Kendimi dilsiz hezeyanlarımın absürt keşmekeşlerinde dövdüm, hayatın aruz kaçıklığında veznimden kılcal damarlarımı ayartıp dipçik gibi sağlam durduğunu sandığım dünlerime iliştirdim. Bir şeyler hep yanlıştı hayatımda. Bazen insan, bazen zaman, bazen gün, bazen ay, bazen yıl ama en çok da ben. Kendi yanlışlığımı ayıp ve kaçak doğrularımda bulmaya çalışıyordum. Kendine lüks ama kendine hep yabancı kalır mı insan? Karanlıkta yazdığım sözcükler, aydınlıkta keşfedilmemiş ampullerin çakma mucit güzergahlarında çarpan arabalar gibi hep çarpıyordu yolumu bulamayışıma. Bir sağdan, bir soldan, bir düz derken ben nereye yürüsem düne çıkıyordum bugün bile. Hayallerim vardı, namuslu ve sebatla yaklaşıp derin tevazularında beni yormayan güzel, sıcak, samimi, heyecanlı hayallerim vardı; ama ben yorgun değilken. Ruhumun çarşı pazarında bir liraya bile satılmıyor şimdi hayaller. Üstü kalıyor camii avlusunda beklettiğim gençliğimin. Aldığım o üç ekmeğin kuruşuna sükselerle ve aldığım çikolatanın kalorisiyle yiyorum heba yarınlarımı; karnım doyana dek, sırtım pek olana dek, avuçlarım kendimi isimsiz yazana dek. El yazımdan alın yazıma buhar saçıyorum, öksürüklerimin nedeni anlaşılmasın diye. Ah benim deli gönlüm! Namsız, şakrak ve kabuk gönlüm! Seni çok yaralamışlar, en çok yarayı benden almışsın. Yaranın kabuğunda baş harfimi gördüğümde anladım. Zaten en çok kendini yaralardı insan. Şizofren, delibaş ve lakayıt hallerinde kendini yorar, kendini soyar, kendini utandırır, kendini bulmaya çalışırdı. İnsan, en çok insanlığına ve insanca yaşamak sanatına boya çalardı.
Ah benim gönüllü hizmetkâr yüreğim! Ben sana böyle ne yaptım? Bir kuş kadar olamadı bedenimin fırça değmiş ve gökkuşağını teğet geçmiş mavi boyası. Demek bu yüzden hep siyah saydım. Her şeyi, en çok kendimi. Ben bana ne yaptım?
Diş bilediğim hain berduşluklara yollanan haciz memuresi gibiyim. El koyuyorum küçük mutluluklarıma ve kendimi alıkoyuyorum mutlusu çok olan yarınlardan…
Dilara AKSOY