Senelerdir seslerine,coşkularına, her geçen gün yenileri eklenen başarılarına derin bir hayranlık,takdir ve tutkuyla ortak olduğum Boğaziçi Caz Korosuna ithafen karaladığım birkaç paragraf ve Ankara’daki ilk senemde ilk kez kendileriyle karşılaşma hikayemi anlattığım yaklaşık bir sayfalık yazım gözüme çarptı bu sabah..Bloğumda paylaşılmış yazılardan sadece bir tanesi..Arşivlenmiş yazılar sütununda ‘Eylül 2013’ olarak iliştirilmiş bir sayfadan ibaret eski yazıların içinde kalakalmış..
Gözlerim dolaştı tekrar satırları boyunca sayfanın..İçimde kendimi bildim bileli var olan zaman zaman siyah-beyaz tuşlarda kimi zaman da geldikçe içimden boş satırlara diziliveren sözcüklerle açığa çıkan bir tutkunun; sanata, müziğe olan zaafımın parıltılarını ancak böyle pırıl pırıl bir oluşumla dışa vurabildiğimi sezdim aralarında satırların..
Hakkında yazdığım, düşünmekten hoşlandığım diğer birçok konuda olduğu gibi çok sayıda kişinin yorumlarına,eleştrilerine rastladım geçen bu bir yıl içinde..Hayranlık ve destek dolu satırların yanı sıra yersiz eleştriler, samimiyetsiz yergilerle dolu yorumlara şahit oldum her köşede. Benim düşüncelerim de belki onlarınki kadar uzak değil fakat hep dışarıdan birinin gözünden yapılan yorumlardan öte değildi o zamanlar..
Çok geçmeden bu sıcak ‘aile’nin çok da dışında kalmamaya başladı içinden ‘onlar’ geçen cümlelerim..İçten arkadaşlıklarını, saatler süren provalarını, konser önü streslerini,heyecanlarını, kuliste içilen bitki çaylarını, acil ihtiyaç ilaçlarını,ballı zencefillerini, doğum günü sürprizlerini, her seferinde daha çok farkına vardığım aralarındaki sımsıkı bağı, sıkı bir kendine gelme ile sonuçlanan kahkahalarını, yemek molalarında bile zamanla olan yarışlarını, sadece 40 kişiye değil yıllar yılı yüzü aşkın kişiye sıcacık bir aile ortamı olmanın yanı sıra bambaşka deneyimler yaşatan bu koronun;bu muhteşem insanların azmine, müziğe olan inancına, bambaşka seslerin böylesine uyumuna ve bu uyumun hem de böylesine bir tutkuyla ortaya çıkmasına şahit oldum.. Uykusuz gecelerin ardından çıktıkları konserlerde izleyicileri enerjileri ile kendilerine hayran bıraktıkları konserlere,bambaşka şehirlere yolculuklarına; sıcak soğuk demeden seslerindeki ‘direniş’e, dakikalarca ayakta alkışlandıkları gecelerine ortak oldum kah yanlarında kah başka şehirlerde..
Sanata, Türkiye’deki sanat ve ‘sanatçı’ algısına, kapatılan Devlet Opera ve Bale’sinden sanatçıya gösterilen ‘özen’e kadar; hatta bir enstrüman çalmanın bile lüks sayıldığı ülkemde sanata verilmeyen desteğe varan upuzun bir umutsuzluk zinciri domino taşları misali yıkıyor içimdeki nice umudu her geçen gün..Ne profesyonel olarak uğraşıyorum bir sanat dalı ile ne de tek problem koltuk sahibi kimselerin ‘verdiği değer’ yeni yaratılara.. Nice nüansı görmekten yoksun ‘bizlere’ altı bomboş biz olma dersleri veriliyor tahta sıralardan miting alanlarına! Oysa ne yazabiliyoruz dilediğimizce ne söyleyebiliyoruz gönlümüzce avaz avaz hak edilen yerlerde ne de değer görüyor “söyleyecek nice sözü olan nice değer”.. Ne de her türlü yazının arasına sıkıştırıyor görünmek istiyorum siyaseti,ki bambaşka bir bilinç yoksunluğundan dem vuruyorken size yine..
Sözü yine geçirmiş olmam bu yollardan da ‘bu zamanlarda’ güzel değerler bulmuş olma sevincimden dökülen kırıntılar anlayacağınız üzere..Güzel işler yapan,’biz’ olmayı saf tutkudan üreten, ‘bizi’ güzel ve hatırlanası kıldıran dünyanın bambaşka belleklerinde,çok daha iyi platformlarda çok daha yankılı alkışlanmayı hak eden ve artık yabancı kimselermiş gibi bahsedemediğim bu güzel insanlar işte tutan domino taşlarını..Uzun lafın kısası içi boşaltılan ‘sanatçı’ kavramını çok öteye;hak ettiği yere her geçen gün daha da yaklaştıran seslerin sahibinden bahsediyorum satırlardır..
Ve sevgili Masis; sadece şef sıfatıyla konser kovalamak ya da sahnede diyapazonunu sağ cebinden çıkarmakla başlayan serüvenini yaptıklarının tümü sananların aksine;koroyu her daim bir arada tutan, değil gecenin bir yarısını sabahın ilk saatlerini gündüzüne katan, enerjisinin sınırlarını kendi bile kestiremeyecek kadar çalışkan ve tutkulu,hemen hemen çoğu kişinin bir şekilde tanışma fırsatını bulduğu, bambaşka şehirlerde kahvenizi paylaşabileceğiniz ya da konser çıkışları selfie’lerini memnuniyetle karşılayacak kadar sıcak ve mütevazi.. Mükemmelin peşinde müziğin rotasından çıkmadan hazla,hızla koşan bir adam,bugünlerde ‘sanatçı’ sıfatının içini boşaltan kimselerin yakınından geçmeyen bir sanatçı, iyi bir dost.. Ya da en uzak olanın gözünden herkesin en az ‘biraz’ tanıdığı iyi bir şef…Kendi deyimi ile “söyleyecek sözü olanların yapacağı bu işi” senelerdir başarı ile taşıyor korosuyla birlikte..
Organizatörlerinden, dünya tatlısı koristlerine, salonları dolduran alkışları hatta sesleri yankılanan anları ölümsüzleştiren fotoğrafçısından o birbirinden güzel yarışma videolarını hazırlayan pırıl pırıl yeteneklere,emeklere dek; işte bu kocaman aileye bir sene sonra bambaşka gözlerle bakarken şimdi onları gerçek anlamda tanımaya başladığımı ve sevinçlerine başka türlü ortak olduğumu hissediyorum.. Daha sıcak daha yakın daha dolu dolu.
‘Bizim gençliğimizden sanat,ışık,umut,müzik dolu bir parça.’ demişim bir sene önce***. Şimdi ise bu tanımı daha da genişleterek, katarak tüm gözlemlerimi ve tüm noktalarını,paylaşmaya değer olan, bir yazıya sığdıramayacağımı fark ederek tekrar gurur ve sevgiyle kucaklıyorum hepsini..
***http://begumbilgin.blogspot.com.tr/2013/09/bir-nisan-aksam-umutsksanat-ve-basar.html