Yazarlık ve boş zamanlarında da marangozluk yapan Muhsin,olacaklardan habersizce Çiçek Meyhanesine girdi.Duble rakısını söyledi.Yanına yoğurtlu bir meze seçti.Yerine otururken mekanın sahibi,71 yaşındaki Hamit Amcaya selam verdi.Gönderdiği selamları başının üstüne yerleştirdi ve iskemlesine oturdu.Yunan Radyosu çalıyordu,sınıra çok yakın bir yerde ikamet ediyordu.Cüzdanını çıkardı.Beyaz bir kağıdın arasına sıkıştırılmış bir saç ve fotoğraf vardı.Fotoğrafı 3 gündür solmaya direnmiş fakat başarılı olamamış çiçeklerin olduğu vazoya yasladı.Beyaz kağıdın içindeki saçı tutup öptü.Orhan Veli ruhuyla yaptığı hareketler Hamit Amca’nın dikkatini çekmiş olacak ki, ” Bi hişt sesi gelmedi mi fena evlât” dedi ve en vakur gülümsemesini takındı.Kadehlerini kaldırdılar.Işıklar kapandı.Hadi oğlum,aklınla davran öğütleri eşliğinde kapıdan çıktı.Kahverengi ceketinin cebinde cüzdanı,kan testi sonuçları ve 2 tane mentollü şeker vardı.Evine girdi.Soğuk ve pis koku,yüzüne git bu evden,ne zaman geldin ki der gibi vursa da içeri girdi.Masanın üstünde çürümüş bir kavun,kirli bardaklar ve bir not duruyordu.Notu kimsenin bulamamasına üzülmüş bi şekilde okumak için uzandı. Üzerinde herkese yazıyordu.Hiçkimsesi yok herhalde ki mektup bulunamamıştı.Bunun verdiği kalp kırıcı hüzünle kağıdın 4 köşesini birbirinden ayırdı. Yazısının değiştiğini fark etti.Kısaca belki merak edilirim düşüncesiyle yazmıştı bu leziz lakin eğitimsiz cümleleri.Kalbinin en içindeki kişi de henüz onu bulamamıştı.20 yıldır bir saç teli ve fotoğrafıyla şehir şehir gezmiş,çok benzeyenini bulmuş lakin hala onu bulamamıştı.
Henüz saçına canlı haliyle dokunamamış,onu hiç görememişti.Mektuplaşarak birbirlerine aşık olmuşlardı.En son mektubunun içinde bir saç teli ve fotoğraf gönderip ortadan kaybolmuştu.Yaşıyor olduğuna dair tek kanıt postane müdürü ile yapmış olduğu konuşmaydı.Taşınmış olduğunu biliyordu lakin haber vermeden böyle bir şey yapmazdı.20yıldır hiç bitmeyen sevgisi,kesilmeyen soluğuyla beklemeye devam ediyordu.
Yüzüne güneş vurarak uyandı,kahve içmek için dışarı çıkacaktı.Merdivenlerden aşağı indi,posta kutusuna dik dik bakıp geçti,sonra geri döndü.2 parmağını kutunun içine zar zor soktu.Bir zarf vardı,onu çekti çıkardı.Tozunu sildi.Üzerinde “Sana..” yazıyordu.Muhsin’in gözleri doldu.Hep böyle hitap ederdi ona.Zarfı yırttı.Içinden bir sürü sayı çıktı.Sanki bir bilmece gibiydi.Ne yapacağını bilemedi.Zarfı ceketinin cebine atıp kahvehaneye doğru hızlı adımlarla koştu.
Kahvenin sahibi ile daldıkları derin beyin fırtınası sonucunda onun bir koordinat olduğunu anladılar.Muhsin,kütüphaneye gitti.Kütüphane görevlisinden yardim istedi ve koordinatlar Çanakkale’de bir arsayı gösteriyordu.Muhsin arabası olan arkadaşını arayıp onu götürmesi için rica etti.4 saat süren yolun ardından Çanakkale’ye geldiler.Ona yaklaşmanın verdiği heyecan tüm kalbini doldurdu.Koordinatı bulduklarında Muhsin’in yüzünde çocuksu bir sevinç ve hiç hissetmediği şüphe duygusu vardı.Taş bir bina vardı.Bahçesinde bir sürü ağaçlar,2 tane kedi 1 tane köpek.Muhsin kapıyı tıklattı,2 adım geri çekildi.Kapıyı bir adam açtı,imgelediği bir yüzdü bu ama daha önce görmemişti. Adam,Muhsin’i içeri buyur etti.
“Nereden başlasam Muhsin evladım,ben seni çok iyi tanıyorum.Benim kızım seni öyle güzel sevmişti ki,ama hiç kavuşamadınız.Çok üzgünüm.”
“Sevmişti mi?Noldu lütfen söyleyin.Ben de onu çok sevdim ama çok bekledim.Yıllarca.Burada mı? Görebilir miyim?”
“Yaşadığın hüznün farkındayım,o bu dünyadan göçtü evladım.Sana da bir hediye bıraktı.Rica ediyorum ağlama.”