Sabah her zamanki saatte uyandığında bir sıkıntı belirdi içinde. Gözlerini korku ile açtı. Yataktan hızlıca doğruldu, boğazını temizledi ve yeni güne ilk onun adını söyleyerek, onun için güzel dileklerde bulunarak başlamak istedi. Uzun zamandır güne böyle başlamak onda bir alışkanlık olmuştu. Gözlerini hayata ilk açtığında hep onun adını söylüyor, aklına ilk o geliyor, bazen bir tebessüm oluyor bu anlar, bazen de bir hüzün. Ama nasıl olursa olsun bu anlardan çok keyif alıyor, güne onunla başlamak hoşuna gidiyordu. Diğer anlardan daha çok seviyordu bu zamanı. Çünkü içinde tarifi zor, yaşaması ise bir o kadar farklı duygular beliriyor, kabına sığamıyordu. Ruhunun içinde fırtınalar kopuyor, tüm duygular ağır taşlar misali yerinden oynuyor, dalgalar ağır taşları dövüyor ve bu kavganın sonunda kötü düşünceler kıyıya vuruyordu. Fırtına dindiğinde ise içini büyük bir huzur ve mutluluk kaplıyordu. Sular çekildiğinde kıyıya vuran hüzün, sıkıntı, acı ve mutsuzluğa inat sevgi denizinde özlemle yol alıyordu. Bazen fırtına uzun sürüyor, hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Ama o usta bir kaptandı ve tüm bunların üstesinden gelmeyi güçte olsa başarıyordu. İnanıyordu çünkü bu uzun uçsuz bucaksız denizin sonunda güzel bir yere varacağına, sevdiğine kavuşacağına inanıyordu. Ama o sabah diğerlerinden çok farklıydı. İçindeki korkuyu bir türlü atamıyordu. Bir an olsun onu düşünmeyi bırakmayı dahi geçirdi aklından, ama hemen vazgeçti. Çünkü bu her şeyden daha da zor geldi ona. Korkularla yaşamak bile bundan daha kolaydı onun için. Onu düşünmeden yaşamak her şeyden daha zordu. Kalbine bile söyleyememişti henüz gittiğini, hala onu her zamanki gibi yaşamaya ve sevmeye devam ediyordu. Aklı ise onun gittiğini bir türlü kabullenemiyor, onu çaresizce beklemeye devam ediyordu. Bu bekleyiş ne kadar sürecekti bilmiyordu ama beklemekten vazgeçmeyeceğini biliyordu. Bir gün gelecekti, ne olursa olsun sevdiğinden bir haber alacaktı. O böyle umuyor ve buna bütün kalbiyle inanıyordu. Ve bu uzunca bekleyiş sonunda haklıda çıktı. Sevdiğinden beklenen haber nihayet gelmişti. Ama bu haberin rengi geceler kadar karaydı. Üstelik gökyüzünde tek bir yıldızı dahi olmayan, ay ışığından yoksun, siyahın en koyu haline bürünmüş gece misali. Güneşli güzel bir güne uyanmayı beklerken birden kara bulutlar sarmıştı etrafı. Evet, o gün uzun bir aradan sonra ilk kez ondan haber almıştı. Tüm duygular bir birine dolanmış, hiç biri yerinden kıpırdayamamıştı. Mutluluk kabına sığamıyordu. O herkesten daha çok çabalıyordu. Bu düğümü çözmek ya da koparmak hiç fark etmez sadece ona güzel şeyler söylemek için uğraşıyordu. Ona olan özlemi, hasreti ve sevgiyi hiç durmadan anlatmak, hesap sormadan tekrar onu yaşamak istiyordu. Ama gurur mutluluk karşısında bir alacaklı gibi dimdik dikildi. Ondan kurtulmak o kadar kolay değildi. Onun yokluğunda iyice büyümüş, serpilmiş ve cesaretlenmişti. Ama yinede mutluluk onu aşacak kadar cesurdu, hiç korkmadı ondan. Bir adım dahi geriye adım atmadı. Karşılık verdi ona, birazcık sitemli tabi. Ee o kadarı da olmalıydı hani, buna hakkı olduğunu düşündü. Hatta biraz gurur yapıp küsmeyi, biraz olsun nazlanmayı bile düşündü. Çünkü bu sessiz sedasız gidiş, bu çaresizce bekleyiş çok yormuştu onu ve bir o kadarda yıpratmıştı. O tüm bunları aklından geçirirken ondan bir açıklama beklerken mutluluk birden koşar