Coğrafyamın üzerine atılmış temeller olarak kucakladım her bir ezgiyi.
Gecesiz, gündüzsüz yoklukların ışığında bir gurbet tınısında hafifledim.
Bir 25 eylül gecesiydi. Nedendir bilmem hayli ağırdı ruhlarımız.
Yağmur çiseliyordu. Sabah olmuyordu. Neredeyse oluyordu.
Ağlamaklıyım dedim. Seferi bir saltanatın gölgesi oturuyordu yanımda.
Sus dedim. Bu gece olmaz. Bir gece ölelim. Bu gece gülmeyelim.
Durmadan ağlamaklıyım dedim.
Belki hisar belki yeşil belki de yağmur dedim.
Ben ağlamaklıyım ya şimdi dünya siyanüre karışır.
Abdal selinden su içiyorum bu gece.
Bizi burda kimseler bilmez niyetimizin adı bu olsun.
Yoluna iklim aşerdim al bak bizi tut. Coğrafyam kötü bana edebiyatla gel dedim.
Olur dedi. Durdu. Bak dedi bu şiirde dağlar sevdaya paralel uzanmış.
Ben “ser”dim dedim güldü. Bir gece bir iflah olmaz tını belirir kafamda.
İnsan çoğu zaman kulağı olmadan duyar her şeyi.
Ölmüş dedi işitmedim onu. Ağlamaklıyım dedim.
Elimde birbiriyle hararetli bir sohbete tutuşmuş üç çim. Sus dedim. Ölmüş dedi kopardım.
İki kez ölmüş dedi kopardım. Gömdüm. Sesini duymuyordum onları görmüyordum. Ama ölmüş dedi. Ayaklarımı bulamıyordum o gece. Ağlamaklıyım dedim. Eliyle kafamızı sıvazladı. Bir boka yaramadı. Karnımda siren sesleri çalıyordu. Ezbere bir duygu değil bu hayır dedim. Eliyle Sırtımızı sıvazladı. Yok dedim bu gece yok. Bana bir tiyatro tertibleyin ağlamak menşeyli. Bana bir film çekin umutsuzluk oynasın. Bana bir şey yapın ki ya ben olsun bu kendim ya da beni bıraksın bu kendim.
Bana rakı doldurun dedim.
Rakı doldurun. Neşet Baba ölmüş.