Benim adım Muhsin. İlkokul beşinci sınıfta okuyorum. Belki de dördüncü sınıf, emin değilim. Ama emin olduğum bir şey var. O şey de şair olmaya karar verişim. Şair olmak öyle sandığınız kadar basit bir iş değildir. Bunun kararını vermek basit gibi görünebilir fakat konumuz bu değil. Konumuz ne diye soracak olursanız Allah belamı versin ki ben de bilmiyorum. Ben sadece bir başlangıçtım. İyi bir başlangıç… Her neyse ben karar vermenin de ötesinde Feride’yi kendime aşık ederek şairliğe ilk adımımı atmıştım. Dedim ya şair olmak zor iş. Mesela küçükken ne olacaksın diye sorulan soruya “şair olacam” cevabını hiç duymamışsınızdır. Bunun bir eğitimi yoktur çünkü. Usta-çırak ilişkisi de yoktur. Ama ben kararımı vermiştim. Hem Feride’ye de söz vermiştim, ben şair olacam demiştim. Söz ağızdan çıkmıştı bir kere…
Feride sınıfın en güzel kızıdır. Kendime aşık ettim cümlesinden sakın şunu anlamayın. Herhangi bir ilişkide üçüncü şahıs olacak kızlardan değildir. Hele de uzaktan uzağa ve karşı tarafa duygularını belli ettirmeden kendi içinde yaşayan kızlardan hiç değil. Kendinizi ona yakıştırmayıp ve kendi içinizde erimek pahasına dahi olsa yanına yaklaşamayıp uzaktan uzağa sevebileceğiniz kadar güzeldir. Ama ben ona pek yüz vermiyordum. Her ne kadar bu fikri benimsemesem de bana aşık olmasının sebebi de galiba buydu. Yoksa Feride’nin yanına yakışacak kadar yakışıklı değildim. Tamam, çirkinde değildim fakat başta dedim ya konumuz bu değil. Feride konusunun dışına çıkmak istemeyeceğiniz ve sürekli yanınızda birileri Feride’yi anlatıp sizin de başka bir şeyle ilgilenmeyip dinlemek isteyeceğiniz kadar güzeldir. Böyle bir güzellik abidesine karşı kayıtsız kalmam haliyle çok güçtü. Her ne kadar şair olmaya karar vermiş olsam hatta Feride’yi kendime aşık etmiş olsam da endişelerim vardı. Dört “s” kuralını çoğunuz bilirsiniz. Belki üçüncü “s” nin hakkını verememiştim ama şair olmaya karar veren biri için önemli bir gelişmeydi. Şairleri bütün kızlar severdi çünkü. Feride ile tanışmadan bir gün önce şair olmaya karar vermiştim. Ani gelişen bir hadise değildi benim için, yılların birikimiydi, on iki yıllık yaşantımın birikimi. Bu kararı verince yeni alınan bir kararın heyecanından ziyade geç kalınmış bir şeylerin hüznü kaplamıştı içimi. Şimdi de bütün toplumsal baskılara rağmen şair olmaya karar verdiğim günü aynı zamanda Feride ile tanıştığım günü anlatayım sizlere. Şair olmaya karar verdiğim de henüz 12 yaşındaydım. Kamyon şöförüydü babam. Günlerce hatta bazen haftalarca eve gelmediği olurdu. Annem de babamın çalıştığı şirkette temizlik işçisiydi. Babamın uzun bir sefere çıktığı günlerden bir gün annem ile patron Erol telefonda fingirdeşirken, annemin “gelmeyeceğim artık arama beni ’’ deyip patron Erol’un cevap vermesine dahi fırsat vermeyip kapatmıştı telefonu. Kapının eşiğin de olduğumu görünce tedirgin olmuştu. “Ne o sen benimi dinliyorsun.’’ sorusuna istediği cevabı alamayınca da açıklama gereği duymuştu. Birinin suçüstü yakalanıp, yalan söyleme ihtiyacı hissettiği zamanlarda keşke karakterlerin o anlığına yer değiştirebilme imkanı olsa diye düşünmüşümdür. Çünkü en berbat oyunculuk örneği o zamanlarda sergilenirdi. Ve gerçekten yer değiştirilebilseydi, suçüstü yakalananların yalan söylemek yerine gerçeği itiraf edeceğini de düşünmüşümdür. Buda ampul gibi bir icat olurdu. Yalan söylemeyi tamamen olmasa da azaltırdı biraz. Annemin bu alçaklığı yapacağını düşünememiştim doğrusu. Pek de üstünde durmadım zaten kafası karışıktı o zamanlar, psikolojik sorunları vardı. Edebiyatın en sahici sermayesi acıydı. Bende de bol miktarda mevcuttu. Acıların hepsini biriktirmiştim sol cebime kısaca her şey tıkırındaydı. Geriye tek bir eksik kalıyordu. Şimdi sıra bütün şairler gibi güzel bir kız bulmadaydı. Ve ne yapıp edip beni reddetmesini sağlamalıydım, belki o zaman bütün şairler gibi güzel şiirler yazabilirdim…
