Ülkemizde hayvanlara saygının ilerleyip ilerlemediğini merak etmemden kaynaklanan ufak ve deneyimsiz bir araştırma neticesinde Osmanlı İstanbul’una kadar uzandım ve bulduklarım pek de iç açıcı değildi. Bizler doksan kuşağı olarak hayvanlara zulüm edilmesini ve hatta bunu yapanların nasıl keyif aldıklarını gören ve elimizden geldiğince bununla mücadele eden bir kuşak olmaya çalıştık. En azından kendi adıma bir mücadele verdim ve hala vermekteyim diyebilirim. Başıboş hayvan tabirini üretebilen tek toplum sanırım bizimki olmalı. Çünkü zaten doğada var olan ve bizlerin nüfusumuzu hızlıca arttırıp şehirleşmeye başladığımızdan beri evlerini gasp ettiğimiz hayvan türünün sayısını net bir rakamla vermek mümkün olmamasına rağmen kedi ve köpekgilleri başıboş ve asla yanımızda bulunmaması gereken bir nesneye nasıl dönüştürebildik?
Sivriada hadisesini öğrendiğimde hayretler içinde kaldım. Tarihi olarak sıralamak gerekirse ilk bulduğum havyan zulümünün tarihi 1910 arkasından altmışlar ve doksanlar geliyor. En üzücüsü ise sene 2014 olmuş ama yine Alibeyköy Spor Kompleksi olarak yapılan ve bölgenin en büyük parklarından birinde tekmelenmiş ve acınmadan o tekme darbesi ile havuza atılmış buz kesmiş gözü darbeden kapalı burnu soğuktan sümük dolmuş kasları ölüm katılığına yaklaşmış bir kedi buluyorum. Gecenin bir yarısı değil saat daha 19 suları olmasına rağmen Komplekste ışıklandırmanın olmaması ve güvenliğin zaten yokluğu ilk fark edilen detaylar. Etrafta bağırıp çağırmakla ilgilenen ve bu yüzden kedinin yardım çığlığını duyamayan bir genç kitle görüyorum. Belki de bu saldırganlığın sorumlusular belki de bunu yapanları tanıyorlar ama keyiflerinde en ufak bir azalma yok. Ardından aracımızın olduğu aklımıza geliyor ve en yakındaki hayvan barınağına kediyi ulaştırmaya çalışıyoruz ancak belirtmem de fayda var ki bizim barınağımızın girişi eskiden araba mezarlığındandı. Şimdi de asfaltı ve ışıklandırması olmayan bir patika yoldan. Oraya geldiğimizde benim düşünmeme fırsat kalmadan yanımda kediyi ısıtmaya ve karnını doyurmaya çalışan arkadaşım söze giriyor : “ Buranın barınak olduğuna emin misin? Sanki buraya gelmemizi istemiyorlar böyle yol mu olur?” diyor. Evet gerçektende Hasdal Hayvan Barınağı’na yolunuz düşerse akşam vakitlerine kaçakçılık yapılan bir yola gidiyormuş hissine kapılırsınız daha azına değil.
Şimdi 1910-2014 tarihleri arasında bu coğrafyada gerçekleşen bazı olayları yakından incelememiz gerekir.
İlk olarak çok uzak olmayan altmışları ele aldığımızda kamyonlara kapatılıp mazot eşliğinde boğularak öldürülen köpeklerin ve o dönemin İstanbul Vizyonunun kesinlikle köpeksiz olarak tasarlanmasına şaşmamak elde değildir. Bugün modernleşen bir Türkiye olarak hayvan barınaklarında gerçekten hayvanlara bir nebze olsun yardım ediyor muyuz yoksa tek amacımız hala köpeksiz ve kedisiz bir İstanbul için onları hadım etmekten öteye gidemedik mi? Kendi imkanları ile çevrelerindeki masum can taşıyanlara mama ve su temin eden insanların toplum tarafından cüzamlı gibi görülmesi geride mi kaldı? Sürekli artan hayvan nüfüsundan şikayetçi olan ve sizinle oynamak için cilve yapan hayvanların sürekli kuduz zannedilmesi ortaçağda mı kaldı? Peki ülkemiz insanları aslında tetanozun kuduzdan daha ölümcül olduğunu ve hayvan saldırısı vakalarında ölümlerin tetanozdan kaynaklı olduğundan haberdar mı? Hatta konuya daha insanca yaklaşmamız gerekirse bir hayvanın durduk yere kimseye saldırmadığını kaçımız biliyoruz? Yıl 2014 ama hala hayvandan insana mikrop bulaşması korkusunu taşıyan insanlarla etrafımız çevrili ama fizyolojik olarak bunun imkansız olduğunu bilen kaç kişiyiz? Soruların cevabı çok basit de değil elimizin altında da değil. Ulaşabildiğim en uzak ilk zulüm o kadar eski bir tarihteki I.Dünya Savaşı öncesine kadar uzanmamız gerekiyor.
