“Başarılı insanlarda her zaman olan iki şey vardır. Gülümsemek ve sakinlik. Problemleri çözmek için gülümse, problemleri önlemek için sakin ol.” Yirmi birinci yüzyıla sadece teknolojik açıdan değil sonuçlarının sosyolojik açıdan da çığır açtığına inanılan isimlerinden biri olan Steve Jobs’ un bu görüşünün, başarısında büyük rol oynadığını düşünsek yanılmış olmayız sanırım. Yarışmacı ve hedef odaklı yaşamımızda belki de unuttuğumuz en önemli değerlerden ikisinin gülümsemek ve sabır olduğunu düşünüyorum. Bir şeylere yetişmeye çalışmaktan, gülümsemeyi ve yetişme çabamızdan sabrı unutuyoruz. Her şeye yetmek ve daha fazlasını isteme duygularımız sabır yetimizi gittikçe körelttiğini hissedebiliyoruz bir an durup soluklanabildiğimizde aslında. Sükûnet neden huzursuz ediyor bizi madem? Sessiz sakin anlardan neden rahatsız oluyoruz? Peki kendimizle baş başa kalmak istemiyor olabilir miyiz peki? Bu soruları ve cevaplarını irdeleyebilmemiz için öncelikle on dakika mola almak istiyorum koşturmanızdan ve inanıyorum ki yazının sonunda bu küçük mola hayatımızın bundan sonra ki zamanı için farkındalık yaratacaktır.
Öncelikle, neyi kaybetmeye başladığımızı anlayalım. Sözlükte sabır kelimesinin iki anlamı bulunduğunu görebiliriz. “Olacak veya gelecek bir şeyi telaş göstermeden bekleme.”, “Acı, yoksulluk, haksızlık vb. üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi, dayanç”. Her iki anlamda da ortak nokta bekleme. Bekleme süresine olan tahammül seviyemiz/ süremiz neden her geçen azalıyor peki?
“Dikkat eksikliği” ve “Bir şeyleri kaçırma fobisi” kavramlarının daha ön plandan olduğunu düşünüyorum. Dikkat eksiliği aşırı aktif, dikkatsiz ve dürtüsel olunmaya neden olan psikiyatrik bir bozukluktur. Dikkat eksikliğinin nedeni beynimizde bulunan dikkat toplamaya sağlayan beyin bölgelerinin aktif olarak çalışmamasında kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu bölgelerin aktif olarak çalışmamasının nedeni olarak telefon gibi teknolojik aletlere, küçük yaşlarda gereğinden fazla maruz kalınması olarak düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarda z kuşağında oransal olarak daha fazla dikkat eksikliği tanısı olduğunu görülmektedir. Bir diğer neden ise bir şeyleri kaçırma fobisidir. FOMO (Fear of missing out) olarak kısaltılan sendrom bir tür kaçırma korkusudur. Teknolojinin gelişimiyle beraber insanların sosyal ve iletişim deneyimleri yüz yüze formundan dijitale dönüşmüştür. Gelişen teknoloji ve sosyal ağ hizmetleri insanlara hiç deneyimlemedikleri kadar sosyalleşmelerini sağlamaktadır. Sosyal ağlarda sürekli çevrimiçi olma ihtiyacı yaratan iletişim formu dijital ortamdan kopma durumda anksiyeteye yol açabiliyor. Her iki durumun sonucu da sabırsızlığa ulaşıyor.
Sabır seviyemizin aşağı doğru inmesinin en büyük nedenlerini yukarıda sıraladık ancak nedenleri oluşturan etkeni de göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yukarıdaki psikolojik sorunlar neden son yirmi otuz yıldır tahmin edilemez şekilde arttı peki? Sorunun cevabının kendimizi teknoloji ile kıyaslama durumu olduğunu düşünüyorum. Teknoloji birden çok işlemi ayni anda yapabiliyor ve bizler teknoloji ile hemhal olduğumuz için kendimizi ondan üstün görüyoruz. Burada yapay zekanın üstünlüğünden değil komutlanarak verilmiş işlerin yapılış hızlarından bahsediyorum. Bilgisayarımızın web tarayıcısında internete girdiğimiz anları gözümüzün önüne getirelim hepimizin birden çok sekmede işlem yaptığını fark edebiliriz. Birinde müzik çalıyoruz birinde bir belge indiriyoruz diğerinde bir haber sitesi açık bir diğerinde alışveriş yapıyoruz arka tarafta yazımızı yazdığımız program açık. Bütün hepsini aynı anda yapma durumu mevcut değil mi? Hızlanan bilgisayarlar ve internet ağı ile kısa zamandan birden çok veriye ulaşabiliyoruz. Aynı anda birden çok işlem yapma alışkanlığına o kadar kapılmışız ki film ya da televizyon izlerken bile elimizde telefon, sosyal medyada dolaşıyoruz. Böylelikle aynı anda birden çok eylemi yapıyoruz hülasa yapmaya çalışıyoruz. Daha fazlasını yaparak/ yapmaya çalışarak ya da yaptığımızı sanarak sabrımızı tüketiyoruz. Sabrımızı tükettikçe her an tetikte olmaya ve böyle acaba ne kaçırıyorum sorusunu kendimize sormaya başlıyoruz.
