Olric ve Kont Dostiofski nehrin kenarına gelip çimlerin üstüne otururlar. Çünkü Niyazi ile buluşacaklardır. Geçen sefer Niyazi gelmemiştir. Bu adam gelinceye kadar Olric ve Kont Dostiofski kendi aralarında konuşmaya başlar.
Olric: Şu an çalıştığınız işte çalışmasanız ne yapardınız efendimiz?
Kont Dostiofski: Sana kaç kere diyeceğim, bana efendimiz deme diye!
Olric: Peki, özür dilerim. Soruma gelecek olursak… Cevabınız nedir?
Kont Dostiofski: Şiş kebap yapardım! Ne bileyim be! İşimi seviyorum. Başka bir işte çalışmayı hiç düşünmedim.
Olric: Sahi… Ne işle meşguldünüz efendimiz?
Kont Dostiofski: İngilizce öğretmeniyim.
Olric: Peki, işinizi seviyor musunuz efendimiz?
Kont Dostiofski: Elbette seviyorum! O çok bilmiş veletlere bir şeyler öğretmek çok zevkli. Her ne kadar yarı Rus yarı Alman olsam da İngilizcem iyidir. Bir İngilizden daha iyi İngilizce öğretirim ve konuşurum.
Olric: Peki, İngilizce bir şeyler söyler misiniz efendimiz?
Kont Dostiofski: Seni salak! Zaten en başından beri İngilizce konuşuyoruz!
Olric: Doğru, özür dilerim.
Kont Dostiofski: Onu bunu boşver de Niyazi denen herif bu sefer gelir mi sence? Geçen sefer gelmemişti çünkü.
Olric: Bu sefer gelecek. Bunu hissediyorum efendimiz.
Kont Dostiofski: Umarım öyledir. Yoksa onu çok fena pataklayacağım. İşim gücüm var benim. Sürekli buraya gelip onu bekleyemem.
Kont Dostiofski, bunu söyledikten sonra botlarını çıkartmaya çalışır. Çünkü ayakları acımaktadır. Ama her ne kadar uğraşsa da botlarını çıkartamaz. Bu yüzden sohbete devam etmeye karar verir.
Olric: Acıktınız mı efendimiz? Size balık tutmamı ister miydiniz?
Kont Dostiofski: Seni ahmak herif! Oltan yok ki? Nasıl balık tutmayı düşünüyorsun?
Olric: Ellerimle efendimiz, ellerimle!
Kont Dostiofski: Saçmalama! Balıkları kendin gibi geri zekâlı mı sandın? Onları yakalamaya çalıştığını hemen anlayıp sıvışırlar. Bu yüzden otur oturduğun yerde!
Olric: Nasıl isterseniz efendimiz.
Kont Dostiofski: Herkes sever ama sen nefret edersin ya, var mı öyle şeyler hayatında?
Olric: Neyi kastettiğinizi anlayamadım efendimiz. Biraz daha spesifik konuşur musunuz?
Kont Dostiofski: Aman boş ver! Ben de senin yaptığın gibi aptalca bir soru sormak istedim.
Olric: Anlıyorum efendimiz. Aha! Bakınız, bay Niyazi geliyor! Sonunda kendisiyle buluşabildik. Bu bekleyiş son buldu!
Kont Dostiofski: Evet görüyorum. Ona bak, tam bir fino köpeği gibi görünüyor. Ha-ha-ha!
Niyazi, biraz sonra ikisinin yanına gelip oturur.
Niyazi: Merhaba, sevgili Olric. Nasılsınız?
Olric: İyiyim, teşekkürler. Dün sizi çok bekledik ama gelmediniz efendimiz. Bunun nedeni nedir?
Niyazi: Karım ve çocuklarım beni rahat bırakmadı. O yüzden gelemedim. Karıma sizinle buluşacağımı söyleyince ortalığı birbirine kattı. Ama bugün onu ikna edebildim. Bu arada İngilizcemi nasıl buldunuz?
Olric: Biraz daha pratiğe ihtiyacınız var, bay Niyazi.
Niyazi: Peki, biraz daha pratik yaparım. Az daha sormayı unutuyordum! Siz nasılsınız sayın Kont Dostiofski?
Kont Dostiofski: İyiyim, teşekkür ederim. Evet, bizimle neden buluşmak istediniz?
