Camın üzerinde eleman aranıyor yazıyordu, ilk önce tereddüt ettim içeri girip girmemek konusunda bundan önceki denemelerimdeki başarısız oluşum artık iş bulma konusundaki tüm umutlarımı yıkmıştı lakin para kazanmam gerekiyordu. 3 günlük pansiyonda kalma hakkım vardı ve hiç param kalmamıştı. Gün boyu kaldırım taşlarinin üzerinde yürüyüp durdum. Kendimi sokak köpeklerine benzetmeye başlamıştım. Kalan cesaretimle içeriye eleman arıyor musunuz sorusu ve çıkmam bir oldu. Kalan umutlarımın kaybolmasıyla serin İstanbul akşamında pansiyonun yolunu tuttum.
Benim adım Fahrettin asım yirmi sekiz yaşında edebiyat fakültesi terk yarı felsefeci bir insan. Bir pansiyonun 3 metrelik bir odasında tek başıma varoluş hikayemi yazmaya çalışıyorum.
Okulu bıraktıktan sonra İstanbul’a tüm geçmişi geçmişte bırakarak bir tek ismimi yanıma alarak çıktım. iki aydır beni bir tek ismim bırakmadı. İlk geldiğim zaman edebiyat konusunda kendimi bulma isteğim, artık karnımı doyurmak için uyandığım günler anlamlarına dönmüştü. Üç günlük pansiyon hakkımın son günü gelince Arif beyin önünde boynumu buktum. Acınası halimden ben bile tiksinmistim. Sokakta kalmaktan korkuyordum ama umutsuz kalışım artık bir iş arama cüreti dahi göstermiyordu. Tüm gün sokaklarda dolaşıp insanları izlemekten başka bir şey yapmışlığım yok kendi hikayemi açlığımı hatta akşam benim olmayan bir yere gideceğim düşüncelerinden alıkoymaya başladı bu eylemlerim.
Tüm umudumu kaybetmeme neden olsan asıl şey insanlardı. Bu kadar manasız ve düzenbazlıklarını gördükçe tüm işim sanki onların bu işlerini izlemek ve şahit olmaktı. Sanki bir zaman sonra Fahrettin asım bunca kötülüğün hepsine tanık sıfatıyla çıkacakmış gibi.
İstanbul’a ilk geldiğim günlerde kaldığım pansiyonun yan odadasındaki bir erkek ve kadının ilginç hikayesiyle karşılaştım, kadın sürekli akşam olunca pansiyonun köşesine çıkıp yanında başka bir erkekle gelirken, pansiyonda beraber kaldığı kişi de onu kapıda bekliyordu. Adam gelen erkekle bir şeyler konuştuktan sonra çıkıyor belli bir zaman sonra geliyordu bu süreç kısır bir döngü gibi her akşam tekrarlanmaya baslamıştı. Bir gün pansiyon sahibi Arif beye bu konuyu açmıştım neyin nesidir diye. Meğer erkek olan Mustafa kadının kocasıymış, kadın memleketinden amcası tarafından tecavüze uğrayınca buralara kaçmış, Mustafa olan adam ilk önce bu kadıncağızı sana iş falan buluruz ayağına kandırmış sonra nikahına almış o gün bu gündür farklı illerden, pansiyonlardan kovula kovula bu işi yapar olmuşlar. Kadın ilk zamanlar ağlar sızlanırmış ama bir zaman sonra o da kaderine razı duruma gelmiş diye anlatmıştı Arif bey. Benim yaşadığım ilginç olay ise bir gün kadının yanına gidip bu durumu yaşamak zorunda değilsiniz demiştim kadının bana cevabı ise;
Bu pansiyonun zaptiyesi sen misin orospu çocuğu olmuştu. Ve ben o günden sonra hiçbir yerin zaptiyesi olmaktansa seyircisi kalmayı karar vermiştim.
…
Karnım acıktıkça paraya ihtiyaç duyuyorum, Beyazıttan sirkeciye inen yolda yürüdükçe açlığımı daha çok hissediyorum, mağaza camlarına iş ilanları için durmadan bakıp umutsuzluğa kapılıyorum. Artık kısmetimin bittiğine inancım tamamlanmıştı ve bir köşeye oturdum. Sıcak insanı bayıltıyordu o sırada beş dakikalık bir uykuya dalmıştım. Rüyamda bir fırından ekmek çalmışım ve iki kişi peşimden kovalıyordu, her bir sokağa girdikçe arkadaki kalabalık daha fazla oluyordu ve en son hava tamamen karardıktan sonra insanların beni galata köprüsünde sıkıştırmışlar ve ardından kendimi köprüden aşağıya atmamla uyanmıştım. Açlığın getirmiş olduğu aciz durum beni derinden etkiliyordu, neredeyse dilenecektim. Belli bir süre sonra akşama yakın bir saatte pansiyon caddesinde üç kağıt oynatanlara denk geldim. Bul parayı al parayı diyerek oynatılan oyunun reklamını yapıyorlardı. O sırada iyi giyimli bir adam yanaştı, belli bir sürede tüm parasını verdi. Ardından başka birisi daha geldi iki el kazandıktan sonra ayrılmak istedi, böyle bir şey olmayacağını söyleyen üç kagıtcılar adamın elindeki parayı alıp bir güzelde dövüp yolladılar. Şaşkınlıkla izledim bu olayları, insanın her halükarda kaydecegini bildiği oyuna katılması gerçekten çok enteresan bir olaydı. Pansiyon yolunu tuttum iyice yorulmuşum, umarım Arif bey görmez ve direkt odama çıkarım diye geçirdim içimden lakin pansiyona geldiğimde, Arif beyle karşılaştım ve bana sakince Fahrettin bilirsin seni severim lakin buranın da dönebilmesi için sizlerden para almam gerekiyor, iki günluk alacaklıyım bu parayı ve kalacaksan diğer günlerin parasını ne zaman alabilirim demişti. Verecek ne cevabım ne de param vardı. Biraz düşündükten sonra bir dakika bekleyin demiştim. Odadaki ne kadar elbisen varsa topladım ve bir valize koydum ardından Arif Bey’in yanına indim. Buyrun demiştim, belki para değil ama eskiciye verirseniz kalan iki günlük paramı fazlasıyla karşılayacağını düşünüyorum demiştim. Pansiyon sahibinin ne diyeceğini beklemeden çıkmıştım. Bundan sonra ne yapacağımı hatta üstümdekiler hariç ne giyeceğimi ben de bilmiyordum.
