Havanın güzel olduğu bir gün arkadaşım Zeynep’le alışverişe çıktım. İşin aslı benim için güzel bir hava değildi. Ama nedense insanlar güneşli havalara güzel derdi. Neyse.
Bir ayakkabı mağazasına girdik. Zeynep’le beraber ilk alışverişe çıkışımızdı. Benimle alışveriş yapmanın ne denli bir çile olduğundan habersiz, “Bak bunu da dene”, “Şu da güzel” deyip duruyordu. Nerdeyse mağazada denemediğim ayakkabı kalmamıştı. En son elinde iskarpin topuklu bir ayakkabıyla yanıma gelip denememi istemişti. Onu mu kıracağım. Olmayacağını bile bile bir umutla aldım elinden ayakkabıyı. Giydim giymesine de müthiş bir ağrı başladı sağ ayağımda. Olmadı yani. Çıktık mağazadan. O kadar uğraşa rağmen bana ayakkabı beğendiremeyen Zeynep kızgındı. Mecburen başladım hikayeyi anlatmaya.
Yedi yaşındaydım o zamanlar. Biraz çılgın, hafiften hırçın.. Adıyaman’ın Altınşehir mahallesinde oturuyorduk. Üst katımızda bir çocuk vardı. Adı Eren. Sınıf arkadaşıydık aynı zamanda. Çelimsiz ezik bir oğlandı. Hem cinsleri bile onu oynatmazdı. İki kelimeyi bir araya getiremezdi. Gün boyu sokakta dolaşır kimseden kabul görmezdi. Bir tek ben oynardım onunla. Tabi arkadaşlarım olmadığı zaman. Alternatif olmadığından yani. Yine bir gün evin karşısındaki boş tarlada top peşinde koşuyorduk Eren’le. Tarlanın ortasında dikey vaziyetteki kocaman bir kaldırım taşına rastlamıştık. Fırsat bu ya, “Hadi bakalım gücünü göster” demiştim. Niyetim alay etmek, küçük düşürmekti Eren’i. Biçare Eren taşı tuttu. Ne yaptıysa olmadı. Bir türlü kaldıramadı kaldırım taşını. Gücü sadece devirmeye yetmişti. O da benim sağ ayağıma denk gelmişti. Kendi ağırlığım kadar bir taşın altında kalmıştı ayağım. Benden çok Eren korkmuştu. Ayağımı taşın altından çıkarıp eve gitmeme de yine o yardım etmişti. Eve geldiğimde inim inim inliyordum. “Ne oldu?” diye soran anneme “Eren ayağıma taş düşürdü” demiştim. Önemsememişti annem. Bir taştan ne olacaktı ki. Ancak zaman ilerledikçe ayağım morarıp şişmişti. Beni doktora götürdüklerinde öğrenmiştik ayağımdaki bütün sinirlerin ezildiğini ve uzun bir süre hareket ettiremeyeceğimi. Çok sinirlenmişti ailem. Beni kucaklayıp doğruca Eren’in evine götürmüşlerdi. Kapı hafif açıktı. Zile bastığımızda ses çıkmamış, evin içindeki ışıklar yanmıştı. Anlam verememiştim. İlk gelişimdi Eren’in evine. Anne ve babasını ilk görüşüm.. Bizimkiler bağırıp çağırıyordu. “Oğlunuz kızımızı ne hale getirdi” diyordu. Hiçbir şey anlamıyordu Eren’in anne ve babası. Hiçbir şey söylemiyordu. Meğer her ikisi de sağır ve dilsiz imiş. Ne olduğunu anlamaya çalışan anne ve babasına işaret diliyle Eren anlatmıştı olanları. Ağlayarak.. İlk kez bu kadar ürkmüş birini görüyordum. İlk kez birinin gözlerinde korku bu kadar mücessemdi. Eren’i öyle görünce bütün ağrılarım geçmişti. Vicdanımdakiler hariç! Tüm hikaye buydu. Ayağım iyileşmişti elbette ama serçe parmağımda hasar kalmıştı. Giydiğim ayakkabı çok rahat olmalıydı. Zeynep dikkatle dinliyordu beni. Bir yandan da gülüyordu. “Desene, çocukluğundan beri sinir bozucuymuşsun sen” dedi. Haklıydı…
Bundan sonra hiçbir zaman topuklu ayakkabı giyemeyecektim. Ve ne zaman bir topuklu ayakkabı görsem Eren’i hatırlayacaktım. Kendi kocaman (!) dünyamda boğuşurken insanların ne sorunlarla, ne sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu aklımdan çıkarmayacaktım. En büyük acımızın bile kimisinin yanında ne gülünç olduğunu anlayacaktım. Eminim ki Eren beni çoktan unutmuştur. Ama ben Eren’i hiçbir zaman unutmayacaktım…