Henüz yağmış karın soğuğu evin pencelerinden içeri doluyordu. Rüzgar camları açacak kuvvetliydi, ve odaya bir miktarda kar yağmıştı. Tatlı uykusundan, şiddetli bir titreme uyandı.. Sanki bir tokat yüzünde patlıyordu.. Titreyerek cama doğru yürüdü hızlı adımlarla.. Camı kapattı, pencerenin pervazlarından dolan karı umursamayarak giyindi.. Soba henüz sönmüş olmalıydı. Kalkıp, odanın içerisinde gezinmeye başladı.. Şampanya rengi, sıvası dökülmeye yüz tutmuş iki oda ve bir salondan ibaret bir kondu idi burası..Bütün eve göz gezdirmeye başladı.. Kırmızı kiremitlerle örülü, ayakta zor duran bir bahçe duvarı, İslerden kararmış bir baca, iki pencereli, tahta kapılı, bahçesi bir çağla ağacından, ve kuru topraktan ibaret bir gece kondu.. Şöylece bir baktı odasına, genişçe bir yatak, bir çalışma masası, tozlanmış ve ağzına kadar dolu bir kitaplıktan ve ihtiyaç halinde kullanacak olan bir kaç eşyadan fazlaca bir şey yoktu. Posterler, odanın sıvası dökülmüş olan yerlerini kapatıyordu.. Yaklaşık yedi-sekiz poster vardı, hepsinin birbirinden o kadar alakasız olması bir şeyleri sakladığını bariz belli ediyordu, fakat soğuktan donacak olsa bile bir öğrenciydi, ev çok ucuzdu, okula yakındı, ve güzel bahçesi vardı.. Usulca giyindi.. Bugünün diğerlerinden biraz daha farklı olmasını umuyordu. En azından umut edecek bir şeylere ihtiyacı vardı.. Çünkü hayat bazen, sadece umut üzerine kurulur. Genç sobaya biraz odun, kömür, eski ders notlarının büyük kısmını attı. Evi birazdan saracak olan sıcağın mutlululuğu ile bir sigara sarmaya koyuldu.. Zıvanayı ucuna yerleştirdikten sonra, sobaya uzattığı bir gazete kağıdı ile sigarasını yaktı, Ancak bir şey dikkatini çekmişti ki, yaktığı gazetenin üzerindeki başlık olmalıydı : ”Bir gün her şey…” Geri kalanını okuyamazdı çünkü kağıt çoktan yanmıştı.. Çivileri çıkmak üzere bir iskemleye uzandı, Uzunca düşündü, bir gün her şey.. Ancak güzel olabilirdi. Düşündü,Bir gün her şey güzel olacak ! Bir gün her şey çok güzel olacak !
Derin bir siktir çekti kendine. İçinde bir şeyler acıdı. Bir çay demledi. Çay ve sigaradan oluşan sabah kahvaltısını tamamlayıp giyindi.. Kalın postallarını ayağına bağlarken, içinden dua ediyordu, Bugün farklı bir şey.. Lütfen Tanrım ! Bugün biraz daha farklı bir şey.. Okulun yolunu tuttuğu sırada, telefonu çaldı. Son zamanlar onu öyle hırpalamıştı ki, arayan kim olursa olsun, ceplerinde bile üşüyen, uyuşan ellerini çıkartıp telefonu açacak kadar değerli değildi.. Telefon sustu.. Yürümeye devam edip, okula vardı.Yine monoton gününün ilk saatleri için hazırlanırken, telefonu bir kez daha çaldı.. Bu sefer cebinden çıkartıp, ekrana göz attı. Sadece bir isim ”Mayıs”
-Alo ?
-Mayıs ?
-Aziz, seni çok özledim.
-Mayıs, bu konuşmayı tekrar tekrar yapmayacağız. Lütfen vazgeç artık. Uzun zaman önce gittin sen, artık seni hatırlayamıyorum bile. Lütfen arama artık beni. Tam telefonu kapatmaya yöneliyorken, telefondan bir ses yükseldi :
Geldim Aziz. Sana geldim. Buradayım. Hava alanında, uçaktan henüz indim, bavulumu bekliyorum.
-Ciddi olamazsın dedi, Geldin mi gerçekten ?
-Geldim Aziz, lütfen gel ve beni al. Ben sana geldim..