Niyazi bu soruya cevap vermek yerine cebinden küçük şiir kitabını çıkardı ve kitabı açıp şu şiiri okumaya başladı:
İçleri boş adamlarız biz
Doldurulmuş adamlarız biz
Yaslanarak bir arada
Miğferleri doldurulmuş samanla.
Kurutulmuş seslerimiz
Fısıldadığımızda bir arada
Sessizdir ve anlamsız
Rüzgâr gibi kuru çayırda.
Farelerin ayakları gibi kırık camın üzerinde
Kuru mahzenimizde
Biçim şekilsiz
Gölge renksiz
Felce uğramış güç
İşaret hareketsiz
Niyazi şiiri bitirdikten sonra kitabı kapatıp cebine sokar. Sonra bir cevap bekler gibi Kont Dostiofski ve Olric’e bakar. Bu bakışma birkaç saniye sürdükten sonra Kont Dostiofski lafa girer.
Kont Dostiofski: Adamın söylediklerini anlıyor musun Olric? ”Sabit bakışlarla ölümün öteki krallığına geçenler.” demek istedi. Bu yüzde yüz diyalektik. Hem de en temel diyalektik; 1’den 9’a belkiler yok, varsayımlar yok, ondalıklar yok. Kesirlerle uzaya gidemezsin! Uzayda yolculuk yapamazsın! Neyin üstüne iniş yapacaksın? Çeyreğin mi? Üç bölü sekizin mi? Buradan Venüs’e gittiğinde ne yapacaksın? Bu diyalektik! Bu fizik, tamam mı!? Diyalektik mantık der ki, sadece sevgi ve nefret vardır. Birini ya seversin ya da nefret edersin.
Niyazi, Kont Dostiofski’nin bu laflarına kızar ve ”Seni köpek!” diye bağırıp Kont Dostiofski’ye bir taş alıp fırlatır. Taş, Kont Dostiofski’nin yüzünü sıyırıp geçer ve bir yere düşer. Kont Dostiofski hiç bir şey olmamış gibi konuşmaya devam eder.
Kont Dostiofski: Evet, nerede kalmıştım… Hah, evet! İşte lanet olası dünya böyle dönüyor. İçinde yaşadığımız boka bak adamım! Bangır bangır değil, fısıltılarla gidiyoruz. Ben bir fısıltıyla çekip gidiyorum adamım.
Kont Dostiofski gerçekten de kalkıp gider. Niyazi ve Olric artık artık baş başa kalmıştır.
Niyazi: Bu Kont’un olayı ne Allah aşkına? Bir sürü şey geveledikten sonra kalkıp gitti?
Olric: İnanın bilmiyorum. Belki de bizimle niçin buluştuğunuzu tam olarak söylemediğiniz için gitti.
Niyazi: Aman Allahım! İlla ki bir anlam ararlar. İnsanoğlu hep bir arayış içindedir zaten! Kahretsin. Sadece sizinle buluşmak istedim. Hepsi bu kadar! Neden bir sebep ararsınız ki? Ama hayır, illa ki bir sebep olmak zorunda. Ben gidiyorum!
Niyazi de hışımla kalkıp gider. Böylece Olric, bu nehir kenarında tek başına kalmıştır. Onun yalnızlığına şırıl şırıl akan nehrin ve kuşların sesi eşlik etmeye başlar. Kendini dinlemekten sıkılan Olric ”Her gün olsa yerim diyebileceğin bir yemek var mı?” diye sorar kendine. Kısa bir süre sonra ”Sanırım yok,” diye yanıtlar kendi sorusunu ve kalkıp diğer iki adamın gittiği yoldan gitmeye başlar. Olric, Niyazi ve Kont’a seslenir. Ama bir yanıt alamaz. Ayrıca bu iki adam yakın mesafede gözükmemektedir. Sanki yer yarılmış da içine girmişlerdir. Olric, bir kez daha onlara seslenir. Ama yine bir yanıt alamaz. Bunun üzerine yürümeye devam eder. Yol ayrımına geldiğinde sağa sapar ve evine doğru yürümeye devam eder. Biraz sonra eve varır ve yemek pişiren karısını öper. Yemek hazır olunca oturup yerler. Sonra da uyurlar. Ve böylece onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine. Ha unutmadan… Gökten üç elma düştü; ama üçü de kimseye kısmet olmadı.