Kendine düşman satırları neden doğurur ki bir yazar? Acıya pes, mutluluğa heves biraz derin bir nefes derken bedeni hor gören ruhuna takviye acılar döküp ti sesine nefer rütbesizliği koşullandırırken?
Ben, bu kadar güzel olduğum için etraf yeşildi ve yeşilin binbir çeşit zorlu sefası vardı turunçgillerinde. Greyfurt turunculuğunda Kalkan’larını kuşanan jumanji, komutan acılardan sürüyle sunar gelirdi.
Bazı yalnızlıkları öğüt kategorisinde çiğneyip zümrüdümde Anka’nın gizlenen şarkılarını seslendiririz kadere.
Kendine düşman faydasızlıktan neden haz alır ki azap? Çok mutlu olmak lüksü aşiyan yolların girift pembeliğinde alevlenen düğümlerin çalgı çengi çilesini zoraki zil sesi mi yapar? Bana düşman değilsin hayat; biz, birbirimizi çentik attığımız adımlar kadar delirtmeyi çok sevdik sadece, hepsi bu.
Haydi, evlen benimle; nikah şahidimiz kahkaha, bir de agucuk rüzgarlarında önümüze düşen tohumlar olsun. Fidana bastık mı imzayı, yeşertiriz zamanı.
Kendine düşman paragrafları çok seven biri olarak ve çok kanatan bir hançer olarak neden sever ki gizleri edebiyat? İnadına lüksüm çiğnediğin bir sen kadar noktalı virgüllü olacak. İlaçsız, ilamsız, şifa pirinçlerimiz kadar…
Dilara AKSOY