Günlük tutmak önemlidir derdim. Derdim, ama bunu sadece günlük tutmanın bana verdiği zevk yüzünden söylediğimi sanırdım. Anne Frank’in günlüğünü okuyana dek.
Bir günlük, sizi 12 yaşındaki bir çocuktan kocaman bir kadına çevirebilir. Sizi geçmişinize götürüp “ne kadar çocukça düşünmüşüm” dedirtebilir. Hatta bir günlük sizi “Dünyayı değiştiren 50 kadın” listesine sokabilir.
Anne Frank, 14 Haziran 1941- 1 Ağustos 1944 tarihleri arasında, iki yıl boyunca Hollanda’nın Nazi işgali sırasında ailesiyle birlikte saklanıyorken tuttuğu günlüğüyle bunu başarıyor.
Bu kitap hakkında yazmak istedim, ama bilinen ve üzerinde çokça tartışılan yerleri hakkında değil. Daha çok gizli kalmış, tozlu satır araları belki de… Çünkü burada 12 yaşındaki Anne’den bahsediyoruz. O hiçbir zaman sıradan bir kız olmadı. Hayatında her şey normal giderken anlayamadığı bir çatışma yüzünden sosyal çevresinden tamamen uzaklaşıp ailesiyle birlikte bir çatı katında saklanmaya başladı. İçinde bulunduğu zor koşullardan bahsetmek istemiyorum, dikkatinizi çekmek istediğim nokta Anne Frank’in psikolojisi. Annesini severken nasıl bir anda nefret ettiği, ilk aşkına duyduğu hayranlık ve ona giderek nasıl bağlandığı, babası ve annesi arasında ilk kez şahit olacağı ve onda şaşkınlık yaratan tuhaf durumlar. Bir de umut… Bir çocuğun gözlerinden savaş… Irkçılığın tüm insanlar için kötü olduğu, ama çocuklar için ırkçılık diye bir kavramın olmadığı…
Çok muhabbet tez ayrılık getirir derler ya hani, bu öz annen için de geçerli midir? Savaş yüzünden saklandıkları çatıda annesiyle daha çok vakit geçirmek zorunda kalan Anne için belki de… Belki ilk aşkı Peter için de böyledir.
“Peter ilk önce çok sıkılgandı ama sonra açıldı ve anne-babasını şöyle iki yıl boyunca hiç görmek istemediğini söyledi.
Babam gerçekten göründüğü kadar harika biri değilmiş, dedi.” Syf:204
Peki ya ilk aşkı Peter ile aynı evde saklanmak zorunda kalması…
“Not: Biliyorsun sana dürüstçe her şeyi yazıyorum. Onun için sana sanki sadece onu görmek için yaşadığımı söylemek zorundayım. Peter… Bana kalırsa, o da kendini tıpkı benim gibi ifade etmek istiyor, ama asıl bu konuda beceriksiz olmasının beni nasıl etkilediğini bilmiyor” Syf:210
Ya annesiyle babası birbirlerini aslında o kadar da sevmiyorlarsa?
“Hissettiğim şey annemle babamın aralarındaki şeyin aşk olmadığı. Seven bir eş için kocasının yüreğinde ilk olmadığını bilmek kolay değildir; annem de bunun farkındaydı.”Syf:187
Ya umut?
“Eğer yalnız ve mutsuzsan, o zaman güzel havalarda, çatıdan gökyüzünü seyretmeyi dene. Gökyüzünü korkusuz seyrettiğin sürece içinin temizliğinden emin olacak ve tekrar mutlu olacağına inanacaksın” Syf: 199
İşte tüm bunların dışında kitapta beni çeken ve tekrar tekrar okuduğum şu paragraf. Bir çocuğun sevgiye dair tanımlamaları, bu kadar açık fikirli ve aynı zamanda kararlı olması… Seni gerçekten sevdim Anne Frank…
“Sevgi, sevgi nedir? Sanıyorum sevgi sözcüklere sığmayan bir şey. Sevgi birini anlamak, onun varlığından mutlu olmak. Mutlulukları, mutsuzlukları onunla paylaşmak… Bedenen yaşanan sevgi de onun bir parçası, bir şeyler paylaşıyorsun. Eğer, yaşamının geri kalan kısmında yanında birinin olacağını biliyorsan, seni anlayacağını ve onu hiç kimseyle paylaşman gerekmeyeceğini görüyorsan; o zaman evli olup olmaman, çocuğunun olup olmaması hiç önemli değil. Ya da namus denilen deli saçması şeyin gidip gitmemesi… Bunlar hiç önemli değil.”