-Geliyorum !
Telefonu kapattı, bütün sinirlerinin aniden gevşeyip gerilmesi, bu anı tekrar tekrar yaşamak, kafasında bir anda birbirine son gücüyle vuran iki koca fil belirmişti sanki. Aklında ne yapacağım ? Gitmeliyim ? Hayır gitmeyeceğim ? Saçmalama ! Gidiyoruz..
Yine başka bir Aziz bedenini ele geçirmiş, taksi durağına son adım gidiyordu. Üzerinde ne kadar parası olduğuna dair bile en küçük bir fikri yoktu, fakat taksimetrenin açılışıyla beraber bu fikir de bir anda kafasında belirmişti. Aziz biraz farklıydı. Heyecanına hayatı boyunca yenik düşmüş bir karakteri olmasına karşın, bazen en iyi ihmalleri, en iyilerini, veya o an ihtiyacı olan herhangi bir şeyi, bir kaç saniye içinde düşünüp yapabiliyordu.. Bir an, Süleyman dedi.
-Taksici’den buyur hemşerim ne dedin ? üzerine gelen cevaba,
-Dur abi aklıma bir şey geldi dedi ve telefonuna sarıldı. Bir kaç çalışta hemen açıldı.
-Eski dostum nasılsın ?
-Her zamanki gibi Aziz. Sorun nedir dostum, birazdan derse gideceğim.
-Senin kredin bugün yatıyor değil mi ?
-Evet. Nerden biliyorsun ?
-Karıştırma, hesap numaramı yolluyorum, Bana acil para yolla, Mayıs gelmiş hava alanında bekliyormuş. Onun yanına gidiyorum. Taksi param bile yok. Acele et dostum.
Son cümle taksicinin dikiz aynasından Azizi süzmesine neden oldu.. Fakat Aziz buna aldırış etmedi. Süleyman birazdan göndereceğini söyleyerek telefonu kapattı. Hava alanında taksi durdu. Aziz usulca beklemesini işaret edip, gelen yolcu peronuna doğru koşuyordu. Çok sürmeden Mayısı gördü…
Kırmızı saçlar, çiller, biraz büyük bir burnu, dolgun kırmızı dudakları,soğuktan kızarmış yanakları, orta boyu, hafif iri vücudu, siyah zeminli, dizinin biraz üzerinde çiçekli bir elbise, kalın botlar, siyah çorap, boynuna sarılan kırmızı bir eşarp, gözlerinde yine siyah kemik gözlükleri, ve deniz mavisi gözleriyle Aziz’e bakıyordu.. Titremesine, şah damarında atan kanın sesini duyması, yada kaburgalarına içerden çelik yumruklarla vuran kalbine hiç aldırmadan, Mayıs’a doğru koştu Aziz. Her zaman çok büyükçe bir çocuktu Aziz, geniş omuzları, biraz uzun kıvırcık saçları sol kaşının üzerindeki, on dikişi izini gözlükleriyle kapatıyordu. Yeşil gözlüydü, teninin pek çok yeri, düşüp kalkmaktan, yada soğuk çeliği içinde hissetmekten onlarca yara izi vardı.. Kolay büyümemişti, bazen vurduğu duvarlarda kan izleri kalıyordu. Göz yaşları yerine, kanını akıtmayı tercih ederdi Aziz, duvar bir insan olsaydı, Akan Aziz’in kanı değil, derdini bilen duvarın göz yaşları olurdu. İdam mangası içinde bir asker gibiydi sanki, On iki tüfek, bir sanığa doğrulurdu. Bazen bir masuma. ancak, emir emirdi. Yine de o tetik çekilirdi.. O Emire uymadan, tetiği çekmeyen biri vardır muhakkak. Diğer tetikleri durduramıyorsa bile, tetiği çekmemekte bir tercihtir.. Sonucu değiştirmeyeceğini bile bile yapılan bir tercih.. Aziz, Mayıs’ı kolları arasına aldığında bile biliyordu ne olacağını. Ancak, bu o an umurunda değildi. o koca kolları, bedeninde olanları değil, fakat ruhunda olan bütün yara izlerini kapatacak ilacına, Mayıs’ına