Ertesi sabah mavi önlükleri çekip evde limon kalmadığından ötürü şekerle suyu iyice karıştırıp saçıma sürmüştüm. Bütün gün saçı dik tutuyordu. O zamanlar saç sabitleyici spreyler de yoktu. Varsa da alacak maddi gücümüz yoktu. Yaz ayların da saça sıçan sineklerin konması dışında gayet pratik bir formüldü. Ağbimden kalan sırt çantasını sırtlayıp çıktmıştım evden. Haftanın ilk günüydü ve her Pazartesi yapılan rutin istiklal marşı okutulacak, biz de sırası ile sınıflarımıza dağılacaktık. Okul kapısından içeri girdim. İstiklal marşı başlamıştı. Bu marş başladığı zaman bütün öğretmenler kaskatı kesilir ve hiçbir yaşam belirtisi vermezlerdi. Ben de öğretmenlerin bu durgunluğuna anlam veremeyip hatta beni görmediklerini zannederek göğsümü kabarta kabarta sınıfın olduğu kuyruğu bulur ve kollarımı uzatarak sıraya girerdim. İstiklal marşı bitti, efendi bir şekilde sınıflarımıza dağıldık. Tesadüf aynı gün başkanlık seçimi vardı. Aday listesine ismimi yazdırdıktan sonra küçük çaplı bir konuşma yapmam gerekiyordu. Adaylar arasın da Feride de vardı. O güne kadar hiç bu kadar ilgimi çekmemişti. Dersin sonunda yapılacak olan oylamanın sonucunda kesin başkan olacakmış gibi tavırlar sergiliyor. Ve yalancı bir gülümseme ile herkesi etrafında topluyordu. Bu tavrı her ne kadar sinirlerimi bozmuş olsa da güzelliğinden bir şey kaybettirmiyordu. Hatta bir ara adaylıktan çekilip sırf o gülümsemelerini daha yakından seyredebilmek için Feride’ye oy atmayı bile düşündüm. Fakat şairlik gururum buna el vermedi ve bir şekilde kendimi ispat etmem gerekliliği üzerine düşündüm. Sınıf öğretmeni geldi ve adayların ismini tahtaya yazdı. Küçük çaplı bir demokrasiden sonra başkan olmuştum, Feride ise yardımcı. Saygınlığım iyice artmış hatta yanımda birkaç dalkavuk bile peyda olmuştu. Bu dalkavuklardan bir tanesi de Muhyettindi. Bazı günler başkanlığın beraberin de getirdiği imkanları kullanarak on beş dakika olan teneffüsleri on yedi dakikaya çıkararak yaramazlık yapanları Feride’nin tahtaya yazması için Muhyettin ile haber gönderirdim. Bir sabah yine şekerli-su formülünü kullanarak erkenden okulun yolunu tuttum. Sınıfa girdim. Henüz kimsecikler yoktu. Öğretmen sandalyesini tekmeleyerek pencerenin dibinde ki kalorifere sandalyeyi yaslayıp oturdum. Cebimden küçük not defterini çıkarıp yazmaya başladım. Not defterini ciddi bir şeyler karalamak için değil de birazdan Feride gelecek ve beni o vaziyette görsün istiyordum. Bir iki dakikalık beklemeden sonra çıkıp geldi. Son zamanlarda sözleşmişiz gibi hep aynı saatte geliyordu. “Günaydın Muhsin” dedi. Cevap vermeyerek, ciddi bir iş ile uğraşıyormuşum edasıyla kafamı günaydın yapar gibi salladım. Çantasını oturduğu masaya fırlatıp hızlı adımlarla bana doğru yürüdü. “ Ödev mi yapıyorsun” diye sordu. Elimde ki not defterini saklamaya çalışarak “hayır” diyebildim sadece. “Bak Muhsin” dedi.
