“Dikkat arabada prenses var!” cümlesiyle gözlerimin güne yeni yeni açıldığını farkettim bu sabah. Okul telaşı kahvaltıya vakit yok. Hafif soğumuş buharlarıyla vedalaşan kahvemden aldım bir kaç yudum. Öylesi ‘sabah kahvesi’ edasında elimde dolaştırıp masada duran fön ve rimele ilişti gözüm. Benimle beraber hazırlanan ılık kahvem bir mutfak tezgahında, bir komidin üzerinde, bir cam kenarında dolaşıyordu. Dakikaları acımasızca öldürdükten sonra umursamaz bir tavırla çantamı kapıp çıktım evden.
Güne böylesi ”aynı” başladıktan sonra uyanan başka bir şeyler olduğunu da farkettim. Evet kafamın içindelerdi onlar. Sesleri her nefes alıp verişimde biraz daha karmaşıklaşıyordu. Siz henüz yeni tanışıyorsunuz umarım anlaşırsınız; evet evet onlar benim bir türlü rahat durmayan düşüncelerim.
Otobüs durağının soğukluğu ile dikkatimi çeken diğer bir durum ise otobüs durağındaki insanların soğukluğu oldu. Soğuk deyip geçemiyorum ne yazık ki, arasında incecik bir çizgiyide vurgulayalım malum yeri ne zaman gelir bir daha belli olmaz. İnsanlar soğuk! Burunları kızarmış elleri ceplerinden çıkmamak için direniyor. Düşünüyorum, bu insanlar elbet ısınacak ama peki ya şu ”kalpleri soğuk olan insan sıfatlı yürüyen canlılar” ne olacak? Derken düşüncemin ortasına otobüs durdu. Şanslıyım ki yine bomboş!
Şöför bey de sabahın uykulu yolcularına inat şaşılası halde capcanlı. Birer birer bilet basan insanları görmezden gelip aynada hep gözü ”arka taraflar boş” cümlesini döküvermek için can atıyor tek kaşı hava da. Orta taraflardan boş bir koltuğa oturuyorum. Cam buğulanmış, parmaklarım benden bağımsızcasına el alışkanlığı tabiriyle bakış açımı açmak istedi. Tamda şu sırada ev arkadaşımın çay hazır diyerek beni çağırmasıyla anlatacağım gün içindeki soğuk insanlardan soğuk kalplerden uzak, sıcacık bir çay içmeye gidiyorum.
NİSA BOZKURT