Bir Nisan sabahı kuşların sesiyle gözlerini kırpıştırdı. Güneş’in teninde dolaşmasına izin vermek için üzerindeki pikeyi yan tarafına savurdu. Hafif bir inlemeyle kastı kendisini. Dünün yorgunluğu hâlâ üzerindeydi. Üç davaya bakmıştı ve hepsi de ağır davalardı. Saatine baktı,yüzünü buruşturarak doğruldu. Her tarafı ağrıyordu. Dolabına yöneldi gözlerini ovalarken. O gün davası yoktu. Psikologu ile görüşecekti. Bir aydır ertelediği o randevu en sonunda gelmişti. Ne giyeceğini düşünürken gözüne kot pantolonu takıldı. Gülümseyerek eline aldı. Uzun zamandır rahat giyinemiyordu. Üzerine basit bir t-shirt giymeyi tercih etti. Eşyalarını alıp banyoya yöneldi. Evde tek kaldığı için banyonun kapısını kapatmadı. Banyosu genişti. Elbiselerini astı ve küvetin dolması için suyun ısısını ayarladı. Küvet dolarken o aynanın karşısına geçti. Kendisine bakmayı küçüklüğünden beri severdi. Toplu olan saçlarını serbest bıraktı. Yirmi ikisinde olmasına rağmen hâlâ çocuk gibiydi. Tatlı bir kahkaha attı ve tarağını eline aldı. Saçlarının taranması gerekiyordu.Yavaşça taramaya başladı ve bir yandan da şarkı söylüyordu. Nedense çok mutluydu bugün. Kendine son kez bakıp göz kırptı. Küveti dolduran musluğu kapatıp elbiselerinden bir çırpıda kurtuldu. Bugün tüm gün boştu ve hiç acelesi yoktu. Yavaşça ayağını küvete daldırdı. Sonra dayanamayıp pat diye oturdu.Kendi kendine gülmeye başladı. Ama uzun sürmedi. Kahkahası hıçkırıklara dönüştü ve ağlamaya başladı. Ellerini sudan çıkartıp yüzünü kapattı. İlk defa bu kadar bağırarak ağlamıyordu belki ama uzun zamandır ilkti. Kendisine engel olamıyordu. Gözyaşları kendiliğinden süzülüyordu yanaklarından. Küvetin içinde kayıp suya batırdı kendisini. Hıçkırıkları ve gözyaşları suda kayboluyordu.Daha fazla dayanamadı ve sudan çıkmak zorunda kaldı. Küvetin içinde oturmuş öylece ağlıyordu. Yavaş yavaş sakinleşmeye çalıştı ve başardı. Başını kenara yasladı ve gözlerini kapattı. Bunu hep yapardı. O şekilde uyumuştu…
Telefon sesiyle irkildi. Hemen kalktı ve havlusuna sarıldı. Telefonuna koşarak gitti fakat yetişemedi. Cevapsız aramalara baktı. Üç kez aramıştı. Numarayı tanımıyordu. Geri dönmek içinden hiç gelmemişti. Tekrar banyosuna döndü. Saçlarını şampuanlayıp çıktı. Elbiselerini giyindi. Odasına geçtiğinde fön makinesini bulmak için yarım saat uğraştı ve sonunda makyaj masasının çekmecesinde buldu. Bir an önce saçlarını kurutup çıkmak istiyordu. Öyle de yaptı. Çantasını aldı ve çıktı.
Randevusu saat dörtteydi. Fakat saat daha on ikiydi. Kahvaltıyı kaçırdığı için acıkmıştı. Sahil kenarında bildiği küçük lakin çok tatlı bir restoran vardı. Oraya gitmeye karar verdi. Arabasına bindi.Dolaşa dolaşa gitmeyi düşünüyordu. Öyle de yaptı. Restorana vardığında park yeri bomboştu. Şaşırdı. Yinede arabasını park edip o şirin yere gitti. Kapıdan içeriye girdiğinde garson karşıladı:
– Hoş geldiniz avukat hanım!
– Teşekkür ederim Çınar. Dedi ve gülümsedi.
Her zaman ki masasına oturdu. Denizin tam karşısındaydı o masa. Garson hiç sormadan salatasını getirmişti. Hep yediği salata… Gülümsedi sadece. Çınar da gülümsedi ve işinin başına döndü. Salatasını yerken gözü hep denizdeydi. Birden kalkıp gidesi geldi. Aklı hep nişanlısındaydı…
Hava Güneşliydi. Masmavi bir gökyüzü, aynı şekilde koca bir deniz. Balıklar baharın coşkusuyla dans ederken İstanbul sessiz… Yemeğini bitirip kalktı. Çalışanlar ile kardeş gibiydi. Birbirlerini çok iyi tanırlardı. Hesabını ödeyip vedalaştı.
