Biz mi savrulduk yoksa rüzgâr mıydı? bizi savuran. Sesi kulakları tıkayan, gücü her şeyin önüne geçen rüzgâr mı? Hayatlarımızı savuran.
Kinimiz rüzgâra mı?
Yoksa kendimize mi?
Evet, dağıldık belki, yorulduk, bitkin düştük, bıktık ama bunun nedeni kendi çabasızlığımız mı?
Kesinlikle kendimiz. Ne derler; Mevla’m derdini verirse, dermanını da verir.
Arkadaşım uğraşsana, oturmasana sen iyisin, sen her şeyi başarırsın desene kendine yahu.
Eğri oturalım doğru konuşalım rüzgârın hiç bir suçu yok.
Bize yaşama hakkı bir kez verilir bunu unutma dememe gerek yok herhalde.
Gidiyorsun üniversite okumaya, olmadı bide üzerine okuyorsun, o da olmadı fazladan okuyorsun, o hiç olmadı, diploma yetmez kendini geliştir diyip, gidiyorsun her türlü kursa, sonuç yine yetmez. Ama sen gençsin sen daha yaşlanmadın sen bebek oldun büyüdün genç oldun.
Sana işe yarar gözüyle şimdi bakan yok, ya yaşlanınca?
-TABİKİ BAKAN OLMAYACAK.
Sende biten ömrünü daha faydalı geçir, mutlu ol mesela, durmadan gülümse.
Mesela en sevdiğin rengi vurgula hayatında. Ya da en sevdiğin şarkıyı dinle doyasıya. Varsın olmasın olması gerekenler.
-SEN ŞÜKRETMESİNİ BİL.
Yaşlanınca böyle hatırlamak istemeyiz değil mi? Gençliğimizi. Anılarla dolu olmaması için sadece kendimizi kapatmamaktır çözüm. Evet, zor kurulan bir cümle oldu : ) ama bence buraya çok yakıştı.
Bir şehri nasıl özlüyorsa insan ya da âşık nasıl görmek istiyorsa sevdiğini, mutluluk nasıl yakışıyorsa bir çocuğa, huzur rahatlatıyorsa bir masumu, bütün olumsuzluklara rağmen yine yeşertiyorsa insan içindeki umudunu, ümit hiç elini bırakmazsa küçüğün, yazmakta benim için tarifi zengin bir duygu.
Rüzgârın en güzel köşkünde yer ayırtıp onunla güzel vakit geçirmeniz dileğimle.