Canı çokça yanangillerden geliyorum. Hepsi dünlerinin karanlığında kendilerince bir mum ışığı arıyorlar. Artık biliyorum, bitiyor; bitiyor ve gidiyor kalbimden yol verdiğim hüzünler… Yeni bir hayata başlıyorum ben de; tıpkı onun gibi. Geç kaldığımı biliyorum, onsuz geçirdiğim yalnızlık dolu günlerin sayısınca çok boş günler geçirdim. Cebimde kalan son umudumu da ona vermiştim; o artık umut dolu yolların gidiş- dönüş seferlerini iptal ettiren tek yönlü çaresiydi. Şunu biliyorum; gerçek ya da yalan, masal ya da rüya; ne farkı varsa kelimelerin, umurumda olmadığı an kadar sade ve sadece ben onu çok sevmiştim. Yeni insanlar tanıyacağım; birçoğu yalnızlık ateşinde yanıp yanık izlerinin geçmezliğince ardıma düşecekler. Beni takip eden tek gölgem olmayacak bu sefer. Sesleriyle, sözleriyle, gözleriyle bana dokunan yepyeni hayatımın yeni türkülerini dinleyecek olan sevdiğim insanlar olacak. Onların çaresizliğinden, onların acısından, onların yıkılmışlığından ve belki de onların da benim gibi çok sevip yanmışlığından pay alacağım. O aslında bugün gidiyor. Ben yarın sabah günaydın şarkılarımla hayata özenle dokunacağım ya; o aslında bugün benden, geçmişimden, geçememişliğimden, canımın yanangillerden koparılamayışından ve hep onu çok sevişimden gidiyor. O bugün gidiyor. Hayatımı öncesi ve sonrası diyerek ayıracağım bir zamanın koluma girişindeyim. Bir yanım hep onda kalmak istiyor; sanki bana çektirdiği ezaların türlü sefasını da sürmeme izin verecekmiş gibi. Biliyorum, hiçbir başlangıcın başrolünde onun adı yazmıyor. Bir ses verseydi hüznün penceresinden, başımı uzatıp çiçek yağmurlarına tuttu sanırdım beni; güllerin, papatyaların, nergislerin şenlik dolu sevilerine davetiye hazırlardım. Ben onu, onun beni anlayamayacağı yerden sevdim; en kalpten, en gerçeğimden, tek kalbimden… Oysaki o sormadı bile bana, “canın çok mu yanıyor?” diye… Yakmaya, öldürmeye, kahretmeye, hiç sevmemeye doyamadı beni… Umudumun peşi sıra ona ciğer olduğum yerden geliyorum. Benimle beslendi yıllarca, çiğ yanımdan hunharca nefrete buladı beni; sonunda kızarmış bir nefret oldum. Budumun kin kısmından ısırdı, sevgiye yer kalmadı. Şu an kiminle, nerede, ne yaptığını bilmemekteyim. Bilinmezler köşkünün sadık hizmetçisiyim. Ayakkabısındaki tozdan tanırdım onu; tozu gönlüme değse hapşırık tutardı sevmelerimi, işte yine ona yakalandım der, burnumu bile silmezdim. Çünkü bilirdim, burnumdan değil; gözlerimden akardı yağmurlar… Ben ona hastaydım, ateşim 39.5; ıslak mendiller kovalardı alnımı, ben yine de onda ertelerdim iyileşmek yarınlarımı… Canından koparılıp canını bir daha bir başkasına bağışlayamamak hastalığına yakalanangillerden geliyorum. Sevmedim ondan sonra ve korkuyorum; yeni hayatımın yeni sevilerine heyecanla düşmek fırsatı bir gün yeniden yakalarsa beni, ona kapıldığım dünler alnımın ortasından vurur mu beni?
Sadakatimin çiğnenmiş, örselenmiş, keşkelenmiş anlarını yalnız bırakmak zorundayım. O bana, “Beni unut” dedi; geç kaldım, körpecik yüreğimin nasırlı günlerine zehir saçan ıslak dünlerinden yepyeni sevmeler yaratmak için çok geç kaldım. O, bugün benden gidiyor. “Merhaba” dediğim insanların “dostum” dediğim zamanlara döneceği günlerde bir yılı aşkın bir zamanın yenilenişinde ona da tamamen “hoşça kal” dediğim anları fısıldıyor kader; daha şimdiden…
Öyle bir zamanın aman deyişleriyle, feryat figan edişleriyle karşılaştırdı ki beni, sırf kalbim bir an olsun onun için canla, aşkla çarptı diye ondan nefret de edemedim. Kendime mühürlendim en sonunda.
Demek o artık gidiyor. “Gitme” demek için artık çok geç. Kalbimi kuşlara yem diye attığı günü de hatırlıyor mudur acaba? Sayıklayışları olmuştu aşk dolu gecelerimin; yalvarışları olmuştu genç kızlık hayallerimin ve bitişiydi artık aşk dolu servetimin… Beş parasız çırılçıplak bir gururluyum şimdi.
Demek o artık gitti. Ne acayip, ona adanan şarkılar da bitti. Yosun gözlerim kuma değmiyor artık, kumun sözünü dinlemiyor yosun gözlerim… Ben zaten denize ait değildim. Yüzmeyi de bilmiyordum; iyi oldu kapandığı bu defterin…
Dilara AKSOY