Tekrar arabasına binip randevusuna gitti.Fakat yolu biraz uzatmıştı. Sahil yolu o kadar huzurlu gelmişti ki… Yinede zamanı gelmişti. Artık gitmesi gerektiğini düşündü ve psikolog Adnan’ın ofisine gitti. Saat daha 15.45’ti. Sekretere içeride hasta olup olmadığını sordu.İçeride kimsenin olmadığını duyunca sevindi. Odanın kapısı açıldı ve genç bir adam başını çıkarttı:
– Avukat Vildan Hanım geldiler mi acaba? Dedi.
– Evet benim. Dedi genç kadın.
– Buyurun o halde başlayalım. Dedi ve gülümsedi.
Gülümseyerek başıyla onayladı ve içeriye girdi. Ofis tamamen beyaz döşenmişti. Masa, sandalyeler, duvar ve diğer eşyalar. Renkli olan şeyler belirliydi. Dosyalar, kalemler vb… Adnan Bey Vildan Hanım’a oturacağı koltuğu gösterdi. Vildan ise teşekkür ederek koltuğun kendisini rahatlatmasına izin verdi. Adnan Bey birkaç şey yazıp avukata döndü:
– Bir aydır gelmenizi bekliyordum. Diyerek başladı. Öncelikle rahat olmanızı istiyorum. Burada konuşacaklarımız sadece bizim aramızda. Ayrıca benden utanmanıza hiç gerek yok. İçiniz rahatlasın diye de şunu belirtmek istiyorum;ben evliyim ve dört yaşında Şehrazat adında bir meleğe sahibim. Dedi gülümseyerek.
– Gerçekten mi? Dedi heyecanlanarak. Oldum olası sevmişimdir çocukları. Bende nişanlıyım. Dedi parmağındaki yüzüğünü okşarken.
– Neden üzüldünüz? Yoksa nişanlınızla sorunlarınız mı var?
– Yok aramız çok iyi. Fakat şu an askerde ve beni iki gündür aramadı. Merak ediyorum da…
– Hımmm…Anladım. Neyse şimdilik unutun bunu. Rahatlayın ve derin bir nefes alın.
– Peki.Dedi Vildan ve dediklerini yaptı.
– Bana en başından anlatmaya başlasanıza. Doğduğunuz günden başlayın. Bildiğiniz,yaşadıklarınız ve anlatılanlar. Sırasıyla anlatın. Bende bu arada not tutacağım. Kendinizi germeyin lütfen. Ağlamak isterseniz gözyaşlarınızı tutmayın. Rahat olun. Beni abiniz olarak veya en yakın arkadaşınız olarak görün. Dedi ve tekrar gülümsedi.
Aslında utanıyordu. Ama konuşmaya o kadar ihtiyacı vardı ki. Kendi kendini güçlendirerek derin bir nefes aldı ve başladı:
– En başından demiştiniz değil mi? Ben yine bir Nisan ayında doğmuşum. 1996 yılının 23 Nisan’ında. Erken doğmuşum. Sekiz aylıkken. Annemin anlatmasına göre çok çirkin bir bebekmişim.
– Nerede doğmuştunuz?
– Kartal’da.İstanbul. Annem amcamlar ile kalıyormuş.
– Anladım.Devam edin lütfen.
– Kanımda mikrop bulunduğundan biraz korkutmuşum ailemi o zamanlar. Ben üç yaşına gelinceye kadar İstanbul’daymışız. Daha sonra Aydın’a gitmişiz. Çocukluğum oralarda geçti sayılır. Ama ben pek bir şey hatırlamam. Hatırladığım anılarım sınırlıdır.
– Ne hatırlıyorsanız anlatır mısınız?
– Tabii ki… Okula ilk başladığım günü hatırlıyorum. Annemle gitmiştik. Sadece birkaç dakika aklımda. Çocukluk arkadaşım Yaren de oradaydı. Bu kadar.
– Peki,başka hiçbir şey yok mu?