sarılıyordu. Burnunu, saçlarına boynuna değdiriyordu, kokusunu var gücüyle içine çekiyordu.. Fakat yetmiyordu sanki. Ne kadar alırsa alsın kokusunu yetmiyordu.. Biteceğini biliyordu.. Valizlerini kavradı, ve taksiye bindiler, sadece hoşgeldin’den fazla bir kelime etmemişti Aziz. Öylece eve vardılar.. Soba hala kor bekletiyordu içinde. Ayaklarını deliklerinden kar ve su alan Postallarından ayırdı. Yağmur’un valizlerini sadece bir yatak ve dolap olan odaya yerleştirip, önce kendi odasına, ardında da mutfağa yöneldi.. Yanıyor gibi soyundu.. Önce çay demledi, ardından dolapta kalan üç beş şeyi masaya hiç olmadığı kadar kibarca yerleştirdi, Sonra, kapısını kapatıp yeni girmiş olan Mayıs’a baktı ve
Bir kez daha hoşgeldin Baharım.. Hoş geldin.. Öylece sarıldı Mayıs’a Sustular,
Haydi gel dedi, kahvaltı yapalım. Sandalyesini çekti, masaya yerleştirdi Mayıs’ı, bir cam vazo gibi oturttu. Karşısına geçti, haydi dedi. Ye ! Yediler.. Yemekler bitti, çay demlendi, içildi. Hala havadan sudan konuşmalar, okul-ders muhabbetleri, Yorgun musun sorusuna, biraz diye cevap verdi.. Oturdukları masadan doğruldular, Aziz Mayıs’ın ellerini tuttu, ve onu yatağına götürdü.. Usulca uzattı yatağına Mayıs’ı Yorganı üzerine serdi, alnına bir öpücük kondurup kalktı.. Tam kapıya yönelip bir kaç adım atarken, Aziz ! Dedi Mayıs. Gitme. Benimle kal. Aziz Mayıs’a sarıldı.. Öylece kaldılar..
Aziz Sonra kalktı yataktan, Bütün odaya terlerinin kokuları, inlemelerinin yankıları sindi.. Sonra öylece sarılıp uyudular.. Geceden sabaha döndü gün. Önce Aziz uykusundan uyandı, korkarak kolları arasındaki Mayıs’a baktı.. yüzünü inceliyordu.. Sanki o an dursa, şikayetçi olmayacak tek kişi Aziz’di. Doğruldu yataktan, hızlıca giyinip çıktı.. Fırından taze ekmek, bakkaldan, manavdan, peynir, zeytin, domates.. Kısmen de olsa bir zengin kahvaltısıydı işte. Koşarak geldi eve.. Sobayı yaktı, çayı demledi, kahvaltıyı hazırladı.. Soyundu, giyindi.. Sonra, iskembeyi alıp, Mayıs’ın uyanmasını bekledi.. Uyurken seyretti onu… Öylece seyretti Mayıs’ı. Sonra uyandı Mayıs. Güneşi kıskandıracak bir ışık saçıyordu. Bir öğrenci için pek mükemmel bir kahvaltı, taze demli çay, birazı kaçaktan harmanlanmış, tekel sigaralar.. Karşılıklı oturup içtiler. Birbirlerini seyrederek. Kahvaltıdan sonra giyinip yürüdüler. Gezmeler tozmalar Aziz mahallesini, insanlarını gösterdi, Mayıs’a Gün böylece tükenirken ; Mayıs’ın akşam ne yapalım sorusuna gülümsedi sadece. Bana bırak dedi. .. Aziz çoktan kafasında bir şey planlamıştı.. Sokağın başına gelince Sen dedi, eve git. Birazdan geleceğim ben.. Sokağın başında ayrıldılar.. Mayıs eve yürüdü. Çok geçmeden Aziz belirdi kapıda, ellerinde poşetler, kocaman bir rakı şişesi, türlü yemişler, meyve, sebze, biraz et. Al hadi dedi şunları. Acelem var. Mayıs hepsini mutfağa götürdü.. Aziz depodan küreği kapıp, bahçenin içindeki karları temizledi.. Ağaç altındaki karları temizledi. Sonra koca bir varil ile tekrar bahçeye döndü, Ne kadar odun varsa doldurdu içine, tüm eski ders notları.. Yaktı hepsini, koca bir ateş çıktı