Distopya; ulaşılması mümkün sayılmayan, günümüz ve çevremizin ahlak anlayışına göre kötü olarak değerlendirilen gelecek senaryosu anlamına geliyor. Bu kavramı konu alan kitapların bazılarını Sözlük yazarı “elmedico” sıralamış.
h. g. wells– the time machine – zaman makinesi (1895)
“insanlığın başına neler gelmişti? ya zulüm ortak bir tutku olmuşsa? ya bu arada ırk gelişip insanlığını kaybetmiş ve insanlık dışı, merhametsiz ve karşı konulamaz derecede güçlü bir yaratık haline gelmişse?”
jack london – the iron heel – demir ökçe (1904)
“lanet olsun sana demir ökçe! çiğneyip geçtiğin insanlık çok yakın bir zamanda silkinip seni sırtından atacak. işaret verildiğinde, tüm dünyadaki emekçiler ayaklanacak. emekçiler tam bir dayanışma içinde ve tarihte ilk defa tüm ulusları içine alan, tüm dünyaya yayılan bir devrim gerçekleştirilecektir.”
yevgeni zamyatin – we – biz (1921)
“-tatlım sen matematikçisin. hatta daha da fazlası, sen bir matematik filozofusun. şimdi bana en son sayıyı söyle bakalım.
-yani? ben… ben neyin sonuncusu olduğunu anlamıyorum.
-bilirsin işte, sonuncu, en üst, en büyük.
-ama , bu çok saçma. bir kere, sayıların sayısı sonsuzdur, sen hangi sonuncuyu istiyorsun?
-peki sen hangi son devrimi istiyorsun? sonuncu diye bir şey yok, devrimler sonsuzdur.”
franz kafka – der prozess – dava (1925)
“kadın eli her şeye sessizce çeki düzen verir.”
“oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez.”
aldous huxley – brave new world – cesur yeni dünya (1932)
“takip edilen bir adam gibiydi, düşmanları, düşündüğünden daha düşmanca davranmadıkça, ya da kendisi daha suçlu ve daha da iflah olmaz bir biçimde yalnız hissetmek zorunda bırakılmadıkça görmek istemeyeceği düşmanlar tarafından kovalanan bir adam gibiydi.”
george orwell – nineteen eighty-four (1984) (1949)
“en iyi kitaplar; bize bilmediklerimizi söyleyenlerdir.”
“bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.”
ray bradbury – fahrenheit 451 (1953)
“diğerlerine benzemiyorsunuz. birkaçını görmüştüm, biliyorum. konuştuğum zaman bana bakıyorsunuz. ay hakkında bir şey söylediğim zaman aya bakıyordunuz dün akşam. diğerleri hiç böyle yapmazlar. diğerleri beni bırakıp giderler, konuşmamdan sıkılırlar. ya da beni tehdit ederler. artık kimsenin başkası için ayıracak zamanı olmuyor. beni olduğum gibi kabul edenlerden biri de sizsiniz. bu sebeple itfaiyeci olmanızı garip karşılıyorum. her nasılsa bu iş size hiç uymuyor.”
“kitaplar bize ne tür eşekler ve aptallar olduğumuzu hatırlatmak içindir.”
william golding – lord of the flies – sineklerin tanrısı (1954)
“birinden korkunca ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. kendi kendinizi aldatırsınız; aslında kötü değildir dersiniz. ama onu görünce, tıpkı nefes darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız.”
“yapabileceğimiz en doğru şey, bizi kurtarmalarını sağlamak.”
anthony burgess – a clockwork orange – otomatik portakal (1962)
“koltuk altında kitaplar taşıdığını görüyorum kardeşim. bugünlerde hâlâ kitap okuyan birine rastlamak gerçekten nadide bir zevk kardeşim.”
“yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, dine bağlı, uslu terbiyeli olmaları söz konusu değildir.”
ursula k. le guin – the dispossessed – mülksüzler (1974)
“parfümler, saatler, lambalar, heykeller, makyaj malzemeleri, mumlar, resimler, fotoğraf makineleri, oyunlar, vazolar, yataklar, çaydanlıklar, bilmeceler, yastıklar, taşbebekler, süzgeçler, minderler, mücevherler, halılar, kürdanlar, takvimler, kristal saplı, platinden yapılmış bir bebek çıngırağı, elmastan rakamları olan bir kol saati, küçük heykelcikler, elektrikli bir kalem açacağı, hediyeler, çerezler, andaçlar, cicili bicili biblolar ve antikalar, hepsi zaten ya kullanışsız ya da kullanılışını gizleyecek kadar süslü; metrelerce lüks, metrelerce dışkı…”
stephen king – the running man – azrail koşuyor (1982)
“yoksullar her zaman yanında olacak!
kendi kendine, doğru, dedi. ben bile ölüm makinesi için bir kurbanın dünyaya gelmesine neden oldum.
yoksullar er geç yaşama ayak uyduracaklar. değişecekler. on bin ya da elli bin yıl sonra akciğerleri kendi filtrelerini oluşturacak. o zaman ayaklanacak ve suni filtreleri çekip çıkaracaklar. onların oksijenin pek önemsiz bir rol oynadığı havada sarsılıp tepinerek boğulduklarım görecekler. benim için gelecek nedir ki? sadece bir yakınma.
bir süre acı çekeceğim. bunu tahmin edecek ve gerekli önlemleri alacaklar. belki bazen öfkelenecek, isyan edeceğim. acaba havaya bilerek zehir yaydıklarını gizlice açıklamaya çalışacak mıyım? belki. ama onlar bu sorunu halledecekler. beni de temizleyecekler, ileride bir gün benim onları temizleyeceğimi bildikleri için. sezgilerim bana bu işi başarabileceğimi söylüyor. hatta belki bu bakımdan bazı dâhice yeteneklerim bile var. onlar bana yardım edecekler. beni iyileştirecekler. ilaçlar ve doktorlar. ben de o zaman fikrimi değiştireceğim.
sonra… huzur.
kavgacılığım yaban otları gibi sökülüp atılacak. ”
alan moore ve david lloyd – v for vendetta (1982-1988)
“size hep hayrandım. ama uzaktan. çocukken, aşağıdaki sokaklardan size bakardım. babama sormuştum ‘bu hanımefendi kim?’ diye. o da ‘adalet hanım!’ demişti. ben de ‘ne güzel değil mi?’ demiştim. ”
margaret atwood – the handmaid’s tale – damızlık kızın öyküsü (1985)
“bir şey sadece kıt ve ulaşılması güçse değerlidir.”
“insanoğlu her şeye alışır, derdi annem. yerini dolduracak birkaç şey bulduğu sürece, insanların nelere alışabildikleri gerçekten şaşırtıcı.”
paul auster – in the country of last things – son şeyler ülkesinde (1987)
“açlık duygusu olmasa, yaşamayı sürdüremezdim. insan olabildiğince az şeyle yetinmeye alışmak zorunda. ne kadar az şey istersen o kadar azla yetinebilirsin. gereksinimlerin ne kadar sınırlıysa o kadar iyi. kent insanı bu duruma getiriyor. düşüncelerini tersyüz ediyor. yaşama isteği yaratıyor, aynı zamanda da yaşamını elinden almaya çalışıyor. bundan kurtuluş yok. ya becerirsin ya beceremezsin. becerirsen gelecek defaya gene becerebileceğine güvenemezsin. beceremezsen bir daha asla beceremeyeceksindir.”
jose saramago – ensaio sobre a cegueira – körlük (1995)
“zorunluluklar insana mucizeler yarattırır.”
“yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra raslantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde, bulunduğumuz yerde çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık.””