Bir şehirle dost olmayı da düşman olmayı da öğretirler adama.Kimse de anlamaz bunu.Dert senindir hazan senin.Güzellikler senin değildir, zordur ağrısız bir gelecek.Gelecek işte karanlık bir kafa karışıklığı.’Saçımın teli kadar kalın’dı aramızdaki çizgi buna rağmen goremezlerdi.Gördüklerim, duyduklarım başka bir boyuta ben baska bir boyuta aittim.Somutluktan sıkılmış, sonsuz girdapta ipi kopmuş uçurtma gibi esen rüzgara tutulmuştum.Bu rüzgarlar dinerse diye ah ettiğim çoktu.Biri dinmeden diğerine atılmak isterken paramparça oldu ciğerlerim.Şimdi her durakta hırıltılı nefes sesim yankılanıyor.Yine de anlamıyor duyanlar.Anlatmadan bitsin istedim, yara almadan kanamak istedim.Oysa ne cesaretim vardı ne de özgüvenim.O benim eksik özgüvenim, kırılgan kalemim, utangaç ellerim, kaygılı düşüncelerim, huzursuz pencerem… ‘O’ işte ne sıfatı belli ne fiili.Görülmüş ya da görülecek, ölmüş ya da ölecek.Kaygan zeminde koşmak gibi.Bazen de acısız bir ölüm arzusunda gizli.Zamana dur diyemedi ama zamanla bir oldu, koştu geldi ve ansızın yetişti.Bazen yetişmek de yetmezdi o son sefere ama bilemezdi.Unutulan bir şey vardı o da en derini; anlamsız, soysuz bir inat.Affetmek en zalimi, kibirliyi, densizi hatta hadsizi belki yüreği hafifletirdi.Peki bir eder mi ruhumdaki zindan karanlığına güneşi doğurmaya? Hükmü neydi gozlerdeki? Geçici bir körlük mü? Niyetimi gizleyerek harflerin ardına, şu bitik gövdemi bu ikili sinsi oyundan cıkıyordum.Ama emindim yedek kulubesinde elbet vardı bu golü atacak. Ben sadece kırmızı kartı aldığıma üzülüyorum.Yıllar yollar olmuştu biz hala acemi sürücüler.Ne kederimiz keder ne hüznümüz hüzün mutluluğumuzu sorgulamıyoruz bile.Virajlar sert ve yoğunken gaza basmak istiyoruz artık.İstekler,beklentiler,ihtimaller kavşağında aklım karışmışken radyoda çalan şarkıyla kaç defa kendime geldim hatırlamıyorum.Tek bildiğim ne düşmeli ne yükselmeli çıkmamalı bu rotadan.Ancak o zaman kendim olabiliyorum….