…
Artık geceyi nerede geçireceğim derken halice inmiştim bile, bir banka oturdum. Derin düşünceler icinde neden yaşıyorum acaba şuan yaşamam için bir tane güzel şeyin cevabı olmalı diye düşünüyordum. Yaşadığım onca şeyin sonu böyle olmamalı, ilk geldiğim zamanlar bir muhasebeci de defterci olarak görev almıştım. Bir müşterinin masraflarını çok fazla işlendiğini söylediğim için işten çıkarılmıştım. Daha sonra kendini bedenini istemediği halde satan bir kadına bunu yapmaması gerektiğini söylediğim için orospu çocuğu olmuş,aradığım onca iş sonuçsuz kalıp aç gezerken fazla olduğundan mı yoksa kazanma hirsindan dolayı tüm paralarını kumara veren insanlara şahit olmuştum ve daha nicelerini bu böyle olmamalıydı en azından böyle bitmemeliydi bu hikaye derken, üstlerinden sokakta kaldıkları belli olan birkaç insan yaklaştı. İlk önce korkmuştum ve bana bu saatte burada ne işin var demişlerdi. Evin yok mu sende burada yeni misin dediler!
Burada yeni miyim sorusuna şaşırmıştım gerçekten burada yeniydim ve ne diyeceğimi bilemedim. O sırada elinde şarap olan adam hoşgeldin demişti, İstanbul’a geldiğimden beri ilk kez bana birisi hoşgeldin demişti şarabından ikram etti. Bu beni onurlandırmıştı. Kısaca hikayemi anlattım. Seyfettin abi dedikleri sonra, milyonlarca insanı barındıran bu şehir, binlerce insanı yemiştir. Herkes kendisinden dahi sakladığı şeyler var en çok insanlığını saklıyorlar. Doyumsuz olanlar dünyayı yiyebileceğini zannediyor halbuki iki liralık şarapla biz de galatanın onundeyiz. Ama akşam yumuşacık bir yatağımız yok, belki sırf parasından dolayı ona sarılan cansız mankenden farksız karısı varken, o da yok yanımızda olsun, biz de yazları gökyüzüne sarılıp,toprağı yatağımız yaparız. Kendimiz neysek olduğumuz gibi görünürüz var mı ki bundan daha büyük bir insanlık. Ve unutmadan burada insanların birbirinden saklandığı tek şey hikayeleridir. Bir insanın geçmişi ancak kendisini ilgilendirdiği için.
Bu sözler sonrası ne diyeceğimi bilemedim, açlığımı ve ellerinde getirdiklerini bölüşüp yemiştik, cok fazla şarap içmiştim. Sarhoş olmuştum artık, birçoğu hikayesini anlatmıştı. Aşık olup sokaklara düşen ve tüm hayatını harcayanlar falan, bir twkSeyfettin abi anlatmadı hikayesini belli ki ağır romanı vardı. Benim anlatacak bir şeyim yoktu ancak yapamadıklarımı anlatabilirdim. Onu da canım istemedi iyiden iyiye sarhoş olmuştum. Ve kalktım galatadan köprüye doğru yürümeye başladım. Buraya geldiğimden beri, rüyamda dahi ekmeklerini çaldığım için beni kovalayan insanların varlığı iyiden iyiye ağır gelmeye başladı. Uzundur midemdeki ekmeğin sahibi sokakta aç denilen insanlar olması ağırdan yaraladı beni ve en son Seyfettin abinin dedikleri, gördüğüm ama bir türlü hissedilmeyen insanların varlığı hepsi çok büyük bir yük olarak omuzlarımdaydı sanki, yarın yeni bir güne uyanmanın anlamsızlığı geldi aklıma, ve ilk kez o an yaşamın zıttıyla karşı karşıya kalmıştım. Ve ben ölümü seçmiştim. Köprünün korkuluklarından nasıl çıktığımı bilmiyorum bile, denize doğru baktığımda, deniz karanlık bir uçurum gibi geldi gözüme, serin bir rüzgar yüzüme doğru eserken ellerimi bıraktım. O an ne ekmek kavgası ne umut ne aşk. Sadece beni tanıyanlara böyle olsun istemediğimi bilmesini istedim.