Yukarıda yaptıklarımızın hepsinin bir tek amacı olduğunu düşünüyorum. Zamana hükmetmek. Trafikte, yazı yazarken, çalışma ortamımızda kısaca hayatımızın her anında beklememek ve böylelikle zamana hükmetmek istiyoruz. Çünkü zihnimiz zamana hükmedemediğimiz anı zaman kaybı olarak görüyor. Bu durumu her an çevirim içi kalmak olarak da tanımlayabilirim. Geçirdiğimiz her anda çevirim içi kalmalıyız şartlamasını yaşıyoruz. Hiç beklememeli, sürekli bir şeyleri başarmalı, bir şeylerle vakit geçirme zorunluluğumuz olduğuna inanıyoruz. Bir an olsun sükûnet rahatsız ediyor bizi. Son bir örnek ile konunun bu kısmını sonlandırmak istiyorum. Trafikte kırmızı ışığa yakalandınız. Aracı hazır halde bekletiyoruz ve bu anda hepimizin eli ya telefona ya da radyoya gidiyor değil mi? Kısacık süre zarfından hangi yeni durumu kaçırabiliriz ki? Neden dışarıya doğaya, caddede yürüyen insanlara bir olsun bakmıyoruz? Kendimiz ile neden baş başa kalmıyoruz bir an olsun bile? Şimdi konuyu başka bir açıdan değerlendirmeye başlayalım.
Tasavvufi açıdan baktığımızda; sabır üç çeşide ayrılmaktadır. Allah’ ın yasakladığı şeylere girmeme sabrı, şikâyet etmeme sabrı ve tüm bunlara sabretmede sabrı. Sabrı, tasavvufi açıdan şu şekilde tanımlayabiliriz. “Sabır, insanın gönül ve ruh dünyasının zenginliğine, onu bayağı arzularının gölge düşürmesine engel olan ahlaki bir üstünlüktür.” Görüldüğü üzere, sabırsız insanın nefsani duygularına yenildiği düşünülmektedir. Tasavvufi açıdan sabır daha çok insanın başına gelen kötü şeylere dayanması manasına gelmektedir. Ancak bu durumu, modern dünyada şu şekilde yorumlayabileceğimizi düşünüyorum. Ayni anda birden çok eylemi yapmaya çalışmak nefsin tekamülünü geciktirdiğini düşünüyorum. Özellikle Nefs-i Emmare makamında olan insan bedensel hazlara ölçüsüzce itibar eden, lezzet ve şehvet için sınırsız talepte bulunan kişidir. Sabırsızca hareket ettiğimizde genellikle hızlıca bir şeyleri yapmak istiyor ulaştığımızda ise daha başka şeyleri yapmak isteyerek alınan hazzı yaşayamıyoruz. Aynı zamanda, sabırsızca ve ayni anda bir çok eylemi yapmaya çalışmak ile anı yaşayamadığımızı düşünüyorum. (Makamlar ile ilgili kısa bilgi vermek isterim. Tasavvufi açıdan insanın kemale yani kâmil insana ulaşması için toplamda 7 basamak bulunmaktadır. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainlik, Rıza, Merdi ve Safiye olarak 7 makam bulunmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse makamlar arttıkça sabır ve anı yaşama duygusunun şiddetinin arttığını söylemek isterim.)
Sabır teriminin, teknoloji çağının bizden aldığı bir başka insani özelliğimiz olduğunu düşünüyorum. Miş gibi yapmaya başladığımız bir başka durum olarak da tanımlayabilirim. Karşımızdakini dinlemiş gibi yapmak, değer veriyormuş gibi görünmek ve sabırlıymış gibi davranmak. Gerçek sabrı gün geçtikçe kaybediyoruz sanırım. Dünyada yakalamamız gereken o kadar çok şey var ki buna ömrümüz yeter mi bilemiyorum ancak naçizane düşüncem yakalamaya başlayacağımız ilk şeyin kendi iç huzurumuz olduğu ve iç huzurumuzu yakalamak için öncelikle sabrı yakalamaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Dünyaya daha çok sabırla ve böylelikle tevazuu ile bakabilirsek yakalamak istediklerimiz sonunda kendiliğinde avucumuzun içerisinde olacaktır.