmalar geçti. Onlarla konuşmama gerektiğini biliyordum. Bir yandan da Tayfur’u kurtarmam gerekti. Hayatımın en zor zamanlarıydı. Evet ,bana sonradan içinde uyuşturucu olduğunu öğrendiğim bir paketi bir adrese teslim etmemi söylediler. Bu yanlıştı. Çok yanlış ama dediğim gibi o an Tayfur için her şeyi yapardım. Tuhaflık bu ya, bu son diyerekten beni teslimat yapmaya alıştırdılar. Bu olanlardan Tayfur’un haberi yoktu. Çünkü o, artık hiçbir şeyi umursamaz olmuş, mahalleden ayrılmış, benimle görüşmez olmuştu. Zamanla teslimattan gelen para benim de hoşuma gitmeye başladı. Ailem hiçbir şey anlamıyordu. Masum yüzümden polisler de bir şey anlamıyordu. Bu arada sonradan duyduk ki Tayfur akıl hastanesine yatmış. Rahatsızlığını bilmiyorduk ama böyle olması muhtemeldi. Babası da akıl hastasıydı sonuçta. Ve ben, üniversiteyi yarıda bıraktım. Türlü türlü değişiklikler. E tabii olarak tuhaf bir şeylerin olduğunu annem anladı. Çok kızdı. Pişmandım. Hayatım alt üst olmuştu. Eski o neşeli kız gitmiş, yerine her dakika ağlayan belki de arayışlar içinde olan mutsuz bir kız gelmişti. Zaten babamda daha üniversiteye yeni geçtiğim zamanlar iş gezisi diye yurtdışına gitmiş, ayda yılda bir para yolluyordu. Durumumuz kötüleşmişti. Tüm bunlar olurken bir de Adelina Teyze ölmüştü. Tayfur’u uzun yıllar sonra ilk orada görmüştüm. Acılı gözlerle bana bakıyordu. Yanıma gelmek istiyordu ama yüz bulamıyordu. Beni bıraktığı için ona çok kızmıştım. Hâlbuki ben onu kurtarmak için neler yapmıştım, ne bataklıklara sürüklenmiştim. Tabii, bu arada yüklü bir miktarda para ödeyip, uyuşturucu işinden kurtulmuştum. Durumumuz iyice kötüleşmişti.
Cenazeden birkaç hafta sonra AMATEM’ e yatırıldım. İki sene boyunca her gün cehennem gibiydi. Sonunda bu illetten kurtulmuştum. Olanları herkes duymuştu. Hayat ne tuhaflıklarla dolu, bu sayede AMATEM’de hayatımın aşkıyla tanışmış evlenmiştim. Tayfur’a kızmamıştım hatta onun sayesinde hayatımın anlamıyla tanışmıştım. Evet hayatım biraz alt üst olmuştu belki. Ama kız kardeşler abilerine uzun süre küs kalamazdı sonuçta.
Evlenmiştim. Mutlu bir yuvam, bir kızım ve pastanem vardı. Sonradan pastacı olmuştum. Hayatımı bir şekilde tekrardan bulmuştum. Ama o, bulamamıştı belli ki. Bulamamıştı diyorum, çünkü intihar haberini polisin beni gece vakti karakola çağırmasıyla öğrenmiştim. Geride bir mektup bırakmış, o mektubu bana yazdığı için de hem benle görüşmek hem de mektubu bana vermek istemişler. Mektupta beni hayatımı mahvettiğinden dolayı intihar ettiği yazıyordu. Tek sebep bu değildi biliyordum ama kendimi ağlamaktan alıkoyamıyordum.
Yıllar yılları kovaladı ve ben pastane zincirleri açtım. Nerden nereye …Tün bunları yaparken omuzumda bir el, kulağımda “Yaparsın Marteniçka’m “sesi vardı. Bir de ondan bana geriye kalan son marteçnikası…
O yüzden marteçnikanın önemi farklıdır bende, bana hem Tayfur’u hem de şansızlıktan doğan şansı hatırlatır.