– Var.Hiç unutmam, çok sevdiğim küçük bir topum vardı. Komşumuzun çocukları oynuyorlardı bir gün. Akşam oluyordu ve babam beni çağırıyordu. Ama onlar topumu vermemekte ısrarlıydılar. Boyum kısaydı. Onlar benden hem yaş olarak hemde boy olarak büyük oldukları için bir türlü alamamıştım. Sonra babam geldi. Elinde yeşil bir sopa vardı… Boş olan eline topu aldı. Beni nasıl dövmeye başladığını hatırlamıyorum. Bizim evimiz yokuşun başındaydı. Hatırladığım o yokuştan çıkarken beni dövdüğü ve benim annemin arkasında çaresizce saklanmaya çalışmamdı. Acısı hâlâ aklımda. Ama aklımda kalan babamın en sevdiğim topu bıçakla patlatması olmuştu. Ben ağlarken gözlerimin önünde… Beni ilk ve son dövmesiydi.
– Topunuzu size kim almıştı?
– Dayım.Dedi sessizce. Gözleri dolmuştu.
– Devam edebilecek misiniz?
– Evet.Sanırım etmem daha iyi olacak. Sonrası boş… Dokuz yaşına kadar Aydın’daydım ben. Daha sonra Fransa’ya gittim. Biliyor musunuz, orada yaşadıklarımın izleri hâlâ burada. Dedi kalbini göstererek.
– Anlatın lütfen.
– Anlatacağım.Dokuz yaşında beni kandırarak gönderdiler. Annemle babamdan ayırdılar beni.Beni yolun sağ tarafında bıraktılar. Ve soldan gittiler. Ben şimdilerde bile soluma bakamıyorum bazen. Azat bunu iyi bilir… O geceyi hiç unutmam. Odaya kapanıp ağlamaya başlamıştım. Ama sessizce değil. Bağıra bağıra hıçkırarak… Ben ne yaptım ki diyerek… Sonrası boş. Bir abla var aklımda. Yüzünü tam hatırlamadığım. Bana deniz kabuğu vermişti…
– Daha sonra neler oldu?
– Daha sonra? Fransa’ya gittim. Hiç güzel günler geçirdiğim söylenemez. Ben çocuktum daha küçücüktüm. Hiç umurlarında değildim. Sanki kocaman kadınmışım gibi davranırlardı bana. Nasıl Fransızca öğrendiğimi anlamamıştım. Şimdide değişen bir şey yok.
– Orada yaşadıklarınızı anlatın bana lütfen.
– Beni hep yalancılıkla suçlarlardı. Okulum evimize uzaktı biraz. Ortalama bir saat sürerdi.Tabii bu ben 4. ve 5’inci sınıfta ikendi. Ama onlar hep yarım saat derlerdi.Otobüsle gidip gelirdim. Otobüsün beş dakikada bir geldiğini söylediler her zaman. Ama hiç belli olmuyordu. Sabahları evden çok erken çıkardım. Çünkü o evden ne kadar erken çıkarsam o kadar huzurlu oluyordum. Tabii onlar hiç anlamadılar. Hatta bir keresinde beni takip etmiş. Şaşırmadım. Ne kadar fırsat bulursam o kadar uzaklaşmaya çalışırdım o evden. Bir keresinde bizimle kalmaya başlayacak bir kadın gelmişti. İlk geldiği gün ben ağlamıştım. Annemler için.Çocuktum sonuçta özlüyordum. O geldi saçımı okşadı öptü beni. Ağlamamam için bir şeyler söyledi. Ben ilk geldiğimden beri bizle olan bir kadın vardı. Beni büyük ihtimalle sevmezdi. Yani bilmiyorum. Ama o akşam onlara benim hep ağladığımı filan ilgilenmemeleri gerektiğini söylemişti. Yeni gelen kadın da kızmıştı. Sonradan o da onların tarafına geçti. Boyum uzun diye beni hep yetişkin gibi görürlerdi. Bir gün -o beni sevmediğini düşündüğüm kadın- ben eve geldiğimde selam verdim. Sana selam filan yok dedi. Anlamadım. Neden? Dedim.Onun parasını çaldığımı söylemişti. O an bende ipler koptu. Sanki dizlerimin bağı çözülmüştü. Başımdan kaynar sular dökülüyordu. Odama geçip ağlamaya başladım. Odaya geldi. Bana hakaret edip bağırmaya başladı. Ben yapmadı diyip durdum inanmadı. Akşama kadar ağladım. Sonra diğer kadın geldi. O da ona inandı ve beni yanına çağırdı. Ona da anlatmaya çalıştım. Benim yapmadığımı defalarca söyledim. İnanmadı. Bende kabul edip onları susturmak istedim. Hırsız konumuna düşmüştüm belki ama o zaman beni yalnız bırakmışlardı. Zaten haftalık verdikleri 5 euroydu. Onu da almışlardı elimden. O dakika da karar vermiştim.Kötü bir çocuk olup beni göndermeleri için elimden geleni yapacaktım. Yaptım da.
