Ne yapsan da geçmeyen o iç sıkıntısı, ne kadar derin nefes alsan da ciğerlerini doldurmaya yetmeyen havanın baskısı, aslında asıl sebebi bilsende bunu kendine itiraf edememenin ağır yükü.
Bunların toplamı eşittir iç savaş. Duyguların ve mantığın boğucu savaşı. Allak bullak olma, yıkım. Duygular galip gelse gerçekçi değil mantık devreden hiçbir zaman – eğer aptal değilsen- tam olarak çıkmıyor. Arka odadan fısıldamaya devam ediyor. Mantık galip gelse dışa ne kadar yansıtmasan da bir yanın keşkelerin hayalini kuruyor. Şanslıysan bu savaş bir gün sürüyor. Sabah uyandığında bilinçaltın bunu yerli yerine oturtmuş oluyor ve güne o içindeki kocaman öküz olmadan başlıyorsun. Bu şansın benden yana olmadığını da terazinin kefesine koyarsak benim için yorucu bir kaç gün demek oluyor. Doğruyu biliyorum ama yapamıyorum. Sürekli durmaksızın kendime argümanlar üretiyorum yetmiyor karşı argümanlar devreye giriyor. Hop tez antitez ama sentez yok. Hayal kuruyorum kendi hayallerimi kendim yıkıyorum. Senaryolar üretiyorum mükemmel başlayan ama kaosa süreklenen sonunda ise paramparça ben bırakan.
Kendi kendimi yorduğumu bilmeme rağmen duramıyorum. Ya diyorum insan bunu kendine neden yapar. Bir sonuca ulaşıyorum ama o savaşta çok kayıp veriyorum.
Bir tarafım bu savaştan memnun aslında. Hayallere kapılıp kendi yarattığım dünyada yaşamıyorum bununla beraber her adımımı mantıkla atıp beni ben yapanlardan uzaklaşmıyorum. Çok yorgunum ama kendimi aptal hissedemiyorum. Kararlar alabiliyorum. Tamamını uygulamasam da bir yol çizdiğim için kendime, dolanarak da olsa, onun üstünde ilerleyebiliyorum. Bazen kayboluyorum ama çıkışımı yine kendi kendime bulduğuma inanıyorum.
Bu memnuniyet acaba kendi kendimi teselli mi diye de soruyorum tabi eksik kalır mı o soru. Bu boktan noktada ise özgüvenimi gizlendiği yerden çıkarmam gerekiyor.
Elma dersem çık.Teselli olmadığına kanaat getiriyorum savaş mantık ve duyguların birinin galibiyetiyle değil fakat dengelenmesiyle berabere bittiğini, yeri geldiğinde birinin kefede ağır geldiğini ve ona göre doğru adımlar attığımı, güçlü bir insan olup en azından kendim olabildiğimi kabul ediyorum. Her savaş sonucu kayıplarım olsa da bu kayıplar beni ben yapmış oluyor.
Armut dersem çıkma. Bu çıkmaz durumda ise memnuniyetim kendi kendimin tesellisi oluyor. Savaştan illa birinin galip çıkması gerektiğine inanan tarafım genelde mantığı seçiyor. Duygularım altından barım barım bağırıyor, duymazdan geliyorum. Olmak istediğimi düşündüğüm beni kaybediyorum. Kaos içinde sağa sola vurduğumu düşünüyorum.
Çok düşünüyorum galiba ama içimden ne geldiğini bu savaşı vermeden de anlayamıyorum. Benim gerçekten içimden geleni bulmam için mantığımın sağlam bir tez üretmesi duygularımın ise bunun karşısına antitezi koyması gerekiyor. Benim içimden gelen ise bunların uzun uzadıya kapışması sonucu çıkan sentez oluyor. Çünkü ne tam duygusalım ne tam mantığıyla hareket edebilen biriyim. Al sana dengesiz insan tanımı. Sonra bu kadın çok düşünüyor. Evet çok tez üretiyor olabilirim belki tek aşamalı sistem yeter ama oda yetmiyor be. Kendi sentezimi de sağlamam gerekiyor.
Galiba düpedüz manyağım. Olsundu. Manyaklık olmadan beni diğerlerinden ayıran bir özelliğim olmazdı. (Teselli mi değil mi¿ elma mı armut mu?)
Manyak olmayı seviyorum. Düşünmeyi de -çok olmasa da- seviyorum. Galiba yazmayı da seviyorum. Bu sayede dengelendim. Sentezimden memnun kaldım.