Gece vakti kapının ötesinde beliren siyah giyimli adam ihtiyar pansiyon sahibinin keyfini kaçırdı. İnce metal çerçeveli gözlüğünü çıkarıp bu gizemli adamı süzmeye başladı. Adam yağmurun altında öylece duruyordu. Kafasındaki fötr şapkanın ucundan sık aralıklarla aşağıya düşen yağmur damlalarının arasından yalnızca bir parça karanlık görünüyordu.
İhtiyar elindeki gazete parçasını usulca masanın üzerine bıraktı, ürkek bir ceylan gibi yavaş fakat temkinli hareketlerle ayağa kalktı. Gizemli yabancı onu fark etmiş olacaktı ki pansiyonun kapısından içeriye ilk adımını attı. Neredeyse simetrik adımlarla, dik bir şekilde resepsiyon masasına doğru yürüdü.
İhtiyar refleks olarak geriye doğru bir adım attı, sonra bu hareketinden utanarak tekrar eski pozisyonunu aldı.
“Bu-buyrun” diyebildi.
Gizemli adam bir parmak darbesiyle şapkasını yukarıya attı, böylece hafif çekik, kahverengi gözleri meydana çıktı. Usta bir heykeltraşın elinden çıkmış gibi görünen köşeli yüz hatlarının ortasındaki bir çift göz insanın içine korku salıyordu.
“Bir oda istiyorum” dedi tok bir sesle.
Odaların çoğu boştu. İhtiyar kafasını salladı, oyalanmak maksadıyla önündeki kayıt defterinin sayfalarını yavaş yavaş geçti, son sayfaya gelince durakladı. “Kimlik lazım olacak” diyebildi.
Adam paltosunun iç cebinden çıkardığı kimliği ihtiyara uzattı. İhtiyar bu dakikadan sonra hızlanarak kayıt işlemlerini halletti. Kaç gün kalacağını sormadan arkasındaki panoda asılı duran anahtarlardan birini alarak adama uzattı. “7 numaralı oda, ikinci kat, merdivenlerin hemen solunda.”
Adam önce elindeki anahtarlara baktı, kafasını kaldırdığında yüzünde şeytani bir gülümseme vardı. “Kaç kişi kalıyor?” diye sordu. Sesinde korkutucu bir ton vardı.
İhtiyar anlamamış gibi adamın suratına baktı. “Nasıl yani?”
Gizemli adam kafasındaki şapkayı çıkardı, diğer eliyle alnına düşen perçemleri geriye atarken ihtiyar, adamın suratındaki gülümsemenin daha da yayıldığını fark etti.. “Kaç kişi kalıyor burada?”
“Şeyy” dedi İhtiyar, arkasındaki panoya baktıktan sonra cevap verdi: “6 kişi olması lazım.”
“Başka?”
“6 kişi” dedi. “O kadar.”
Adam ıslak şapkasını tekrar kafasına geçirdi. Hiç bir şey söylemeden öylece dönüp merdivenlere yürüdü. İhtiyar arkasından şaşkın gözlerle bakarken adam loş merdivenlerden kaybolup gitti.
Küçük, rutubetli odaya girince ilk iş cebinden çıkardığı buruşuk kara kaplı defteri ve yarım kurşun kalemi masanın üzerine bıraktı. Hızlıca üzerindekilerden kurtulup sandalyeye oturdu. Ağır ve vakur hareketlerinden eser kalmamıştı. Defterin yazılı sayfalarını hızlıca geçti, son sayfaya gelince derin bir nefes aldı ve yazmaya koyuldu.
Saat gece yarısını henüz geçmişti. Gizemli adam ucuz pansiyondan içeriye ilk adımını attığında yüreğinde küçük bir titreme hissetti. Karşısında dikilen kambur ihtiyara acıyarak baktı fakat o bunu fark etmedi. Onu olacaklardan haberdar etmek isterdi.
Kaç, kaçabildiğin kadar uzaklara… Arkana hiç bakmadan. Bu gece burada neler olacağını hiç umursamadan kaç kurtul, kana boyanmış bu eski duvarlardan, merdivenin paslı korkuluklarına takılmış tüten taze bağırsaklardan kaç… Eğer ki yüreğinde bir damla yaşama sevinci kaldıysa, bir gün fazladan geçirmek istiyorsan bu kokuşmuş dünyada; ihtiyar dostum, kaç bu çığlıklardan, kaçabildiğin kadar uzaklara.
Ölüm yanı başında seyredecek seni ve dürtecek uykunun en tatlı anında. Kocaman açtığında ihtiyar gözlerini, fark edecek derinliklerinde yatan dehşetli korkuyu ve ellerin bir çırpınışla uzandığında ona doğru, artık her şey için çok geç olacak. Belki hemen o an öleceksin, belki de gözlerine giren küçük bıçak ulaşamayacak beyninin derinliklerine. Sen acıyla haykırarak kaçışırken sağa sola, sevinmelisin aslında gözlerinin kör olduğuna. Çünkü şair, bu gece en dehşetli dizelerini dökecek karanlığa.
Eğer bir parça ümidin kaldıysa yarına dair, daha önce göremediğin yerleri görmek istiyorsan dünya gözüyle, eğer yeterince yaşamadığına inanıyorsan bu sahte düzende, kaç ihtiyar dostum, kaçabildiğin kadar uzaklara. Kemikli bir el kafatasını avuçlayıp kör bir ekmek bıçağını boğazına daldırdığı anda anlayacaksan eğer nefret ettiğin ucuz hayatın kıymetini, o halde kaç ihtiyar, kaçabildiğin kadar uzaklara.
Bu eski pansiyonu düşünme artık, yıllarını verdiğin bu mikrop yuvasını ardında bırak. Eğer bir insanın yaşayabileceği en korkunç ölümü yaşamak istemiyorsan.
Anlaşıldı artık, sessizce gelmeyecek ölüm, senin çığlıklarından zevk alacak belli ki, kaç ihtiyar dostum kaç; kaçabildiğin kadar uzaklara… Çünkü şair, bu gece en dehşetli dizelerini dökecek karanlığa.
…
Güneş doğmuş, insanlar sokaklara çıkmaya başlamıştı. Baharın gelişini müjdeleyen kuş cıvıltıları her yanı sarmıştı. Her şeyiyle sıradan bir gün sayılırdı, eğer pansiyonun önünde toplanan gergin kalabalık olmasaydı.
Bir kaç polis kalabalığı uzaklaştırmaya çalışırken ihtiyar bir komiser genç bir polis memuru ile birlikte salonun köşesine çekildi. Genç memurun yüzü sapsarı kesilmişti.
“Komiserim, olay yeri ceset parçalarını toparlamaya çalışıyor.”
“Kaç kişi?” diye sordu komiser acılı bir ses tonuyla.
“7 kişi olduğunu düşünüyorlar.”
Suratını buruşturdu, kafasını yavaşça salladı.
“Bir de şu defteri bulmuşlar, 7 numaralı odada.”
Komiser kendisine uzatılan delil torbasını aldı. Bir mendil yardımıyla kara kaplı defteri torbadan çıkardı. Defterin son sayfasını açtı, okumaya koyuldu. Son cümleye gelince dışından, kelimelerin üzerine basa basa okudu: “Çünkü şair bu gece en dehşetli dizelerini dökecek karanlığa.”