– Eğer bir kız ile duygusal mana da bir şeyler paylaşmak istiyorsan, kelimelerden çok daha fazlasını vermelisin. Hatta kendin olan her şeyi vermelisin, başta biraz bencilce gelebilir bu kulağa ama bir müddet sonra alışıyorsun. Yine de notu senin getirmeni beklerdim
-Anlamadım…?
-Bana vermesi için Muhyettin ile gönderdiğini notu diyorum. Keşke sen getirseydin.
-Feride… Gerçekten anlamıyorum?
-Beni nasıl sevdiğini, bütün gün boyunca düşündüğünü hatta bunu bir türlü yüzüme karşı söyleyemediğin için kağıda yazıp göndermedin mi? Muhyittin’le.
Vay pezevenk Muhyettin! Başkanlık makamının imkanlarını kullanarak aşk mektubu yazmak da ne demek! Hadi yazdın diyelim. Göndermek nedir ulan!!! Bana yapılır mı bu? Bana! Hem başkan, hem de şair olmaya karar vermiş birsine… Ben sana gösteririm!
Sanırım, bu sefer anlamıştım. Muhyettin kendi adına Feride’ye aşk mektubu yazmış olacak ve mektuba ismini yazmadığı için de Feride benim gönderdiğimi düşünmüş olacak. Hiç bozuntuya vermeden “ Eeee” dedim.
-İşte düşündüm, taşındım.
-Nedir?
-Bende benzer duyguları hissediyorum, Muhsin. Seni s vy rm….
Cümlesini bitirmesine müsaade etmeden, oturduğum sandalyeden fırlayıp;
“Feride bir yanlışlık olacak. Ben sana mektup filan göndermedim… Kaldı ki böyle bir şey yapsam bile kimse ile göndermem mektubu, kendim getiririm! Hatta mektup yazma zahmetine dahi girmem ilk gördüğüm yerde yüzüne karşı söylerim. Üzgünüm, Feride. Hem benim daha önemli işlerim var. Kısmetse seneye şair çıkacağım. Feride… ben çok… demeye kalmadan gözleri doldu. Cümlelerimin sonunu getiremeden ağlayarak tuvalete koştu. İçten içe pişmanlık da duyuyordum. Fakat beni reddedecek bir kız lazımdı. Şair olmanın en pratik formülü buydu. Konu Şairlik ise gerisi teferruattı.
Daha sonra Muhyettin’e hiç kızmadım. Aksine yanımda daha sık gezdirmeye başladım. Ertesi gün üçüncü dersin sonunda Müdür yardımcısı içeri girmiş ve sinirli bir şekilde “bu sınıfın başkanı kim?” diye bağırmıştı. Benim başkan olduğumu öğrenince de önce şaşırmış, yediğim haltları da dayanak göstererek yeni bir başkan seçmişti. Feride ise bütün bunları umursamaksızın sırasında oturmuş boş boş duvarları seyretmişti.