adım uzaklaştı. Zincirlerini koparmış bir kürek mahkûmu gibi hızlıca koştu. Düşe kalka ilerleyişini izledi. Arkasından bakakaldı. Bağırmak istedi ama gıgı dahi çıkmadı. Boğazına bir şeyler düğümlendi, tüm kelimeleri unutmuştu sanki. Onu durduracak tek bir kelime dahi söyleyemedi. Duyduklarına inanmak istemiyordu, bunlar gerçek olamazdı, olmamalıydı. Gözleri tüm bunları okuyup olup bitenlere şahitlik etmemeliydi. O an gözlerinin nasılda yaşamın körlüğüne hasret olduklarını hissetti. Aklı çıkmaz bir sokaktaydı. Bunca zaman sonra onun hastalık haberi ile yıkılmıştı, ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Çaresizlik her zamanki yerini aldı. Ondan ayrı geçen onca zaman sonra onun hastalık haberini aldığında, aklına, kalbine ve bedenine hükmedemez bir hale geldi. Sabahki içinde beliren korku kötü haberin doğum sancılarıydı. Ona nazlanmayı biraz olsun sitem etmeyi isterken, içinde bulunduğu durumdan ötürü bu duyguların nasılda biranda görünmez olduklarını fark etti. Geri de kalan tek şey ise buruk bir hüzün ve çaresizlik. Ona söylemek istediği onca sevgi ve özlem dolu söz varken, şimdi sevdiğinin çaresizliğine ortak olacak cümleler aradı. Göz yaşlarına hakim olamıyor, olmakta içinden gelmiyordu. Onunla olan bu zorlu yolculuk gözyaşlarından süzülüp gidiyor, omuzları çöküyor, sırtında bir hamalın taşıdığından daha ağır bir yük beliriyordu. O tüm bunlara rağmen yinede onun için doğruluyor, dimdik ayakta kalmak, ona destek olmak istiyordu. Fakat sevdiği buna karşı geliyor. Ondan uzaklaşmak, kurtulmak istiyordu. Gelecek güzel günlere gebeyken şimdi çaresizliğin doğumunu izliyordu. Ayrılmalıyız diyordu, sevdiği ona. Bilmiyordu sanırım, gemiler karada değil, denizlerde yol alır. Kaptan kalbinde bir gemi inşa etti. Gözlerin de ki yaşlarla da bir deniz. Onsuz bu denizlerde yol alamayacağını biliyordu. Bu liman, bu gemi ve bu uçsuz bucaksız deniz, belki ardında saklı kocaman bir okyanus, tüm bunlar onun içindi. Bu geminin tek bir bileti vardı ve oda çoktan satılmıştı. Başkasına bilet kesilemezdi. Başka birisi için bu gemi limandan denize açılamazdı. Bu geminin tek bir kamarası vardı ve sahibi için çoktan yeri ayrılmıştı. Bu sevgi gemisi, ya onunla, ya onsuz imkânsızlık yolunda umutla yol alacak. Evet, belki hiç bir zaman bir kara yüzü göremeyecek. Okyanusun uçsuz bucaksız sonsuzluğunda, onun uğrunda, onun yolunda kaybolup gidecek. Rotası onun olmadığı hiç bir limana bu gemi demir atmayacak. Soluklanmayacak, dinlenmeyecek yalnızca ona yol alacak bir ömür boyu, ta ki tükenip yok olana kadar… Biraz önce bir gemi kalktı bu limandan hiç yolcusu yoktu. Ardından seslendim:” Hey kaptan, bir başına bu koca gemi ile nereye gidiyorsun, hiç yolcun yok.” Kaptan başını kaldırdı, yüzünde buruk bir tebessüm, yorgun bir ses tonu ile “çok özel bir yolcum var” diye seslendi. Ama ben o gemiye binen tek bir yolcu dahi görememiştim. Sanırım benim ya da diğerlerinin göremediği kaptanın çok özel bir yolcusu vardı. Fırtına tahmin ediliyor, deniz çalkalantılı. Ama yinede kaptan o özel yolcusu için demir aldı limandan. Nereye kaptan diye soracaktım, ama vazgeçtim. Geminin ismi çarptı gözüme. Umuda yolculuk yazıyordu. O an anladım kaptanın yolunu ve sonunu. El salladım ardından, uzun uzun baktım. Gözümden bir kaç damla yaş da ben akıttım denize. Affet kaptan, fırtınada bir damlada benim payım var.
Yazan: İBRAHİM ÇELİKSU