varilin içinden o ağacın dibinde, sonra içerdeki tahta iskemle ve masaları getirdi. Bir örtü serdi. Hava diğer günlere göre, sıcak bile sayılabilirdi belki.. Beraber kurdular sofrayı. Rakılar dolduruldu. Aziz dolabının içinden, gramafonu çıkardı.. Son olarakta onu koydu masaya.. Bir plak yerleştirdi. Son ses edasıyla bir türkü çalıyordu şimdi.. Şimdi bir ses yükseliyordu : Böyle bir kara sevda, kara toprakta biter.. Şimdi karlar arasında, yanan koca bir varil, ağaç altında kurulmuş masa. ve bir çift aşık vardı. Birlikte yudumladılar, konuşmuyorlardı.. Aşık ile Maşuk arasında söze gerek yoktur ya hani.. Öylece gülümsüyorlardı birbirlerine.. Sonra, tütün tükendi.. Rakılar bitti. Ateş sönmeye başladı.. Şarkı da sustu en sonunda. Sarhoş yürüdüler eve yatağa uzandı yine iki sevgili.. Sımsıcak bir sarhoşluk kaplarken içlerini, sarıldılar.. Birbirlerinin kalp atışlarını hissediyorlardı.. Mayıs Aziz’in elinden tutup kendine çevirdi. Dudakları dudaklarına değdi. Yıldırımlar çaktı bir an, güneş tam doğuyordu. son güneş ışıklarının da odaya girmesiyle başka bir an oluyordu. Sanki hazırlardı, Onlar, ve bütün evren bu buluşmaya hazırdı.. İkisi de bunu istiyordu, fakat Aziz’in değil Mayıs’ın bunu yapacak gücü vardı. Ve Yaptı da, Aziz’i kavradı kollarından, fakat Aziz bütün kilitlerini çözmüştü, Kollarını savurdu, ve o tuttu Mayıs’ın kollarını, Yatağa oturttu. Öpüşüyorlardı.. Dudakları sürekli birbirine değiyor, tüm vücutları yanıyordu. Giysiler onlara dar geliyordu.. Oda onlara dar geliyordu.. Şehir onlara dar geliyordu.. Dünya onları dar geliyordu.. Sadece yerleşecek bir yerler vardı ki, oda ancak birbirlerinin yürekleriydi.. Kucakladı Aziz Mayıs’ı, kucağına aldı, elleri belinde dolaşıyordu.. Boynundaki kollar tek bir noktaya çevriliydi. Önce Aziz’in kazağı, sonra Mayıs’ın elbisesi sıyrıldı, Birbirlerine saldırır gibiydiler ve, dünyayı ilk geldikleri gibi bir hale büründüler.. Çırılçıplak. Aziz yine kavradı Mayıs’ı yatağa uzattı. Sonra kalktı yataktan, vücudunu süzüyordu.. Tekrar oturdu yatağa, ayak bileklerini öpmeye, okşamaya başladı, sanki kırılacak bir şeymiş gibi davranıyordu.. Gücünü ilk kez bu kadar kontrol ediyor gibiydi, dokunduğu her şeyi kıran, inciten bir adam edasıyla davrandı.. ayak bileklerini öptü önce, sonra ellerini karnına koydu, öperek, koklayarak ilerletiyordu başını, dizleri, kasıkları karnı, göğüsleri, bitmek bilmeyen bir aşkla öpüyordu Aziz. Doymuyordu.. Dokunmaya, sarılmaya doymuyordu. Yine dudakları dudaklarındaydı, çırılçıplak ve sevdalı iki insan. Sarılıyorlardı, sonra avuç içlerini öpüyordu, kollarını öpüyordu, saçlarını okşuyordu.. Kokusuna doymak istiyordu Aziz. Kaybedeceğini tamamen unutarak.. Sonra kollar sarıldı, ardından bacaklar, dudaklar birbirine değerken, iki yarım birleşiyordu.. Bir tüme dönüşüyordu.. Söylemeye değer yüz binlerce kelime vardı fakat, onca kelime o an yapılanları anlatmak konusunda kifayetsizdi.. Bütün odaya terlerinin kokuları, inlemelerinin yankıları sindi.. Sonra öylece sarılıp uyudular.. Sabahı ettiler en sonunda..
-Devam edecek.