Yıl 1910 ve bir İngiliz Sefiri(Elçisi) bir köpek tarafından ısırılır. Durumu acilen toplamak isteyen İttihat ve Terakki iktidarı tüm köpekleri toplatır ve Sivri Ada’ya götürülür. Zulüm bundan sonra başlamaktadır aç ve susuz bırakılan köpeklerin sesinin İstanbul’dan bile duyulduğu anlatılır ve birbirlerini yiyerek tüketirler. Bu yıllarda çıkan savaşlarda ve I.Dünya Savaşı’nın kaybedilmesini halk buna yormuştur. Yani bugün 2014 yılına geldiğimizde bu olayın üzerinden 104 yıl geçmesine rağmen ve bizler hayvanlara eziyet etmekten vazgeçtik mi?
Pierre Loti’nin kaleminden Sivriada Katliamı;
Kimseyi hiçbir zaman ısırmamış olmalarına rağmen, katliamların en iğrencine mahkûm edildiler. hiçbir Türk, Hilâl’e uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstlenmek istemedi. bu yüzden serseriler, işsiz güçsüzler ve haydutlar görevlendirildi. bunlar işlerini demir kıskaçlarla yapıyorlar, zavallı kurbanlarını boyunlarından, ayaklarından ya da kuyruklarından yakalıyorlar ve onları rastgele kan revan içinde Hayırsızada(Sivriada)’ya götürecek olan mavnalara atıyorlardı.
O dönemde adanın yakınından geçen bir Fransız Gazeteci’nin notları;
Köpeklerin en büyük kısmı sahili takip eden kayalık üzerinde toplanmıştı. Pek çokları güneş hararetinden kavrulmuş, serinlemek için var güçleriyle suda yüzüyorlar, son takâtlarına kadar suda kalmak istiyorlar. Ötede beride görülen cesetlerin etrafında dolaşarak, çabalayarak bir parça et koparmaya çalışıyorlar… Karadaki diğer kısmı ufak bir gölge bulabilmek için taş kovuklarına sığınmak üzere delik, deşik arıyorlar… Diğer bir kısmı ise adeta delirmiş gibi oraya buraya koşuyorlar, sürekli kendi etraflarında dönüyorlar, işittiğimiz feryatlar köpek havlaması değil adeta insan feryadı idi. Kaptan geminin düdüğünü çaldırdı, zavallı hayvanlar bir yardım sesi duymuş gibi heyecanlandılar. Bu sese hayvanların nasıl yalvarırcasına cevap verdiklerini size anlatamam. Bilmem göz önüne getirebiliyor musunuz? Feryat ve inilti saçan bir yalçın kaya.
104 yıldır değişmeyen tek şeyin farkına vardım bizler hala hayvanlara merhamet ve saygı duyamıyoruz. İlköğretim sıralarına ilk oturduğumuzda bize “İnsan sevgisi hayvan sevgisi ile başlar.” diye öğretildi. Bugün artık anlıyorum ki sokakta bizlerin bakımına muhtaç canlılara merhamet edemezken birbirimize, kendi türümüze yani insanlığa nasıl merhamet etmeyi öğreneceğiz? En kötüsü hayvanlara saygı duyamayan bir topluma dönüştük bile. Yaşam alanlarına saygımız olmadığı gibi kentleşme biçimlerimizle bunu yok ediyoruz.Uludağ Sözlük sayesinden keşfettiğim bir bilgi olarak 2012 yılında bir eylemlilik ile Hayvan Partisi’nin Sivriada hakkındaki bilgilendirici ve orada telef edilen hayvanların anıldığı bu videoyu da zaman ayırıp izlemenizi rica ederim. Katliamdan 102 yıl sonra oraya gidip hayatını yitiren köpekler anıldı.
http://www.youtube.com/watch?v=Jai37ayfz8A
Ayrıca unutmadan da son bir bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Yönetmen Serge Avedikian’nın bu konu hakkındaki ödüllü Chienne D’histoire kısafilmini de izlemenizi tavsiye ederim.