Bir keresinde belediye otobüsünde aşık olmuştum. Orta bire gidiyordum ve yaşıtım kızların hepsinin işe yaramaz, ciddiyetsiz tipler olduklarına kanaat getirmiştim. Kırk beş dakikalık yolculuğumun ilk dakikaları ayakta duran iki kişiyi izlemekle geçmişti. Şoförün polis uyarısıyla muhtemelen üniversiteli olan hayatımın aşkı benden kenara kaymamı rica etti. İki kişilik koltukta sağ tarafta oturuyordum. Solumdaki adama bakıp hafif bir boşluk açtım aşkıma. Hayatımda ilk ve son kez karşılaşacağım bir durumdu bu. Kenara kaydım ve altı kalibre bakışlara sahip papatya gülüşlüm, poposunu dünyanın en nadide antika eserini sehpaya bırakır gibi bıraktı kalbimde açtığım boşluğa. Uzun, sarı saçlarına bakmak istiyordum ancak kızar diye de korkuyordum. Sonuçta evleneceğim kadın diye düşünüp ismini soruverdim. “Sinem” dedi ılık rüzgarım. Ben adındaki “m”nin girdabında mutlu düşler kurmaya başlamıştım ki “Senin adın ne?” diye sordu kışın çıkan güneşim. Sesinde bir nikah masası vardı ve ben orada oturmuş evet diye haykırıyordum. Sen nasıl hitap etmek istersen öyle olsun bebeğim, “Orhan benim adım.” dedim. Üzerime en çok yakışan gülüşümü giyinerek. On iki metre menzilli bir gülüş. En delici silahımdı benim. Sonunda onu kullanacağım bir kız çıkmıştı karşıma diye düşünmüştüm. İlk çıkarmanın ardından gayri ihtiyari “Gözlerinizin ikinci katındaki cennet kiralık mı?” deyiverdim. Şaşkın bir ifade ile savuşturmaya çalışsa da bu cephede galip geldiğimi çok geçmeden anladım sayesinde. Çünkü güçlü bir kahkahayla siperlerimde statü atladı ömrümün generali. “Nerede okudun bunu?” dedi bir kadının en basit ama etkili olan küçümseme silahını kullanarak. Kadınların sizin yaptığınız her şeyi ciddiye alamamanızı sağlayan cümleleri her var oluyor. Her yaşta… “Galiba sana aşık oldum Sinem” dedim gözlerimin kapkara mutsuzluğunu cennetine taşırcasına. Omuz silkti, dudağını çaresiz sıfatında büktü hayatımın kadını. “Ama sen çok küçüksün” dedi sanki tek sorun buymuş gibi. Aklımdan milyonlarca şiir geçmişti. Sinem… Şu defolu dünyama biraz kalite kazandırmalısın bebeğim. Sinem kahvaltı hazır tatlım hadi uyan. Sinem evde. Sinem mutfakta. Sinem yatakta. Sinem duştan yeni çıktı. Bir süre sustuk. Sinem’e giden tüm yollarda yaş sınırı tabelası gözüküyordu. Ne zaman son sürat atağa kalksam cezayı kesiveriyordu cumartesi kokulum. Ona evlenme teklif etmeye karar vermiştim ben o sıra. Bir türlü bir araya gelmemişti cesaret ordularım. “Sinem” dedim 7.9 şiddetinde. Dilimde bir fay hattı varmışcasına konuşurken titremeye başlamıştım. Bir kaç lav parçası sıçramıştı ruhumun yörüngesine. “Selam” dedi münasebetsiz yabancı bir ses. Suratında müstehzi bir gülüş. Sinem dönüp sakallı soğuk’la konuşmaya başlamıştı. Hayatımın resmi sponsoru bu donuk bakışlı herifle birlikteymiş. ben ise bu yarışın daimi kaybedeniydim başından beri. Benden kırk santimetre daha uzundu. Herif önümde dursa, penisine kafa atabilecek kıvamdaydım yaş olarak. Sosup öylece dışarıyı izlemiştim bir süre. Sinem ise beni tamamen unutup sevgilisi ile muhabbet ediyordu. Derslerden falan bahsedip gülüşüyorlardı. Embesiller. Çok mu komikti lan sanki bu muhasebe dersleri? Orospu çocuğu kesin kızı kandırıyordu. Onu sevmediğine yemin edebilirdim o sıra. Bu bedbaht havada dalıp gitmişken dolmuşun kapısı kapandı, şoför birden gazı kökleyince kendime gelebilmiştim. Sinem yerinde yoktu. Az önce inenlerin onlar olduklarına düşünerek son bir umutla dolmuşun arka camından baktıp ömrümün kısa metrajına. El ele tutuşmuş sevgilisiyle derse gidiyorlardı. Acaba neden bana son kez bir görüşürüz dememişti? Gerçi daha önce de görüşürüz dememişti ama olsun. Bir elveda bu hazin aşk öyküsüne atılacak bir imza olmaz mıydı sanki? Yoksa dedi de ben o arada daldığım için farketmedim mi? Belki de benden bir tepki bulamayınca yedekte tuttuğu çocuğun elinden tutup gitmişti orada? Bilemiyorum. Her şeyi savaşır gibi yaşadığımız hayatta bütün pişmanlıklarımızdan kurtulmanın yolu nedir bilemiyorum.