– İlk defa bu kadar boş kaldım bir hastama karşı. Ne söyleyebileceğimi bilemiyorum.Lütfen devam edin. Dinlemek istiyorum. Dedi Adnan Bey. Yazmayı da bırakmıştı.
– Bir keresinde “Dayı” dediğim adamla şakalaşmak için tütününü saklamıştım. İlk gıdıkladı filan söylemem için ama canımı yakmıştı. Bende sinirlenip odaya geçtim. Kapının arkasındaydım. Açtı kapıyı. Ben tam git diye bağıracaktım ki suratıma bir tokat patlattı. Ben yere düştüm. O vurmaya devam etti. Bir yandan da bağırıyordu. Bacağımdan tutup çekti beni. O an başımı yere vurdum. Beni pencereye çekti. Atacak sandım. Eşi olmasaydı beklide atmıştı kim bilir… Dedi ve sustu.
– Hiçi yi gününüz olmadı mı onlarla?
– Olmadı.Hep bir üzüntü vardı.
– Devam edin lütfen.
– Peki…Amcam vardı benim İsviçre’de. Onunla olan bir şeyi anlatayım. Amcamlar ve kuzenlerimle amcamın tamirde olan arabasını almaya gittik. Yolda ben ve küçük kuzenim Olga keçilerle oynamaya dalmıştık. Amcamlar gitmişti. Bizde orada beklemeyi tercih ettik. Bizi aramasınlar diye. O da suçtu. Amcamdan hiç beklemediğim bir tepkiyle karşı karşıya kalmıştık. Geldiğinde bize bağırmaya başladı. Olga’yı arkama aldım dövmesin diye. Bir sürü şey saydı bana. Ama“hırsız” dediği o an hâlâ aklımda. Amcam da onlara inanmıştı. Bide bana karşı kullanıyordu. Bize ceza verip eve kadar yürütmüştü. Fakat ben amcamı hâlâ çok severim. Bana çok yardımı olmuştu. O günü unutmam o başka…
– Sanırım pek güzel bir geçmişiniz yok.
– Hayır,aslında çok güzel bir geçmişim var. Bakın mesela o kadar kötü şey yaşamama rağmen hayatımın aşkıyla beraberim. Ve ayrıca bana o kadar şey söylenmesine karşın ODTÜ’yü başarıyla bitirdim ve şimdi avukatım. Kaybettiğim davalarım davar ama kazandıklarım kadar değil. Henüz yirmi iki yaşındayım ama çok yer gezdim ve çok şey biliyorum. Bilgilerim yetersiz olduğu için öğrenmeye devam ettim ve ediyorum da. Üniversiteye hazırlandığımı biliyor muydunuz?
– Neden peki? Yani ne gereği var ki?
– Hacettepe’de psikoloji okumak istiyorum. Dedi ve gülümsedi. Benim hakkımda o kadar çok laf oldu ki tahmin bile edemezsiniz. Hepsini dört yıl önce susturdum. Şimdi tekrar üniversiteyi kazanıp çatlatmak istiyorum onları. Beni tanımıyorlar henüz.İntikam dediğimiz şey böyle olmalı bence. 🙂 dedi ve kahkaha attı.
Adnan Bey ağzı açık Vildan’ı izliyordu.Hayretler içerisindeydi. Vildan saatine baktı ve çıkması gerektiğini söyleyip vedalaştı doktoruyla. Yüzündeki gülümseme Adnan’a şok geçirtmişti. Fakat Vildan halinden memnundu. Odanın kapısından çıkarken son kez dönüp doktorunun masasındaki kitabı göstererek:
– Bahar Guevara benim kitaplarım için kullandığım takma ismim. Benim yazılarımı okumanız hoşuma gitti. Ve teşekkür ediyorum Adnan Bey. Her şey için. İyi günler. Dedi gülerek.
Adnan Bey ağzını açtı ama tek kelime edemeden Vildan gitmişti… Arkasında beynini felç ettiği doktoru kalmıştı sadece. Ve birde masanın üzerinde duran ilk kitabı…
H.Bahar Siner