Nerede o eski aşklar… Sevdiği insanın gözlerinin içine baktı mı, cennete gitmeden cenneti yaşayan insanlar neredeler? Sevdiği insanın gözlerinde kendisini gören, gözlerinin parıl parıl parlamasına neden olan… Aşk ucuzladı. Çünkü birçok insan aynı fabrikadan çıkarıyor aşkı. Çünkü artık beş yaşındaki çocukların bile ağzında ‘Aşkım’ kelimesi… Artık kız, erkek ayırt etmeden herkes birbirine ‘Aşkım’ diyor. Sevdiğini söylüyor ama, sevdiğine bakınca gözleri parıldamıyor. ‘Ben aşkı gözünden tanırım’ adlı bir şiir yazmıştım. Gözlerde bulamıyorum öyle şahane bir aşkı. Diller, “Seni Seviyorum” dese de, gözler başka yöne bakıyor fıldır fıldır…
Genç kızlar daha utangaç, daha sadık, daha çok sevenlerdi. Sevdikleri erkeğin kendisine gelip hislerini açmasını beklerlerdi, o zaman “Duygunun kadını erkeği yoktur” denmezdi. Adımı da erkek atardı. Şimdi roller bile değişmiş. Erkekler yarış atı gibi peşlerinden koşturur olmuşlar, erkekler kızların hislerini açmasını bekliyorlar, erkekler sanki utangaç birer genç kızlar da hislerini açmakta çekiniyorlar. Mesele bu değil aslında, zamanında o kadar çok erkek reddedilmiş ve gururu incinmiş ki, bunun acısını bir sonraki kıza çektirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Aşk dilsiz değil belki, ama merhametsiz de değil. Duyguların kadını erkeği de olmaz belki, lâkin herkes görevini bilmeli…
Evlendikten sonra erkek ile kadın görevlerini biliyor, o görevlere göre yaşamlarını daim ettiriyorlarsa bu evlenmeden önce de olmalı. Erkeklerin yürekten sevdiklerini göremiyorum. Çok nadir. Yeşilçam filmlerini hatırlarsınız, nasıl da yürekten seviyor, nasıl da yürekten hissettiriyorlardı o aşklarını, öyle değil mi? Kadın da, erkek de bir başkasına bakmayı, başkasıyla olmayı, unutmayı düşünmüyordu. Sevdiği adam ölse bile, kendisi ölünceye dek içindeki o aşkla yaşıyordu. Şimdiki aşklarda ise ayrılıyorlar, ayrıldıkları için ne yapacaklar? “Olmayınca olmuyor” hesabıyla, hayatlarına devam edecek, yeni aşklara yelken açacaklar. Bu kadar basit! Yaşanan onca güzellik, onca anı, onca duygu mazilerinin arasında yer bulacak. Aşk kaç kere yaşanır, kaç kere âşık olunur? “Bir kere” diyoruz, öyle değil mi? Peki bir kere âşık olunuyorsa diğer duygulara ne demeli? Onlar da içlerinde gözyaşı, hasret, anı biriktirmiyorlar mı? Erkekleri de, kızları da eleştiriyorum, iki yönlü ele alıyorum aşkın genelinden yola çıkarak. Sonra bunca olaydan yola çıkıp, “Aşk diye bir şey yok” diyorum, yaşananlar tezimin doğruluğunu ispatlıyor. Unuttunuz değil mi önceki aşklarınızı, hani çok sevmiştiniz, sarıp sarmalamıştınız hem de yıllar yılı… Onu düşünmüş, onu anmış, ona sarılmıştınız. Sonra ne oldu? Ayrıldınız ve bitti. “Bitti” kelimesi bu aşkı bitirdi. Tek bir kelimeyle bitebiliyor muydu aşklar? Çok sevmiştiniz, ne oldu hani? Sonra yeniden âşık oldunuz, öyle değil mi? ‘Doğru insan’ geldi karşınıza. Deneme- yanılma- doğru insanı bulma yöntemiydi aşk. Buldunuz. ‘Anı olarak kaldı’ dediniz. Oysaki eşiniz yanlış anlamasın, görmesin diye düşünerek fotoğraflarınızı dahi yırtmıştınız. Beyninizden de silmeliydiniz, maazallah eşinizle yaşanacak olan anılara yer kalmazdı, kim bilir?
Aşk, bir kerelik değil; aşk diye bir şey yok. Gönlünü hoş tutanı, seni hoş tutanı, sonunda da hayatını saygıyla kabullenip, seni el üstünde tutanı hayatına alıp, birlikte yaşlanmak var. Bir şeye bu kadar çok anlam yüklersek, anlam yüklediğimiz şeyin boş olduğunu anlayınca hayal kırıklığına uğrarız. Bu da demek oluyor ki; bir de hayal kırıklığına uğramak var. Bunca aşk yazılarını kaleme alıyorsun, aşkı anlatıyorsun, bir insan inanmadığı bir şeyi kaleme alamaz der gibisiniz. Ben de olsaydım, sorardım.
İnanmak, yanılmak, bir daha inanmamak var. Aşk diye bir şey yok, aşkı yaratan bir kalp, aşka inanan bir beyin, aşkı sarıp sarmalayan umut dolu insanlar var. Aşk fani, biz ölünce o da ölmüş olacak. Eninde sonunda ölecek bir şeye inanmak neden?
Doğru insanı bulun, evlenin, sevin. Ama eski aşklar yok, bunu da bilin. Yalnızca bir insana bağlanıp, o olmayınca onsuz yaşlanmayı seçmek, ya da onunla yaşlanmak diye bir şey yok. ‘Unutmak’ var. Unutmak da hatırlamayı doğurur. Hatırlamalara gebe bir ömür var. Bütün aşklarınızı hatırlatacak olan, sonunda da evlendiğiniz insana sadık olduğunuzu söyleyen bir bedeniniz var. Beden ona ait olabilir, ruhunuzun her bir parçasını her defasında sevdiğiniz insanlara bırakmak diye bir gerçek de var. Bu gerçekle nasıl olur da ‘En sadık’ olur insan?
Dilara AKSOY