Sevince hem kendini,hem sevdiğini neden üzer insan?Mutlu olmayı mı beceremiyoruz,sevmeyi mi?Anlamıyoruz,anlaşamıyoruz bazen.Sanırım sorunumuz mutlulukla bizim.En son ne zaman yüzünün güldüğünü unutan hayatlar bu duyguya yabancı kalıyor,bazıları elleriyle mahvediyor.Alışmadığımız bir his,bir mucize ansızın kalbimizin aralığından sızıyor çünkü.Sevdiği kadar sevilmek ister her insan.Bir yıldız kayar gökyüzünden tek dileğimiz kalbimizi yakıp yıkan o unutulmaz aşkımız olur.Olmaz dediğimiz olur,yapmam dediğimiz ne varsa yaparız.Sonra bir de üstüne zamanı geriye alsalar deriz yine,yeniden ille de o deriz.Kalbimizin sesini dinleriz çünkü duymamak için sağır olmak gerekir.Bağıra çağıra onun adını söyler sadece.”Biliyorum seni çok üzdü,çok acı çektik ama benim ona deli gibi ihtiyacım var,sadece ona”der.Duymamazlıktan gelebilmek büyük güç ister.Yaşamadığımız,belki de hiç yaşayamayacağımız bir duyguyu yaşamak sanırım bu hayatın bize olan borcu.Aşkı tatmak.Acısıyla,tatlısıyla…Mantığın sonsuza kadar benliğini kalbe bırakıp çekip gitmesi sanırım bu hissin tanımı.Lakin tarifi yok.Kelimelere dökebilmek için yüzyıllarca yazmış şairler,yazarlar,dervişler.Ölümü,sabrı göze almış Ferhatlar,Mecnunlar,Leylalar…Yeterler yetersiz kalmış.Her insanın sevgisi farklı olurmuş.Kimi anlatabildiği kadar,kimiyse anlatamadığı,anlatamayacağı kadar severmiş.Bazıları ise delilik der aşka.Saçmalamadığın kadar saçmalamak,kendinde kendini aramak kimi delirtmez ki?Hepimizin kalbinde tek bir kişi vardır,ruhunun katili.Katil dediğime de bakmayın,öleceğini bile bile insan yine gider onun kapısını çalar.Tarifi yok demiştim ya,sanırım olsaydı en yakını bu olurdu.