Son zamanlarda dilimize vuran bazı kelimeleri saptadım ya da saptamaya çalıştım. Bunlardan biri de ‘vefa.’ Hani olmayan vurur ya dile, bu yüzden dikkatimi çekti bu başlık. Malum vefa, değer kaybetmemesi gereken değerler arasında olmalıdır her daim.
Bir sevgili kavgasında, arkadaş ortamında, bir babanın oğluna yakındığı bir anda… Her nerede mevzu bahis oluyorsa bu başlık, orada yetersiz kalıyor demektir. Yetersiz kalıyorsa da, bahsettiğim gibi dile vuruyor demektir bu duygunun yokluğu. Peki, kim veya ne geldi de insanların vefa ile arasına girdi? Araya giren her ne ise o mu suçlu yoksa aralarına girmesine izin veren insanlar mı? Ne dersiniz, kendimizi suçlamak daha makul değil mi sizce de?
Manevi değerleri sıraladığımızda ilk sıralarda yer almamalı mı vefa? En yüksek manevi doyum noktalarına götüren ender duygulardan olduğu kanımca tartışılmaz bu yüzden, ve bu durum, vefalı bir davranış sergiliyorsak da böyle, bize vefalı bir yaklaşımda bulunuluyorsa da.
&&&
Bundan birkaç yıl öncesine kadar ‘vefa’ konulu sohbetlerin abartıldığını düşünürdüm. Şüphesiz ki yokluğuna ben de ikna olurdum fakat dile getiriliş şekillerinin ağır olduğunu gözlemlerdim. Fakat heyhat, meğer nasıl da yanılmışım. ‘Ahde vefa’ konusunda sınıfta kalan tanıdıklarım oldu olalı o eski abartılı bulduğum sohbetler geliyor aklıma. Meğer ne de ılımlı yaklaşımlarmış onlar. İnsan başa gelince anlarmış. Kendi hayatımı veya yediğim kazıkları anlatacak değilim fakat ben de vefa mağdurlarındanım dolaylı ya da direkt olmak kaydıyla maalesef.
‘İnsanlık öldü, vefa kalmadı, ah o eski günler’ diyerek sosyolojik cümleler kurma hevesinde değilim açıkçası fakat gerçekten ümidi kesmemiz için vefadan, birçok sebep ve tecrübemiz var birçoğumuzun. Hemen her yazımda olduğu gibi istisnalara da değiniyor ve onları ayrı tutuyorum ama bilindiği gibi onların da bütüne gücü yetmiyor, özellikle algı açısından.