Buram buram hasret ekiyorsun yine göz altlarıma. Sen sonra en verimli topraklarım oldular. Ektiğin tohumların hasatını yapması da zor olmuyor artık. Gündüzleri nadasa bırakıp, geceleri harman kaldırıyorum. Ne yapayım, ben de yokluğundan geçiniyorum işte.
Adın yine iki göz kapağım arasında, kirpiklerime tutunmuş söylenmeyi bekliyor. Ben yokluğuna göz yumarken, yanaklarımda beliriyor varlığın. Adın çoktan çıkmış oluyor kelimelere dökülmek yerine, ıslak ıslak fısıldıyorlar yanaklarıma…
Sustukça tercümanım oluyor kelimeler. Tercüme edilecek kadar bile kalamayan sana. Tek tecrümesizliğim ‘yok’luğun oluyor. O da hala tecrübesizliğimden herhalde. Oysa ne seslenecek harflerim vardı sana. Ne kadar çok almıştım azığımı da yarı yolda aç kalmayayım diye. Nerden bilebilirdim ki ansızın gidip aç ve açıkta bırakacağını harflerimi. Bütün çıplaklığıyla seni seven harflerimi, dımdızlak ortada bırakmana değdiyse eğer ne mutlu…
Ben kulağına aşkı fısıldardım hece hece. Meğer ne sağırmışsın sözlerime. Hepsini kulak ardı edip, ardına bakmadan gidebildiğine göre… Kalbimin en ücra köşesini ayırmıştım sana. Bir tek sana aitti orası. Senin kalmalıydı. O kadar uzakmış ki kalbin kalbime. Sana sunulan bu ayrıcalıklı konforu bile tutsaklık olarak algılamışsın. Ben kalbinin yollarına gittikçe, sen idrak yollarını kapatmışsın bana.
Nasılda gözlerimi yummuştum sana. Pardon aşka olacaktı. Sana göz yumsaydım, gidişinde hala kaldığın yerlerin izi kalmazdı değil mi? Şimdilerde çok mutluymuşsun. Tutsak hayatından kurtuldum diye özgürlüğün tadına doyamıyormuşsun. Dikkat et sevgili! Özgürlük de aşk gibi uçurumun kenarında gözü kapalı dolaşmaya benzer. Ben aşka düştüm bana bakan bir çift gözün derinliklerinden. Sen de düşme olur mu? Aşkın tutunacağı çok yer vardır; satırlar gibi. Ama özgürlük sonradan görmelerin gördüğü son şey olarak kalır bu hayatta. Bana kör kaldığın gibi kalma sakın özgürlüğe. Özgürlük aşk kadar masum değildir çünkü…